SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM PROJESİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE BU PROJEDEN ÇIKARILAN DERSLER

SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM PROJESİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE
BU PROJEDEN ÇIKARILAN DERSLER


Diğer ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de uygulamaya konulan “sağlıkta dönüşüm projeleri”, küreselleşme olarak ifade ettiğimiz ABD’nin emperyalist dünya egemenliği projesinin sağlık piyasasında uygulamaya koyduğu stratejinin bir parçası ve devamıdır.
Kürselleşme projesi kısaca ulus devletlerin tasfiyesi ile devlete ait bütün hakların ve işlerin çok uluslu şirket ve kartellerce verilmesinin sağlanmasıdır. Bunun için sömürgeleştirilen ülkenin mevzuatı ve hukuku getirilmek istenen sisteme uygun hale getirilir. Genellikle askeri güç kullanmadan yapılan bu sömürgeleştirme projeleri emperyalist ülkeler (ABD ve AB ülkeleri) tarafından medenileştirme, çağdaşlaştırma, demokrasi reform gibi kulağa hoş gelen sıfatlarla ambalajlanarak piyasaya sürülür. Bu tür projeleri içeriden yürüten işbirlikçileri de “bunlar medeniyet projesidir; dünyadan ayrı kalamayız; bunları yapmazsak medeni olamayız; biz bunları ABD ve AB istedi diye değil, halkımızın iyiliği için istiyoruz”, gibi gerekçelerle savunmaktadırlar. Sağlık alanındaki çağdaşlaşma ve medenileşmenin adı da “sağlıkta dönüşüm projesi”dir. Bu projenin amacı, kamu sağlık sistemi ve yapılarının tamamen tasfiye edilerek sağlık piyasası adı altında ABD sistemine uydurulması ve uluslar arası tıbbi kartele devredilmesidir. Projede nelerin nasıl ve hangi sırayla yapılacağı benzeri diğer projelerde olduğu gibi dışarıda hazırlanmış olup bir çok belge Türkçe’ye dahi çevrilmemiştir. Proje Dünya Bankası tarafından yürütülmekte olup Dünya Bankasının proje ile ilgili sayfası aşağıdadır. Hükümet proje ile ne yapacağını açık olarak ifade etmiş ve bu şekilde devletin artık sağlık hizmeti vermeyeceğini açıklamıştır. Bütün bunlara rağmen proje sürecinde yapılan bazı uygulamalar iyi ve sağlıklı gelişme olarak algılanmış ve projeye karşı ciddi ve kararlı bir muhalefet gösterilememiştir. Muhalefet gösteren kesimlerin muhalefeti ve sadece ayrıntılarla ilgili olup daha ziyade hak kayıpları ile ilgilidir.
http://www.worldbank.org.tr/external/projects/main?pagePK=64283627&piPK=73230&theSitePK=361712&menuPK=361745&Projectid=P074053

http://www-wds.worldbank.org/external/default/main?pagePK=64193027&piPK=64187937&theSitePK=523679&menuPK=64187510&searchMenuPK=64187283&siteName=WDS&entityID=000090341_20040503130553


SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM’DEN ÖNCE TÜRKİYE’DE SAĞLIK SİSTEMİ

Sağlıkta Dönüşüm’den önce de Türkiye’de ve diğer ülkelerde tam olarak halkçı veya insan merkezli bir sağlık hizmeti verildiğinden bahsedilemez. Çünkü Türkiye daha önce de bir yarı sömürge ülkeydi, şimdi de durum fazla değişmemiştir. Özellikle Gümrük Birliği Anlaşması, İMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü ile yapılan anlaşmalar ve AB müktesebatının kabul edilmesi ile Türkiye, Porto Rico gibi sömürge bir ülke haline getirilmiştir. Yasalar dışarıda hazırlanmakta olup ülke dış merkezlerden yönetilmektedir. Günümüzde geçerli “sağlık anlayışı, tıp bilimi ve standartları” uluslar arası büyük ilaç firmaları, tıbbi cihaz, malzeme sarf malzemesi ve biyomedikal üreten firmalar (Tıp Karteli* veya Big Pharma) tarafından belirlenmekte ve yönetilmektedir. Sağlık alanında neyin doğru neyin yanlış, neyin bilimsel neyin hatalı olduğuna onlar karar vermektedir. Kartel sadece tıbbi ürünleri üretip pazarlamakla kalmaz, bunların kullanımı ve satışı ile ilgili yasaları ve kuralları da belirler.
Proje öncesinde de Türkiye’de tam anlamı ile kamucu veya halkçı bir sağlık düzeni mevcut değildi. Sağlık hizmetleri kartelin belirlediği kurallara göre ve onun belirlediği ilaç, malzeme ve cihazlar kullanılacak ve tüketilecek şekilde çalışıyordu. Sistemin çalışmasından oluşan paranın önemli bir kısmı ilaç, tıbbi malzeme, cihaz, biyomedikal ürün olarak dışarıya akmakta idi. Fakat bu dönemde sistem daha tamamen özelleşmiş, dış pazara açılmış ve teslim edilmiş durumda değildi. Başta Sağlık Bakanlığı ve SSK’nın hastaneleri olmak üzere sağlık kuruluşları ağırlıklı olarak devletin kontrolü altında idi. SSK’nın kendi ilaç fabrikası vardı. Sağlık piyasası bütünüyle ithal ürünlere, ilaçlara açık değildi. SSK az da olsa bazı ürünlerin satışını veya suiistimalini engellenebiliyordu. Ayrıca ilaçların bir kısmını depo fiyatından alarak kendi eczanelerinde daha ucuza satabiliyordu. Jenerik ilaç dediğimiz bazı ilaçlar daha ucuz üreten ülkelerden ithal edilebiliyordu. Bu dönemde en uygun ve ucuz tedavi SSK hastanelerinde verilmekteydi.
Bu projeden önce de sağlık kuruluşlarında verilen sağlık hizmetlerin, kullanılan cihaz ve malzemelerin uygunluk, gereklilik, yararlılık, ve etkililiğine göre verilip verilmediği üzerinde durulmamaktaydı. Devletin gereksiz girişim, tetkik ve tedavileri azaltma gibi bir derdi yoktu.
Sağlık hizmetlerinde veya sağlık sektöründe her ne kadar hekimler belirleyici veya en önemli unsur gibi görünseler de sağlık sistemi “hekimlerin kendi keyiflerine ve iradelerine göre” çalıştıkları bir sistem değildir. Sağlık sisteminin tamamen insan sağlığına zarar verecek şekilde yürütülmesi, bu alanda çalışan kişilerin kötü niyetleri, iyi eğitilmiş olmamaları veya kişisel kusurları olarak yorumlanmamalıdır. Konunun ele alındığı yazı ve tartışmalarda “sistem” göz ardı edilerek devlet ve hekimler savunulmaya çalışılmaktadır. Sistemin kötü işleyişte kullandığı mesleklerden birisi hekimler olup; hekimlerin başka türlü çalışma şansları söz konusu değildir. Meselâ, menopoz polikliniğinde çalışan bir hekimin bu polikliniğe gelen menopozlu hastalara yapay adet görme tedavisi vermeme şansı yoktur. Bu hekim menopozun bir hastalık olmadığını ayrıca bu tür ilaçların meme kanserine yakalanma ihtimalini arttırdığını söyleyemez. Eğer hekimlere yaptırılan tıbbi uygulamaları tamamen doğru ve uygun gördüğümüz zaman, hekimlere bu işi yaptıran sistemi de doğru ve kusursuz kabul etmek zorundayız. Bu nedenle sistem çözümlemesinde sağlık sistemi sorununa hekim veya hekimlerin sorunu gibi yaklaşmamak gerekir. Dürüst ve halkını seven hekimlere düşen görev eleştirilen sistemin önünde kalkan olmak, onun avukatlığını yapmak, sistemin pisliklerini gözden kaçırmak değil, kendilerinin de mensubu bulunduğu halka karşı yoğun bir saldırı içinde bulunan tıp karteli ve sistemine karşı çıkmaktır.
Sağlık sistemi ve bu sisteme ait sorunlar yetersiz eğitim sorunu, bir müşteri olarak hasta hakkı (tüketici hakları) veya ahlâk sorunu gibi ele alınamaz. Hekimlikte iyi eğitimin ölçütü kartel tıbbını öğrenmek ve uygulamak ise, bu konuda hekimlerin mükemmelin ötesinde eğitim aldıklarını söyleyebiliriz. Münferit tıbbi uygulamalarda görülebilen ahlâki olmayan bazı uygulamaları değil “bütünü ile insan sağlığını bozmayı hedefleyen” bir “sağlık sisteminden” bahsetmekteyiz.
Diğer taraftan sağlık hizmetlerinde teşhis ve bu teşhise göre yapılacak işlem ve tedavilerin hekimin kişisel kararlarına ve değerlendirilmesine göre belirlendiği varsayıldığı için bu varsayımların doğruluğu ve uygunluğu her zaman bir tartışma konusu olmaya da açıktır.
Sağlık hizmeti denince ne anlaşılması gerektiği, nasıl verilmesi gerektiği, nelerin sorun olduğu veya olmadığı tıp karteli ve siyaset tarafından belirlenmekte ve belirlenen sorunlar yapılacak uygulamalara göre değişmektedir. Bugün kartel için temel sorun sağlık hizmetlerinin uluslar arası kartel ve şirketlerce verilmemesi ve kartele yeterince kazanç sağlanamamasıdır. Bu amaca yönelik olarak sağlık hizmetlerinin amacının ve elde edilmesi gereken sonuçların ne olması gerektiği üzerinde değil daha çok kalitesi üzerinde durulmaktadır. Kalite ile, sağlık hizmetlerinin veya girişim ve tedavilerin gereken (hasta) kişiye, doğru ve uygun bir şekilde yapılması değil; sağlık tesislerinin donanımı, kişi başına düşen hekim, hastane, yatak, ilaç tüketimi ve sağlık harcamasının arttırılması ifade edilmek istenmektedir. Onlara göre, toplumun yaşamı tıbbileştirilmişse, herkese her gün belli bir miktar ilaç kullandırılabiliyorsa, insanlar hemen hemen bütün gelirlerini sağlık hizmeti alacağım diye harcayabiliyorlarsa sağlık hizmetlerinin kalitesinin de arttığından bahsedebiliriz.
Proje öncesi dönemde sağlık sistemini ilgilendiren en önemli sağlık sorunları “hekimlerin hastalarından para almaları”, “hekimlerin muayenehanelerine gitmeleri”, “hastanelerde hastaların rehin kalması”. “hastaların istedikleri hastaneden istedikleri ilaçları alamaması” gibi gösterilmekte idi. Bu dönemde siyasetçiler kamu hastanelerinden halkı yıldırmak için ellerinden geleni yapmışlar; her türlü olumsuzluğu da tamamen sistemin belirlediği şekilde görev yapan hekimlere mal ederek sorumluluktan kaçmaya çalışmışlardır. Bu şekilde abartılan sözde sorunların çözümünün de özelleştirme olduğu zihinlere yerleştirilmiştir. Sağlık hizmetlerinde temel sorun hekimlerin hastalarından para almaları ve özel muayenehanelere gitmeleri ise yapılacak iş her şeyin para ile alındığı ve satıldığı“tam bir özelleştirme” değil, tüm sağlık hizmetinin kamulaştırılarak ücretsiz hale getirilmesi olmalıydı. İşler artık o derece paralı olmaya başlamıştır ki, yakın bir gelecekte sosyal güvenlik kuruluşları sağlık harcamalarının artık sadece 1/3’ünü ödeyecektir.
Türkiye’de proje uygulanmadan önce üç ayrı sosyal güvenlik kuruluşu vardı. Her üç sosyal güvenlik sistemi sigortalılara emeklilik ve sağlık hizmetlerinden yararlanma hakkı veriyordu. Bunlardan sadece SSK’nın kendi hastaneleri mevcuttu ve sağlık hizmetlerinin bir kısmını kendi sağlık tesislerinden karşılıyordu. SSK bu dönemde nüfusun % 52.72’sine, mevcut hastanelerin % 10.3’ü ve % 16.1 yatak kapasitesine sahipti.
1. SSK: İşçi ve kamuda çalışmayan çalışanların ve tarımda çalışanların sosyal güvenlik kuruluşu idi.
2. Bağ-Kur: Esnaf, sanatçı, kendi iş yeri veya şirketi olan kişilere sosyal güvenlik sağlamaktaydı.
3. Emekli Sandığı: Kamu dediğimiz devlet memurlarının sosyal güvenlik sistemi.
Bunlara ek olarak giderleri genel bütçeden ödenen Yeşil Kart olarak adlandıracağımız bir sosyal yardım kuruluşu da oluşturulmuştu, Bu şekilde siyasi iktidarlara daha çok kendi yandaş ve taraftarlarına sigorta primi toplamadan sağlık hizmetleri vermelerine yarıyordu. Bu sigortadan yararlanan kişilerin arasında oldukça varlıklı kişiler de mevcuttu.

Sosyal Güvenlik Kuruluşlarına göre nüfusun dağılımı:



Tablo 1. Sosyal Güvenlik Kuruluşlarına göre nüfusun dağılımı.


http://www.ttb.org.tr/kutuphane/istatistik2006.pdf )
2004 yılı verilerine göre. (SSK 2005, Sağlık İstatistik Yıllığı 2004)

Tablo 2. Kurumlara göre hastanelerin dağılımı.


2003 yılı verilerine göre
http://www.saglik.gov.tr/istatistikler/ytkiy2003/GR9.htm

Yukarıdaki tablolardan da anlaşılacağı gibi SSK Hastaneleri 121 hastanesi % 10.3) 5676 uzman hekimi (% 16.6) ve 29 157 % 16.1) yatak kapasitesi ile nüfusun % 52.72’sine hizmet vermekteydi. (2004 istatistiklerine göre)

SSK Hastaneleri, doğrudan işçi ve işverenlerin ödedikleri primlerle kurulmuş gerçek kamu sağlık tesisleri olmasına rağmen bu hastanelerin bağlı olduğu kurum Çalışma Bakanlığına bağlı idi ve kurum yöneticileri ve çalışanları siyasi olarak belirlenmekte idi. Kısaca yönetim hükümetlerdeydi. Bu hastaneler daha sonra oluşturulacak özelleştirmeye zemin yaratmak için siyasi iktidarlar tarafından engellenmiş ve olumsuz koşullar altında çalışmaya zorlanmıştır. Yetersiz hale sokulan bu hastanelerde bazı hizmetlerin özelleştirmeye hazırlık olmak üzere kendi bünyesinde ve daha ucuza bu hizmetleri sağlamaları yerine dışarıdan almaları için zorlanmış ve yönlendirilmiştir. Yeni hastane ve tesisler açılmamış, yatak kapasiteleri gelişen duruma göre arttırılmamış, hastanenin eksik veya bozuk cihaz ve malzemeleri onarılmamış yenileri alınmamış, personel açığı giderilmemiş, çalışanlar teşvik edilmemiş ve köreltilmiştir. Kamu oyunda itibarını yitirmeleri için hastaneler, siyasi liderler ve bakanlar başta olmak kötülenmiş ve karalama kampanyaları düzenlenmiştir. Önce otelcilik hizmetleri (mutfak, güvenlik, temizlik işleri) özelleştirilmiş ve hastanelere giriş çıkışlar ücretli olarak yapılmaya başlanmıştır. Bu işlerin çoğu kendisini sosyal demokrat olarak tanımlayan iktidarlar tarafından yapılmıştır.
Sağlık ve sigortacılık hizmetlerinde özelleştirme 1980’lerden itibaren iktidara gelen bütün hükümetlerin değişmez politikası olmuş ve her iktidar bunu gerçekleştirmek için çalışmıştır. Günümüzde de mevcut düzen (oligarşi) partilerinin hemen tamamı bu özelleştirmeyi desteklemektedir. Bu durum kamuoyunda halkçı bir sağlık seçeneğinin bulunmadığı kanaatini oluşturmuştur.
SSK hastanelerinde bazı hizmetlerin verilmesinin engellenmesini diyaliz merkezleri açısından baktığımızda şunları görürüz: Böbrek yetmezliği olan ve diyalize giren hastaların bakım ve tedavi giderleri çok fazla olduğu için, böyle bir hastalığı olan kişiler sigortalı gösterilerek SSK imkânlarından yararlandırılmaktaydılar. Bu tür hastaların hemen hemen büyük çoğunluğu SSK sigortalısı olmasına rağmen SSK hastanelerinde kurulması ve işletilmesi çok kolay olan diyaliz hizmetlerinin verilmesi engellenmiş ve bu hizmetlerin tamamen dışarıdan alınması teşvik edilmiştir.


Tablo 3. Türkiye'de Hemodiyaliz Merkezlerinin Kurumlara Göre Dağılımı, 2003.


http://www.saglik.gov.tr/istatistikler/ytkiy2003/GR13.htm


SSK HASTANELERİNİN SAĞLIK BAKANLIĞINA DEVRİ

Sağlık ve sigortacılıkta özelleştirme olarak adlandırdığımız bu Dünya Bankası projesi ilk olarak sağlık tesisleri ve sigorta kurumlarına yeniden şekil verilmesini hedef olarak belirlemiştir. Başta SSK Hastaneleri olmak üzere diğer kamu hastanelerinin de öncelikle Sağlık Bakanlığına devri bu süreçte stratejik bir aşamadır. Sistemin yeni dönemde çalışma mantığının gereği olarak ve hekim ve sağlık çalışanlarından gelebilecek muhalefeti yenmek için de Üniversite ve daha sonra da devlet hastanelerinde, hekimlere hastaneye kazandırdıkları oranda elde edilen gelirden kâr payı dağıtılması olarak ifade edebileceğimiz “performansa göre ücretlendirme” uygulamasına geçilmiştir. Bu şekilde hekimlerin eline geçen para daha önce aldıklarının 3-5 katına kadar ulaşmış ve hem kamu hastaneleri ve hem de özel muayenelerinde çalışan hekimler özel muayenelerini kapatmaya başlamışlardır. SSK Hastanelerindeki hekimler SSK Hastanelerinin devrini dört gözle bekler hale gelmiştir. Hekimler ve sağlık çalışanları, sağlıkla ilgili bu dönüşümde, bu yeni düzenin ne getireceğinden çok, ceplerine ne kadar para gireceği ile ilgilenmişlerdir. Bu nedenle bazı hekimler tarafından bu sağlıkta dönüşümün tek amacı “performans uygulaması” olarak algılanmıştır. Hekimlerde olduğu kadar eczacılar, tıbbi cihaz ve malzeme satan firmalar, ilaç şirketleri de soruna kendi kazançları yönünden yaklaştıkları için sağlık sektöründe çalışanlardan bu sürece ciddi bir muhalefet olmamış aksine bu çevreler süreci desteklemişlerdir. Karşıt görüşler de göstermelik ve cılız kalmıştır. 19 Şubat 2005’de SSK’ya bağlı 145’i hastane olmak üzere 379 sağlık tesisi Sağlık Bakanlığına devredilmiştir.

İLAÇ ALANINDA YAPILANLAR

İlaçlar hastalıkların tedavisinde kullanılan ve özel olarak hazırlanmış bazı kimyasal maddelerdir. “İlaç” kelimesi muhakkak hastalıklarda kullanılan, yararlı ve uygun madde demek değildir. Belirli koşullarda belirli durumlarda kullanılması için uygun görülen her türlü madde bu çerçevede mütalaa edilmiştir. Bazı ilaçların zamanla etkisiz ve yararsız olmak bir yana zararlı olduğunun saptanması da, geçmişte bu tür ilaçlarla hastaların tedavi edilmesi yerine onlara zarar verildiği anlamına da gelir. Bu gün ilaç piyasasında hemen her hastalık için önerilen bir çok ilaç mevcuttur. Bugün ilaç piyasasında etkisiz, yararsız veya mevcut olanlara göre hiçbir üstünlüğü olmayan bir çok ilacın mevcut olduğu ve kullanılacak ilaç sayısının azaltılması gerektiği açıktır. Bu şekilde hazırlanan temel ilaç listeleri de bunu göstermektedir. Kartel, insanları mümkün olduğu kadar çok fazla ve devamlı ilaç kullandırmaya çalışmaktadır. “İnsanların yaşaması ve sağlıklı olmaları için devamlı ilaç kullanmaları gerekmektedir” fikri zihinlere yerleştirilmektedir. Kartelin düzenlediği hastalık ve tedavi düzenlemelerinde, hastalık olarak tanımlanan durumlarda nasıl tedaviler yapılacağı ve hangi ilaçların kullanılacağı belirtilmektedir. İlaç kullanımını yaygınlaştırmak için de belli bazı durumlar için kullanılan ilaçlar için yeni kullanım alanları belirlenip devamlı kullanım şemaları hazırlanmaktadır. Artık günümüzde bir hastalığın tedavisi için ilaç üretilmemekte, ilaç olduğu varsayılan kimyasal maddeler için uyduruk hastalıklar ve ilaç kullanma gerekçeleri yaratılmaktadır.
Bir ülkenin kendi pazarında kendi ürettiği ürünlerin satışı nasıl engellenir ve kontrol edilir?
Bunun tipik örneklerinden birisi ilaç ve tıbbi cihaz ve malzemelerde kullanılan patent hakları uygulamasıdır. Türkiye'de Gümrük Birliği anlaşmaları ile AB'de üretilen her türlü mal ve ürünün Türkiye'ye gümrüksüz girişi sağlanmıştır. Bu sağlanırken bir taraftan bu anlaşmalar diğer taraftan patent anlaşmaları ile artık iç piyasada satılan ürünlerin AB ölçütlerine uygun olma şartı getirilerek bu ülkelerin kabul etmediği ilaç ve tıbbi malzemelerin başka ülkelerden çok daha ucuz olsa bile getirilmesi ve satılması engellenmiştir. Bu şekilde pazara giren ve kullandırılan ilaçlar kontrol altına alınmış olmaktadır. Bu ilacın jenerik olanları üretilebilmeye başlandığı zaman “bu ilaçtan daha iyi ve etkili olduğu” ilan edilen diğer ilaçlar piyasaya sürülmekte, hatta firma kendi ürettiği ilacın fiyatını düşürerek jenerik ilaç seviyesine düşürmektedir. Ama yukarıda belirtilen mekanizmalarla artık bu ilaçlara fazla itibar edilmemektedir. Bu piyasada her nedense sadece aşırı oranda tüketilmesi gereken ve pahalı olan ilaçlar kullandırılmakta ve satılmaktadır. SSK Hastanelerinin mevcut olduğu dönemde bile SSK hastanelerinde tüketilen ilaçların çoğu kendi fabrikalarında üretilebilen ilaçlar değil, yabancı firmaların ithal ve pahalı ilaçları olmuştur. Ayrıca bu ilaç fabrikasının iç piyasaya ilaç satması da yasaklanmıştı. Bu derece üretim ve satışı sınırlandırılan bu fabrikalar SSK Hastanelerinin devri ile birlikte derhal kapatılmış ve içindeki stoklar çürümeye bırakılmıştır. Hatta hastanelerin daha önce satın aldığı ve depoladığı ilaçlar bile kullandırılmayarak hastalara hariçten ilaç aldırılmasına başlanmıştır. (Cumhuriyet Gazetesi, 15. Aralık 2005, Bahçetepe S. :Servet Değerinde İlaç Çürüyor- SSK eczanelerinin kapatılmasıyla atıl durumda kalan fabrikada 4 milyon YTK.’lik ilaç stoku var.)
İlaç ve diğer tıbbi ürünler nasıl pazarlanmakta ve satılmaktadır?
İnsanlar genel olarak diğer ürünleri pazara alışverişe çıktıklarında kendileri için ihtiyaç gördüklerinde (gerçekte ihtiyaç olabilir veya olmayabilir; bunu kendileri belirlerler) alırlar. İlaç ve tıbbi ürünler böyle bir ürün değildir.
İlaç ve tıbbi malzemelerde diğer müşterilerin aksine hangi ilaç ve malzemenin kullanılacağına tüketici değil onun adına hekim karar vermektedir. Hekimin bunu kendi değerlendirmesine ve kanaatine göre belirlediği kabul edilir. Hekim hastada mevcut olmayan bir durumu mevcut gibi görebilir veya mevcut bir durumu ilaç kullandıracak kadar vahim görebilir. Hekimin teşhisi bir hastada var olduğunu düşündüğü durum veya hastalık gibi algılayabiliriz. Bu değerlendirme genelde farklı hekimlerde farklı ve hatta benzer bile değildir.Farklı hekimlerin tanıları da farklı olacaktır. Tanı belirlendikten sonra sıra ilaç seçimi ve tercihine gelmektedir. Hekim hastasında istediği ilacı seçme ve kullandırma özgürlüğüne sahiptir. Herhangi bir ilacın en ucuzları ile en pahalıları arasında bir tercih yapabilir. Hekimlerin hangi ilaçları kullanabileceği kartel tarafından belirlenir. Daha işin başında kartelin belirlediklerinin dışında diğer ilaçların ithal, üretim ve satışına izin verilmez. Tıp kitapları ve dergilerinde hangi hastalarda hangi ilaçların kullanılacağı hekimlere öğretilir. Firmalar çeşitli komisyon, hediye ve promosyonlarla hekimlere ilaçlarını tanıtır ve hekimlerin hangi ilaçları tercih edeceklerini belirler. bu konuda rakip firmalar varsa bunlar kullanılacak ürünler konusunda kendi aralarında yarışabilir. Halk da artık gazete ve televizyonların değişmezi olan sağlık programları ile bu konularda eğitilir. Hemen her hastalık için kurulan hastalık dernekleri, beş yıldızlı otellerde verilen konferans ve tanıtımlar; fuarlarda kurulan sağlık masaları ve hasta avlamaya yarayan bedava sağlık kampanyaları ile halk gereksiz tıbbi tedaviler ve işlemler için yönlendirilir.
Bu şekilde eğitilen hastalar da artık hekimlere şikâyet ve sorunlarını anlatmak yerine kendilerinde yapılmasını istedikleri tetkik ve tedavileri doğrudan talep edebilirler. İşte hasta ve tıbbi sorunu bulunmadığı halde varsayılan hastalık ve tıbbi durumlar için kendi iradesi ilaç ve tıbbi teknoloji için hastanelere başvuran bu kişilere bu nedenle artık müşteri diyoruz.
Sağlıkta Dönüşüm ile her türlü ilaç ve tıbbi malzemenin ülkeye girişi, satışı serbest hale getirilmiş ve daha çok kişinin ilaç ve malzeme kullanması sağlanmıştır. Bu şekilde hasta sayıları ile birlikte ilaç ve tıbbi malzeme, cihaz giderleri astronomik olarak artmıştır.
TIBBİ KARTELİN DAYATTIĞI VEYA ABD’Yİ ÖRNEK ALAN SÖZDE MODERN SAĞLIK SİSTEMİNİN ÖZELLİKLERİ VE SAĞLIKTA DEĞİŞEN KAVRAMLAR

Türkiye ve hemen bütün dünya ülkelerinde uygulanması istenilen “sağlıkta dönüşüm” projelerinin amacı ABD tarzı bir tıp anlayışının hakim kılınarak iç piyasanın uluslar arası tıbbi tekellere teslim edilmesi ve bu tekellerin ürettiği ürünlerin satışının ve kârlarının arttırılmasıdır. Bu nedenle “sağlık veya sağlık hizmeti kavramları” bu anlayışa göre değişmiş ve başka amaçla kullanılır hale gelmiştir. Bunlar şunlardır:
1. “Sağlık Hizmeti” demek bir hastalık veya sağlık sorununu çözmek değil, artık her koşulda sürekli ve devamlı ilaç ve tıbbi teknoloji kullanmak demektir. Daha önceleri insanlar hastalık ve tıbbi sorunlarında ilaç kullanmaktaydı. Şimdi insanların her türlü biyolojik, fizyolojik ve sosyolojik durumu bir hastalık olarak belirlenmiş ve ilaç kullanma gerekçeleri arttırılmıştır. Günümüzde insanın diğer bir tanımı da “devamlı ilaç kullanan hayvandır”.
2. İlaç, tıbbi cihaz ve malzemelerin kullanılmasını arttırmak için uygulanan yöntemler yeni hastalıkların uydurulması, bu hastalıklara yönelik yeni ilaçların piyasaya sürülmesi; mevcut hastalıkların tedavilerinde bazı değişikliklere gidilmesi, hastalık tedavi şemalarının aynı anda bir çok ilaç kullanılacak şekilde değiştirilmesi, daha çok ve pahalı tıbbi cihaz, malzeme ve sarf malzemesi satabilmek için uyduruk cerrahi hastalıklar ve tedavi yöntemleri geliştirilmesi ve bütün bunların fabrikasyon olarak uygulanmaya konmasıdır.
3. Biyolojik ve fizyolojik süreçler hastalık gibi ele alınarak bunlarına da tedavi edilmesine(?) başlanmıştır: fizyolojik olarak kemik yoğunluğunun azalması, adetten kesilme (menopoz) tedavileri, kırışıklıkların, sellülitlerin giderilmesi için yapılan işlemler, meme, penis vb. büyültülmesi, vücut şeklinin düzeltilmesi, tıbbi sorunları çözmeyen estetik girişimler, mide yanmasının reflu olarak, horlamanın uyku apnesi adı altında tedavi edilmesi vb. gibi sayıları giderek artan hastalık dışı tıbbi girişimleri sayabiliriz.
4. Tüm toplumda sürekli ilaç kullanımının arttırılması için bir hastalığı tedavi etmekten çok, gelişebilecek bazı tıbbi sorunların önlenmesi amacı ile reklam edilen devamlı ilaç kullanılması ve takip programları. Kitlesel olarak kullandırılan bu ilaçlara örnekler: Kolesterol, lipit düşürücü, menopozda yapay adet gördürücü, kemik yoğunluğunu attırmak için kullanılan ilaçları sayabiliriz.
5. Doğal olarak bir canlının gerekli gıda, vitamin ve mineralleri gıdalarla alması esastır. Fakat bu yeni anlayışta, vitamin, mineral ve besinlerle alınması gereken her maddenin ayrıştırılmış ve hap haline getirilmiş ticari ürünlerinin kullandırılması esastır. Bu ürünler de kitlesel olarak kullandırılmaktadır.
6. Bu tıp anlayışı görünüşte doğada mevcut veya görülebilecek her türlü hastalığı engellemeyi hedeflemektedir. Bu cümleden olmak üzere hemen her türlü virüs ve mikroorganizmalara karşı aşı geliştirilerek insanların bu aşıları yapması zorunlu hale getirilmektedir. Çoğu kendiliğinden ve bir tedavi yapılmadan iyileşebilen ve toplumsal bir tehlike oluşturmayan bu tür hastalıklar için kitlesel aşılama programları uygulanmaktadır. Bu aşılara bağlı gelişen sağlık sorunları aşılama yapılan hastalığın yaratabileceği sorunların çok altında kalmaktadır.
7. Kanser tedavisi: Kanser hastalarının tamama yakın büyük bir kısmın, nedene ve mekanizmaya yönelik olmayan, etkisiz ve aynı zamanda hastalara zarar veren ışın ve mitoz önleyen ilaçlarla tedavi edilmektedirler. Çoğunlukla kanser tedavilerinde etkisiz ve yararsız olan bu tedaviler her hastada yararsızlığı bir defa daha kanıtlandığı halde tedavi programları değişmeden uygulanmaya devam etmektedir. Daha yeni, ve pahalı ilaçlar piyasaya sokulurken sağlık piyasası bu ilaçları kullandıracak şekilde yönlendirilmektedir.
8. Hastanelerin ve sağlık kuruluşların çalışma amaçları ve verimlilik kavramları değişmiştir.
Hastanelerin iyi ve verimli çalıştırılması demek hastanelerin olabildiğince daha çok hasta bakması, bunları bakım altında tutması, ameliyat, girişim ve kontrol yapması, ilaç ve malzeme tüketmesidir. Nasıl bir alışveriş merkezi müşteri ve satılan ürün sayısını arttırırsa hastaneler için de amaç müşteri ve elde edilen kârın arttırılmasıdır. Kârını ve müşterisini arttıran hastaneler verimli çalışmaktadır.
Sağlık Hizmetlerinde gerçek verimlilik kavramı, muayene, tedavi, girişim, ilaç kullanan insan sayılarını azaltmak, tedavi süreleri, nekâhet süreleri, komplikasyon ve ölüm oranlarını en düşük seviyeye düşürmektir. Tedavi olan bir kişinin yapılan tedavi ve girişimlere bağlı olsa da devamlı tedavi ve bakım alacak duruma sokulması bir tıbbi başarı değildir. ABD dünyada sağlık harcamalarının en fazla, iatrojenik (tıbbi uygulama ve tedavilere bağlı) ölüm ve komplikasyonların en fazla olduğu ülkedir. Günlük yaşamın en fazla tıbbileştiği bir ülke olmasına rağmen dünyada en kötü sağlık hizmeti verilen ülkelerin başında gelmektedir. Hatta şunu bile söyleyebiliriz: ABD’deki gibi bir sağlık hizmeti verileceğine böyle bir hizmetin hiç verilmemesi insanların daha yararına olabilir. (Null G. ve ark. : Death by Medicine, October 2003. http://www.truemantuck.ca/ANHS/Email/Bill_c_420/DEATH_BY_MEDICINE.pdf veya http://www.whale.to/a/null9.html )
9. Hastanelerde verimlilik kavramının değişmesi ve buraların bir işletme olarak işletilmesi kavramı ile birlikte sağlıkta hedefler sağlıklı, hastalıksız insan nüfusunu azaltmak olmaktan çıkartılmıştır. Hasta sayısının artması için artık hastalıkların iyileştirilmesi ve hastaların normal yaşamlarına sürmesi değil hasta olan ve devamlı tıbbi bakım ve tedavi alan insanların arttırılması hedeflenmektedir. Amaç bu olunca sağlık ve ilaç harcamalarında bu alana en fazla harcamayı yapan ülkelerin seviyesine ulaşmak hedef olarak konmakta ve bu tür giderleri arttırmak için elden gelen yapılmaktadır.
10. Sağlıkta giderlerin arttırılması hedeflendiği için bu giderlerin de bir şekilde karşılanması ve pazarlanan ürün, malzeme ve cihazların paralarının bir yerlerden ödenmesi gerekmektedir. İşte GSS (Genel Sağlık Sigortası) bu amaca hizmet etmektedir. GSS’nin amacı bu harcamalara temel bir kaynak oluşturmaktır. Kolesterol ve menopoz ilaçlarının giderleri, veya anjografi ve stent girişimlerinin masraflarının bir kısmı sigorta tarafından ödenmeseydi bu ilaç ve girişimleri yaptıran kişilerin sayısı çok fazla olmazdı. Giderek toplanan primlerin de çok aşırı artan bu giderleri karşılamada yetersiz kalacağı açıktır. Bu nedenle, sağlık sigortası giderek bir sağlık yardımına dönüşecek ve artan harcamalar katkı payları, özel sigortalar yaptırmakla karşılanacaktır.
11. Burada esas hedef gerekli ve yararlı olmayan, çoğu zaman ilerde gelişme ihtimali olan durumları tedavi etmeyi amaçlayan, bu durumlarda etki ve yararı bulunmayan varsayılan durumların tedavisinde kullanılan pahalı ilaçların devamlı ve kitlesel kullanımı olduğu için hastalıkların kullanımında gerekli ve zorunlu olan bir çok ucuz ilacın da sigorta kapsamından çıkarılması hedeflenmektedir.
12. Bu sağlık anlayışı tıpta bir tekel veya bir diktatörlük anlayışını getirmektedir. Hiç kimse kartelin belirlediği sınırların dışında sağlık hizmeti veremez ve başka ilaç ve malzeme kullanamaz. Bu nedenle kartel bir çok ülkede ilaç kullanmadan, çoğu zama bitkisel bazı ürünler, masaj vb. kullanılarak yapılan sağlık hizmetlerine de izin vermemekte ve bunları yasaklamaya çalışmaktadır. Yeni sosyal güvenlik yasasında hastalara hekimlerin uyguladığı ve önerdiği tedaviyi uygulama mecburiyeti de getirilmekte ve uymayan kişilerin cezalandırılacağı belirtilmektedir.
Yukarıdaki nedenlerle kartelin belirlediği faşist sağlık anlayışının yıkılması ve sağlığın toplumsallaştırılması ve demokratikleştirilmesi gerekmektedir.
Her iki sağlık anlayışı ve uygulamaları arasındaki farkı aşağıdaki şemada özetlenmiştir.




SAĞLIK HİZMETİ ANLAYIŞI: VERİMLİLİK, KALİTE VE HEDEFLER
KARTEL TIBBI HALKÇI VE İNSAN MERKEZLİ TIP ANLAYIŞI

Tablo 4. Sağlık Hizmeti anlayışı.



Sağlıkta Dönüşüm programı ile sağlık hizmetleri, “gereksiz” kalemlerin arttırılması ile şişirilmiş ve olması gerekenin çok üstünde bir sağlık piyasası oluşturulmuştur. Hastane ve eczaneler arasında dolaşmak ve devamlı ilaç ve tıbbi malzeme teknoloji tüketmek insanların gündelik yaşamlarının bir parçası haline gelmiştir.
Kartel tıbbının sağlık anlayışı her durumda ilaç ve tıbbi teknoloji kullanmayı zorlamaktır. Halkçı sağlık anlayışının bundan en önemli farkı, farklı nedenlerle oluşan ve hasta tedavisi ve sağ kalımında hiçbir rolü bulunmayan bir çok durumda ilaç kullanımı yerine hastalığa neden olan (beslenme, giyinme, ulaşım, ısınma, spor gibi alanlarda alınan önlemler, yoksulluğun önlenmesi gibi) koşulların düzeltilmesi ve bu şekilde insanların hem sağlıklı hem de daha uzun ve iyi yaşamasının sağlanmasıdır.
Sağlık Harcamalarında uygun (optimum) bir seviye var mıdır? Hemen bütün sağlık harcamaları görünüşte hekimlerin uygun görmeleri ve değerlendirmelerine göre, gerçekte ise kartelin belirlediği katı kurallarla belirlenmektedir. Yapılabilecek harcamaların ucu açıktır. Eğer ödemek için yeterli kaynak varsa bunu istenildiği oranda arttırmak mümkündür.
Bizzat TBMM Başkanı’nın açıklamasına göre TBMM’nin üyeleri için (görevli ve emekli) kişi başına yıllık 2 bin dolar sağlık harcaması yaptığı açıklanmıştır.
Harcamaların ucunu ne kadar açarsanız giderler de o oranda artacaktır. (http://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/tbmm_basin_aciklamalari_sd.aciklama?p1=28471 )


SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM PROJESİ İLE NE GİBİ DEĞİŞİMLER BAŞARILMIŞTIR

Sağlıkta dönüşümün ana özelliklerini şu başlıklar altında inceleyebiliriz:
1. SSK hastaneleri başta olmak üzere bütün kamu (devlet) hastaneleri ve sağlık kuruluşlarının Sağlık Bakanlığına devri, sosyal güvenlik kuruluşlarının hastanecilik, ilaç üretimi yapması ve toplu ve ucuza ilaç almasının yasaklanması.
2. Sosyal güvenlik Kuruluşlarının tek bir çatı altında toplanarak birleştirilmesi ve bu kurumların hastanelerden sağlık hizmeti alan geri ödeme kuruluşları haline getirilmesi. (Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu (Kanun no: 5502, kabul tarihi:16.5. 2006) ve Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu (Kanun no:5510, kabul tarihi 31.5.2006) ile sosyal güvenlik kuruluşlarının birleştirilmesi sağlanmıştır. )
3. Sağlıkta Dönüşüm’ün esas amacı devletin sağlık hizmetleri alanından çekilmesi ve mevcut hastanelerin nihai olarak özelleşmesidir. Sağlık Bakanlığı sadece düzenleyici ve denetleyici rol üstlenecektir. Devlet (Sağlık Bakanlığı) Hastaneleri de kâr getiren ve kazancını arttıran bir hastane olarak çalıştırılmaya başlanmışsa da bu hastaneler henüz tamamen özeleşmemiştir. Daha önce özelleşen alanlara ek olarak (güvenlik, yeme- içme) radyoloji, tomografi, ameliyathane gibi bazı birimlerin hastaneler içinde özel firmalara devredilerek özelleştirilmesi ile hastanelerin buralardan hizmet almasına başlanmıştır.
4. Hastaların tıbbi sorunları için özel merkez ve hastanelere gitmeleri serbest bırakılmış ve diyaliz, fizik tedavi ve kalp hastalıkları gibi özel durumlar için açılan özel merkez ve hastaneler artmıştır.
5. Birinci basamak hizmetleri ağırlıklı olarak Sağlık Ocakları, SSK Dispanserleri ve bazı kamu birimlerince verilmekteydi. Bunlar da Sağlık Bakanlığında toplandıktan sonra “aile hekimliği” adı altında giderek özelleştirilmeye başlanmıştır. Sağlık Ocakları hızla kapatılmaktadır.
6. Bu uygulamalarla devlet ve üniversite Hastaneleri de henüz devlete ait olmalarına rağmen artık kâr ve kazancını arttıracak şekilde çalışmaya başlamıştır. Bunun için hastanelere gereksiz bir çok cihaz, tomografi, kemik tarama, mamografi cihazları ve kan tetkik cihazları alınmıştır. Tıbbi teknoloji, ilaç, tıbbi cihaz, malzeme ve sarf malzeme kullanılmasını arttırma amacı ile hasta sayılarının arttırılmasının sonucunda hastane, hekim, cihaz sayıları görece azalmıştır. Talebin arttırılması sonucunda devlet ve üniversite hastanelerinin yetersiz hale gelmesi ve eskisinden daha fazla kuyrukların oluşması bu hastaların özel hastane ve merkezlere gitmelerini zorlamaktadır. Uygulanan siyasetler sonucunda bir yandan Sağlık Bakanlığı Hastanelerinin bazı bölümleri giderek parça parça özelleştirilirken açılan özel hastane sayılarında da artış olmuş ve bütün sigortalıların üniversite ve özel hastanelere başvurmaları serbest bırakılmıştır.
6. Projenin nihai amacının kartele giden ilaç ve diğer harcamaları arttırmak olduğunu belirtmiştik. Bir taraftan kemik erimesi, menopoz tedavisi ve kolesterol tedavileri gibi neden verildiği ve neyi tedavi ettiği belli olmayan ve yaşam boyu kullandırılacak ilaçların kullanımı için engeller kaldırılmıştır. Artık herhangi bir hastanede tek hekim bu raporları düzenleyebilmektedir. Hastaların ilaç yazdırmak için de hekime gitmesine gerek yoktur. Raporlu bazı ilaçlar doğrudan piyasa eczanelerinden alabilmektedir.
Türk Sağlık-Sen tarafından hazırlanan "Sağlık Harcamaları Raporu"nda, 2003'de 5 milyar dolar olan kamu ilaç harcamalarının 2006'da 10 milyar dolara çıktığı bildirilmiştir. Bu harcamalar içinde SSK’nın 2002'de 3.594 katrilyon lira olan toplam sağlık harcamasının 2006'da 11.6 katrilyon liraya (3.2 katı artmıştır), 2002'de 1.878 katrilyon lira olan ilaç harcamalarının ise geçen yıl 5.265 katrilyon liraya (yaklaşık 2.8 katı artmış) ulaştığı belirtilmiştir.
Uygulanan politikaların gereksiz ameliyat ve girişimleri arttırması oranı hakkında da bir rakam vermek gerekirse, 2002'de Sağlık Bakanlığına bağlı hastanelerde toplam 836 bin 518 ameliyat yapılırken, 2005'de bu sayının toplam 2 milyon 288 bin 489 olduğu bildirilmiştir (2.7 kat artış). Diğer hastanelerdeki oranların da buna benzer olduğu ve mevcut sistemde gereksiz girişimleri azaltmak ve hastaları bu tür gereksiz işlemlerden korumak için hiçbir mekanizmanın da bulunmadığı hatırlanmalıdır. ANKARA (A.A) - 27.05.2007 - http://www.ortadogugazetesi.net/habergoster.asp?id=7663

BAŞTA İLAÇ VE DİĞER TIBBİ ÜRÜNLERİN SATIŞLARINI ARTTIRACAK ŞEKİLDE KAMU KAYNAKLARININ HORTUMLATILMASI NASIL BAŞARILMAKTADIR

Sağlıkta Dönüşüm bir anlamda sağlık hizmeti adı altında kamu kaynaklarının denetimsiz hortumlanması ve yağmalanması demektir.
Sağlıkta verimlilik kavramı sağlık alanında yapılan harcamaların olabildiğince arttırılması olarak kavrandığı için, hastanelerde hekimlerin verdikleri her hizmet performans adı altında bir komisyonla ücretlendirilerek hekimlerin çalışmalarını abartmaları, gereksiz işlem ve tedavileri arttırmaları sağlanmıştır. Bir taraftan bunlar yapılırken diğer taraftan menopoz, kemik erimesi (osteoporoz), meme poliklinikleri ile sağlam kişilerin kitlesel halde hastanelere çekilmesi sağlanmıştır. Hastanelerde tomografi ve görüntüleme merkezleri özelleştirilirken hastaların bu imkânları kullanmaları reklamlarla teşvik edilmiştir.
Yapılan bu yolsuzlukları ve kötü uygulamaların ortaya çıkması ve denetlenmesinin engellenmesi için de elden gelen her şey yapılmıştır. Hastaneler tarafından düzenlenen faturaların incelenmesinde faturalarda yapılan tedavi ve hizmetlerle ilgili “HİÇ BİR BELGENİN İSTENMEYECEĞİ” sıkı bir şekilde kurala bağlanarak yapılan işlemlerin denetlenmesi engellenmiştir. Beyana göre yapılan bu denetimler tamamen göstermelik ve etkisizdir. Önceleri sadece Sağlık Bakanlığı hastanelerinde uygulanan bu kural daha sonra diğer hastanelerde de uygulanmıştır. Gönderdikleri faturaların belge temelinde incelenemeyeceğini ve geri ödeme kuruluşlarının hiç belge isteyemeyeceğini bilen sağlık kuruluşları gönderdikleri faturalarda sadece yaptıkları abartılı işlem ve tedaviler değil hiç yapılmamış ve hayal gücü ile şişirilmiş hizmet ve tedavi kalemlerini de abartarak fatura etmeye başlamışlardır.
Bu etkisiz ve göstermelik denetim anlayışına rağmen ilk iki yıl hastanelerden gönderilen faturalar, yapılan göstermelik incelemeler göz ardı edilerek Sağlık Bakanlığı ve Üniversiteler arasında yapılan mutabakat ile kapatılmıştır. Yapılan yolsuzluk ve hortumlamaların ortaya çıkmasının önlenmesi için daha önceki dönemlere ait faturaların da çıkarılan bir yönetmelikle imha edilmesi sağlanmıştır. Bu şekilde geçmişe yönelik yapılabilecek araştırma ve incelemeler engellenmiştir.
Sosyal Güvenlik Kurumlarından Bağ-Kur, Emekli Sandığı ve Yeşil Kartta bu tıbbi denetimler, hiçbir tıbbi eğitimi bulunmayan sıradan memurlara yaptırılmıştır.
Hastanelerin faturalama teknikleri ve uygulamaları da kendilerinde uygulanan kurallara uygun olarak değişmektedir.
Özel Hastaneler genellikle paket fiyat (belirli bir hastalığın tedavisi için belirlenen sabit fiyat) üzerinden anlaştıkları için bu hastaneler tetkik, ilaç kalemleri ve yatış sürelerini en düşük seviyede tutarken, gelirlerini arttırmak için yapmadıkları diğer girişimleri yapılmış gibi göstererek gelirlerini arttırmaya çalışmaktadırlar. Bu şekilde bir çok dalda faturaların bir ameliyattan çok dört beş ameliyat yapılmış gibi fatura edildiği görülmektedir. Bu hastaneler kendilerine gelen her gebe kadında sezaryen ameliyatı yaparken, kardiyovasküler merkezler kendilerine gelen her hastaya anjiografi, anjioplasti ve stent uygulaması ve sıralı olarak by-pass (köprüleme-aktarma) ameliyatları yapmaktadırlar. Reklamlarla merkezlere çekilen ve endişelenerek buralara başvuran her kişiye ileri derecede kalp hastalığı varmış gibi davranılmakta ve girişim yapılmaktadır. Özel hastanelerde dikkati çeken bir husus, yatış süreleri, komplikasyon ve ölüm oranlarının düşük olmasıdır. Bunun sebebi komplikasyonlardan dolayı ilâve kazançları olmaması, ve ölüm riski olan hastaların (çoğunun yapılmaması gereken) ameliyatlarından kaçınmadır. Bu bile devletin uyguladığı sağlık politikalarının komplikasyon ve ölüm oranları üzerine doğrudan etkisini göstermesi bakımından ilginçtir.( Bu şekilde hastane gelirini arttırmak için tedavi maliyetlerini düşük tutmaya çalışmaktadır.
Devlet Hastaneleri yapılan ameliyat ve girişimler genellikle paket (sabit fiyat) üzerinden ödendiği için paket ameliyatların bir arada yapılmış gibi birden fazla fatura edilmesi; paket olmayan işlemlerde de diğer tedavi kalemlerinin abartılarak fatura edilmesi yöntemine başvurulmaktadır.
Üniversite hastaneleri, paket fiyat üzerinden ödeme anlaşmaları yapmayarak her türlü harcama kalemlerini arttırarak fatura etmektedir. Üniversite hastanelerinde verilen hizmetler paket fiyatlara (kâr oranı dahil girişimin fiyatı) göre en az 5-10 kadar abartılmaktadır. Bu hastanelerde, ayaktan takip süreleri, yatırılma süreleri, tetkik sayıları (bazı hastanelerde bin ve bin beş yüz gibi sayıları bulabilmektedir), konsültasyon sayıları, bir yatışta yapılan girişim ve ameliyat sayıları, ilaç ve malzeme kullanımı abartılı olarak fatura edilmektedir. Tıbbi hizmetler de abartıldığı gibi yatan her hastada pahalı ilaçlar ve antibiyotikler kullandırılmakta ve devamlı damar içi serum tedavileri verilmektedir. İatrojenik (tıbbi işlemlere bağlı) komplikasyonların ve ölüm oranlarının çok yüksek olduğu bu hastanelerin bugün dünya çapında en kötü ( ABD’den de kötü) sağlık hizmetlerini verildiği yerler olduklarını söyleyebiliriz. Bu durum bağımsız kuruluşlarca yapılacak incelemelerle veya ortalama hastanede kalma, ilaç, tahlil ve girişim şekilleri, komplikasyon ve ölüm oranları incelendiğinde kolayca görülebilecektir. Bu hastaneler hastaların iyi olması ve tedavi olmasını değil devamlı hastanede yatmaları, komplikasyon oranlarının yüksek olması ve hatta uzun süren yoğun bakım tedavileri ile kazançlarını katlamaktadırlar. Bir hasta ne kadar kötü tedavi edilirse hastanelerin geliri o kadar fazla olmaktadır. Bu hastanelerde hiçbir tedavi ölçeği kabul edilebilir oranda değildir. Her üç hastanede de gereksiz, yapılmaması gereken ameliyat ve girişimler çok fazla abartıldığı gibi, ameliyat ve girişimlerde özellikle pahalı cihaz ve malzemelerinin kullanıldığı ameliyatlar ön planda gelmektedir. Bu uygulamalar ile özellikle ithal tıbbi cihaz ve malzeme kullanımı ve satışında çok fazla artış olmuştur.
Bütün hastaneler çok gerekli ve zorunlu olmamasına rağmen hemen her türlü tetkik ve görüntülemeyi yapacak şekilde tıbbi cihazlarla doldurulmuş ve bu teknolojiler de özellikle devlet ve üniversite hastanelerinde hemen her hastada uygulanmaya başlanmıştır. Uluslar arası tıp karteli bu tür cihazları İngiltere ve AB ülkelerinde görülen oranların çok üstünde satılmasını sağlamışlardır. Bir çok hastanede birden fazla tomografi ve manyetik rezonans merkezi vardır.

SAĞLIKTA DÖNÜŞÜMDEN SONRA HASTANELERDE VERİLEN HİZMETLERDEKİ GÖZE ÇARPAN DEĞİŞMELER

Bunu da Sağlık Bakanlığı hastaneleri, Üniversite hastaneleri ve özel hastaneler olarak üç grupta inceleyebiliriz.

Tablo 5. Hastanelerde verilen sağlık hizmeti oranları.




SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM PROJESİNE TOPLUM KESİMLERİNDEN GELEN DESTEK VE TEPKİLER

Türkiye’de bu proje çok teknik ve başarılı şekilde yürütülmüştür. Avrupa Birliği ve Küreselleşme özlemleri altında yürütülen diğer sömürgeci projelerde olduğu gibi sağlık hizmetlerinde yapılan bu özelleştirmeye karşı da hemen hiçbir ciddi muhalefet olmamıştır.
Mevcut siyasi partilerin hemen hepsinin sağlık siyasetleri hemen aynı olup bütün partiler kendi dönemlerinde böyle bir projeyi gerçekleştirmek için çalışmışlar veya bu projenin uygulanması için elverişli koşulları sağlamışlardır.
Şişirilen bu sağlık piyasası ve performans (komisyon) uygulaması ile hekimlerin ve SSK Hastaneleri ve İlaç fabrikalarının kapatılması ile bu kurumdan karşılanan ilaç harcamalarının da eczanelerden karşılanması eczacıların tepkisini engellemiştir. Bir çok hekim tarafından sağlıktan dönüşüm, hekim gelirlerini arttırmak için yapılan bir uygulama olarak algılamıştır. Tıbbi cihaz ve malzeme satan firmalar hem artan satışları hem de keyfi olarak fiyat ve ürün belirleyerek buralardan fahiş kârlar elde ettikleri için bu uygulamayı desteklemiştir.
İşçi sendikaları diğer alanlarda olduğu gibi sağlık alanında yapılan bu özelleştirmeyi de derin bir “gaflet ve delalet” içinde desteklemişler veya tepki göstermemişlerdir. Onlar da bu dönüşümün sigortalıların artık devlet parası ile ceplerinden para ödemeden özel hastanelerde muayene ve tedavi olabilmeleri için yapıldığını sanmışlardır.
TTB hem hekimlerin örgütü olmaları ve Sağlıkta Dönüşümde kullanılan bazı kavramların kendi sloganları ile olan benzerliği nedeni ile, hem proje safhasında çalışmalara katılmış ve hem de esaslı ve kökten bir muhalefet yapmamıştır. TTB’nin muhalefetinde tıp kartelinin belirlediği sağlık anlayışına ve siyasetine bir muhalefet yoktur. TTB bir çok konuda AB kurumları ile işbirliği yapmaktadır. Bir çok tabip odası AB fonlarından para almıştır. Dolayısı ile kökten bir karşı çıkış zordur. Muhalefet, hakların kısıtlandığı ve hekim kazancının azaldığı noktadadır.
Diğer ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de mevcut hiçbir parti ve örgütün projeyi tam olarak kavrayamaması veya kavramak istememesi bu projeyi “muhalefeti olmayan” bir proje haline getirmektedir. Bu nedenle yapılan işlerin tespit edilerek halka gösterilmesi ve halkçı sağlık siyasetlerinin belirlenmesi önem kazanmaktadır.
Türkiye’de oligarşinin temel taşlarından olan Koç grubu İstanbul’da açtığı “Vehbi Koç Amerikan Hastanesi”nin açılışında yaptığı konuşmada “Amerika’da mezarlık, itfaiye dahil her şey özelleştirilmiştir. Türkiye’de mezarlıklar da özelleştirilsin demiyorum ama hastanelerin özelleştirilmesi gerekiyor. Devletin sırtındaki yük ancak bu şekilde kalkacaktır” ve “devlet hastanelerinin daha iyi hizmet verebilmesi için özelleştirilmesi gerekiyor” demiştir. (Cumhuriyet Gazetesi 30 Haziran 2007, s.3)
Mezarlıklar dahil, sırası gelince her şeyin özelleştirilerek uluslar arası şirketlerin ve kartellerin eline verilmesi için sürdürülen bu sömürgeleştirme ve köleleştirme saldırısının iyi bir şey sanılarak daha ne kadar süre ile toplum ve kitle örgütleri tarafından destekleneceği gerçekten sosyolojik bir araştırma konusudur.

(*) Kartel: Bir ürün veya hizmetin üretim ve dağıtımını denetleyerek rekabeti sınırlandırmak için oluşturulmuş belirli üretim alanlarında çalışan şirketlerin birliği. Tıp karteli denince ABD ve AB’nin tıp ve ilgili konularda üretim, dağıtım, lisans, eğitim ve kuralları belirleyen gruplar anlaşılmaktadır. Yarı sömürge ve sömürge ülkelerde bu kartelle rekabet edebilen bir iç kartel mevcut değildir.

31.6.2007

GATS ANLAŞMASI KAPSAMINDA BULUNAN HİZMET SEKTÖRLERİNİN SINIFLANDIRILMIŞ LİSTESİ

GATS ANLAŞMASI KAPSAMINDA BULUNAN HİZMET SEKTÖRLERİNİN SINIFLANDIRILMIŞ LİSTESİ Çeviri: Selim Yılmaz Aşağıdaki sınıflandırma 1994...