HEKİMLERE KARŞI ARTAN SALDIRILARI NASIL YORUMLAMALIYIZ Hekimlere karşı olan saldırılar son zamanlarda basın ve TV’lerin temel başlığı olmaya başlamıştır. Bu olayı mevcut siyasi ortam çerçevesinde irdelediğimizde şu noktaları saptamaktayız: Hekimlere karşı olan saldırılar daha önceleri de vardı ve halen olmaya devam etmektedir. Son zamanlarda gerçek olay sayısını bilmesek de bu olayların arttığını söylemek mümkündür. Fakat günümüzde hekim ve hasta sayısı öncesine oranla aşırı oranda artmıştır. Hekimler ve sağlık çalışanları ile hastaların teması ve ilişkileri artmıştır. BU OLAYLARDA SAĞLIK SİSTEMİNİN ETKİSİ (BİR KERE DAHA) Sağlık sisteminin özelleştirilmesi ve uluslararası tıp kartelinin ürünlerinin serbestçe pazarlanıp satıldığı bir sağlık pazarına dönüştürmesi, sistem içindeki rolleri de değiştirmiştir. Bu sistemde sağlık kuruluşları kapitalist verimlilik mantığına göre işletme verimliliğini arttıracak şekilde bir yarışa girmiştir. İşletme verimliliği birim başvuru ve işlemden en fazla gelirin elde edilmesi demektir. Bu, muayene olan, yatan, tedavi gören, ameliyat olan, ilaç yazdıran -kısaca her ne sebeple olursa olsun bu kuruluşlara başvuran hasta sayısını arttırmak ve başvuran hasta başına en fazla geliri (kârı) sağlamak demektir. Bu tabii ki sağlıkla ilgili çok önemli işler yapılıyormuş gibi gösterilerek sağlanabilir. Sağlık kuruluşlarına işletme verimliliğini arttırmaları için her türlü olanak sağlanmıştır. Dönüşüm piyasayı tanzim ederken her türlü kavramı değiştirmiştir; mesleği de bozmuş ve iğfal etmiştir. Sağlık hizmeti: Tıp literatüründe bilinen bütün teşhis, tedavi yöntemlerinin, ilaç, tıbbi malzeme ve sarf malzemelerinin bir hastalık veya gerekçe uydurularak olabildiğince fazla sayıda ve sıklıkta uygulanması ve pazarlanmasıdır. Hekim bu sistemde hastasında istediği her türlü hastalığının varsayılan olarak mevcut olduğunu kabul ederek ve buna inanmış görünerek ilaç yazabilir, tetkik isteyebilir, ameliyat yapabilir, kişilere ilaç ve malzeme kullandırabilir. Bu, O’na tanınmış bir haktır. Hekim bu tür davranışından dolayı sorgulanamaz ve eleştirilemez. Madem ki O bir hekimdir; istediği gibi düşünebilir ve istediğini yapabilir. Önünü arkasını düşünmek, kimseye hesap vermek zorunda değildir. Bu konuda Cumhurbaşkanı gibi sorumsuzdur. Hekim birçok gereksiz tetkik, tedavi ve girişimi yaparken işi kılıfına uydurarak yapmak zorundadır. Canı eğer tansiyon ilaçları yazmak istiyorsa teşhisini tansiyon; depresyon ilaçları yazacaksa depresyon, epilepsi ilacı yazacaksa epilepsi yazacaktır; canı anjiografi yapıp stent takmak istiyorsa kişi koroner kalp hastasıdır. Bu hastaya anjigrafi, stent, balon, bypass ameliyatlarından birini bir kaçını istediği sırada istediği kadar yapabilir. Hasta horluyorsa kişiye uyku apnesi sendromu teşhisi koyarak, uyku testi yapıp CPAP cihazı kullandırabilir. Gebe bir kadını doğum tehlikeli ve normal doğum zararlı diyerek sezaryene zorlayabilir; yeni doğan bebeği de hayatı tehlikede, iyi solumuyor vb. diyerek yoğun bakıma yatırıp aylarca orada tutabilir. Hekim hangi faaliyeti kendisine artı değer getiriyorsa o yöne yönlenmekte ve tercihini bu şekilde kullanmaktadır. Bu sistemde herhangi bir tetkik ve tedavinin gereksiz yere yapılması değil, usûlüne göre yapılmaması ve sistemin izin verdiği malzeme, ilaç ve metodlara uymadan yapılmasıdır. Gereksiz olarak yapılan tedavi ve girişimlerin yol açtığı sorunlardan ise sistem değil, malı pazarlayan (tetkik, tedavi ve girişimi yapan) hekim sorumlu tutulmaktadır. Kötü işleyen bu sistemin bütün kötülüğünü ve olumsuzluğunu örtmek için bütün oklar tedavi ve girişimi yapan hekim üzerine yönlendirilmektedir. Hekimler ve hekim faaliyetleri hakkında olabildiğince kuşkulu ve önyargılı olmaları için “hasta hakları” birimleri kurulmuştur. Hekimler aleyhine her türlü şikâyet, adli ve idari soruşturmalar adeta teşvik edilmiştir. Bütün sağlık piyasası vahşi kapitalizm ve vahşi kâr anlayışı ekseninde çalışırken toplumun dikkati hasta hakları, hekimlerin yanlışları ve kötü uygulamaları, hasta hekim çelişkileri üzerine yoğunlaşmaktadır. Bunun diğer bir yansıması da hekimlere olan saldırı, yaralama ve öldürme olaylarının ülke gündemindeki diğer sorunların önüne geçirilerek topluma servis edilmesidir. Hasta-hekim ve sağlık çalışanı çelişkisinin ön plana getirilerek abartılmasının diğer bir amacı da insanların tıbbi işlem ve tedavileri en yüksek fiyata yapan merkez ve kişilere yönlendirilmesidir. Bu sefer insanlar yapılan tedavi ve girişimlerin “ en garantili” ve ölüm riski en az olacak şekilde yapacak fiyatı daha yüksek hastane ve hekimlerin peşine düşmeye başlayacaklardır. Toplum bir fasit daire içinde hapsolmuş olduğundan bu tekeliyetçi sağlık sisteminin dışına çıkma şansı yoktur. Yeni sistemde hekim pazarlama elemanı veya müşteri temsilcisi, hasta da müşteri konumuna sokulmuştur. Günümüz hastası basın, TV ve her türlü iletişim yöntemi ile bu sistemin sağlık ve hastalık anlayışı konusunda eğitilmektedir. Önceden hazırlanmış bu kitle daha sonra hastanelere başvurarak hangi konularda tetkik ve tedavi istediğini hekime belirtmektedir. Tablo alacağı telefonu önceden belirlemiş bir müşterinin bir cep telefonu bayisine gitmesinden çok da farklı değildir. Telefon bayiinde çalışan görevlinin verimliliği gelen müşteriye aldatarak, bilgilendirerek ve yönlendirerek ne kadar pahalı bir telefon satabildiği ile ölçülmektedir. O da bu performansı için para kazanmaktadır. Sağlık piyasasında da durum başvuru başına kişiden ve SGK’dan alınabilecek maksimum para ile ölçülmektedir. Genellikle kalp ve kalp sorunları ilgisi bulunmayan bir göğüs ağrısında hastayı ekokardiyografi yerine anjiografi; anjiografi yerine MR anjiografi; bir kanser hastasında ultasonografi tetkiki yerine tomografi, tomografi yerine PET scan’a yönlendiren hekim en verimli çalışan bir hekimdir. Hekimlere daha fazla müşteri bulmaları ve para kazanmaları için özel ve devlete ait hastanelerde performans ücreti adı altında ayrıca komisyon verilmektedir. Hastanelerin ve hekimlerin yaptıkları işlem, tedavi ve girişimler sanal olarak beyana göre faturalanmaktadır. Bu da hastanelerin ve hekimlerin gereksiz işlemleri istedikleri kadar rahat bir şekilde yapabilmeleri ve yaptıkları bu işlem ve tedavileri daha pahalı işlem kodlarından fatura ederek daha fazla para kazanmaları imkânını vermektedir. Ayrıca özel hastanelerde hayâli olarak abartılan işlem fiyatı ne kadar fazla olursa hastadan alınabilecek fark ücreti o kadar fazla olmaktadır. (Tedavi maliyetinin yaklaşık iki katı yasal, daha fazlası da dükkan senin mantığı ile). Hastaneler bununla yetinmeyerek hasta üzerinden daha en fazla para kazanmanın yollarını bulmuşlardır. Bu da bazı tedavi, ilaç ve malzemelerin parasını hastadan tahsil etmekten geçmektedir. Hasta için hiç gerekmeyen, hastane tarafından temin edilmesi gereken birçok ilaç, malzeme ve cihaz hastaya temin ettirilmekte veya bunların bedeli medikal firmalarla işbirliği içinde çalışan hekimler vasıtası ile hastane ortamında hastalardan tahsil ettirilmektedir. Sağlıkta dönüşüm hasta sayısını bu şekilde arttırmaktadır. Kâğıt üzerinden hasta görünenlerin ortak çoğunun gerçek hasta olmamasıdır. Bunlar ya var olan önemsiz bir sağlık sorunu abartılan ya da hiç bir bulgu ve belirti olmadığı halde varsayılan olarak var olduğu kabul edilen (kalp hastalığı, kanser, kemik erimesi, genetik bozukluklar vb.) hastalıklar için yönlendirilen kişilerdir. Bir tetkik- ilaç kullanma-tetkik-girişim-tetkik kontrol fasit dairesi içinde kişilerin hastanelere başvurma sayısı akıl almayacak oranlarda arttırılmıştır. Artık kişilerin aylık ve yıllık hastaneye başvuru sayılarına bakılmakta ve bu oranın artması sağlıkta gelişmişlik olarak takdim edilmektedir. Bu insanların sağlığına daha fazla önem vermesi ve sağlık giderlerinin gelişmiş ülkeler seviyesine ulaşması olarak alkışlanmaktadır. Kısaca akla gelebilecek her türlü yöntemle gereksiz işlemler, tedavi ve girişimler olabildiğince arttırılmakta ve bu da doğal olarak sağlık kuruluşlarına başvuran hasta sayısı ve oranını arttırmaktadır. Bu girişim ve tedaviler her ne kadar gereksiz ise de zararsız değildir. Hiç yapılmaması gereken bir tetkik, girişim, tedavi ve ameliyat hastanın ölmesi ve sakat kalması ile sonuçlanabilmektedir. Gereksiz işlemler arttığı oranda iatrojenik dediğimiz tıbbi uygulamalara bağlı hastalık oranları o oranda artmaktadır. Günümüzde hastanelere başvuran gerçek hasta sayısına baktığımızda bunların çoğunun iatrojenik nedenlerle hasta ev sakat kalan kişiler olduğunu görürüz. Hasta ya daha önce yapılan bir ameliyata bağlı gelişen komplikasyon ve sorunlar için hekime gitmektedir ya da kanser tedavisinde sık görüldüğü gibi verilen bir ilacın ve tedavinin yan etkisi sonucu bağışıklık sistemi, organları bozulduğu için hekime gidip gelmektedir. İatrojenik sağlık sorunları temel sağlık sorunu ve hastalık nedeni haline gelmiştir. Bu gereksiz kişlem ve tedavilerin kesilmesi ile iatrojenik hastalıklarında hemen azalacağını söylemek mümkündür. Üstelik hastanın bu gereksiz girişimi yaptırması için aldatıldığı, yönlendirildiği ve yanıltıldığı ortamda işler tersine gittiğinde işler tersine işlemeye ve “müşteriler” diğer alışverişlerinde olduğu gibi haklarını aramaya ve ölçüyü kaçırmaya başlayabilmektedirler. Akıllı ve aklı başında bir toplumda yaşamıyoruz. Toplum her açıdan zıvanadan çıkmıştır. Ticari ve kamusal her alan belirli menfaat veya çıkar gruplarının egemenlikleri söz konusudur. Ülkede bir yandan ayrılıkçı terör örgütleri ile savaşılırken diğer taraftan bu örgütler kışkırtılmakta ve teşvik edilmektedir. Siyasi partiler neyle uğraşacağını şaşırmıştır. Gündemi belirleyememekte ve belirli bir konuda siyaset güdememektedirler. Her kesim belirli güç odaklarınca belirlenen sahte gündemlerle oyalanmakta, millet cambaza bakarken toplum istendiği şekilde yönlendirilmekte ve hazırlanmaktadır. HEKİMLERİN ROLÜ VE SORUMLULUĞU Her şeyden önce ağlayarak veya kendimizi acındırarak hiç bir sorunu çözemeyiz. Unutmamak gerekir ki sağlıkta dönüşüm için toplum desteği de hekim düşmanlığı temelinde sağlanmıştır. Tüm dönüşüm süreci hekimlerin bıçak parası alması, hastanelerde rehin kalma, hastalara gerekli (bence çoğu gereksiz) tetkiklerin ve tedavilerin yapılmaması, hastaların yatırılmaması, ameliyat edilmemesi gibi karalama ve kötülemelerle yürütülmüştür. SSK hastanelerinin devri, sağlık sisteminin özelleştirilmesi ve devlet hastanelerinin bir ticarethane haline getirilmesi sürecinin motoru budur. Günümüzde sağlık sistemi tamamen bir mafya, soyguncu, hortumcu sülük düzenine dönüşmüştür. Fark ücreti, ilave ücret, malzeme ve ilaç ücreti, haraç veya tehditle alınan paraların yanında geçmişin bıçak paraları bahşiş gibi kalmaktadır. “Bıçak parası” tam bir hipnoz söylemidir. Bu söz kişileri anında dönüşüm öncesi döneme götürmekte ve herkes olanı biteni unutmaktadır. Sistemin savunucuları sıkıştıkları her dönemde bıçak parası söylemini kınından çıkarmaktadır. Sistemin bu noktaya gelmesinde şüphesiz siyasi partiler, sendikalar ve her türlü kuruluşun olduğu kadar hekimlerin de suçu vardır. Fakat bu suç kaçınılmazdır. Çok geniş bir kitlenin süreci görmesi ve tavır alması beklenemez. Nitekim kimse sürece muhalif olmamıştır. Hekimler alacakları performans komisyonlarının hatırı için her türlü olumsuzluğu görmezden gelmiş ve sadece kazanç ve paraya odaklanmıştır. Hekimler başından bu yana sağlıkta dönüşüme karşı bir tavır koymamış ve dönüşümü -özelleştirme ve para kazanmak için- sağlık ve hastalık kavram ve imkânlarının sistematik kullanılmasını savunagelmişlerdir. Bunun hatırına kendilerine karşı kullanılan “ bıçak parası” ve “ paraya doymazlar” (İmren Aykut) gibi suçlamalara da cevap verememiş ve susmayı tercih etmişlerdir. Para ve performans için yarış, hekimi önce kendi meslektaşına karşı düşman durumuna sokmuştur. Hekimler daima diğer meslektaşlarının başına gelen olumsuzlukları onları kötülemek için kullanmayı alışkanlık haline getirmişlerdir. Bir hasta tıbbi bir hata ve ihmal olmadan ölse bile diğer hekimler bunu “ gerekli bazı tetkiklerin yapılmamasına", “ bazı ilaç ve malzemelerin kullanılmamasına” bağlamakta veya “ ben olsaydım hasta ölmezdi veya beni çağırsaydınız hastayı kurtarırdım” gibi ifadelerle hasta yakınlarını tahrik etmektedirler. Ya da hastayı neden filanca doktora veya hastaneye götürmediniz gibi ifadelerle insanların kafasını karıştırmaktadırlar. Bu ön bilgiden sonra sıra şu soruya gelmektedir: HEKİMLERİN CAN GÜVENLİĞİ NASIL SAĞLANIR VEYA HEKİMLERİN CAN GÜVENLİĞİNİ SAĞLAYAN BİR SİSTEM NE KADAR MAKBUL BULUNUR? Aslında bu cevap mesleği can güvenliği sorunu yaşayan polis, asker, güvenlik elemanı, eğlence merkezi çalışanı veya diğer işçi ve kamu görevlileri için de söz konusudur. Birinci çözüm: Can güvenliği yoksa mesleği bırakıp başka bir mesleğe başlamaktır. Bu saatten sonra bunu yapamam, ben boşuna mı dirsek çürüttüm diye düşünenler için iki yol vardır. Birinci yol, can güvenliği için gerekli önlem ve tedbirleri bizzat kişinin kendisinin almasıdır. Hekimlere bireysel mücadele yöntemlerini ve savaş sanatlarını öğrenmeleri, meslekdaşları ile organize olmalarını, bir saldırı veya tecavüz olayında bir araya gelerek aktif mücadeleye geçmeleri; gerekirse koruma ve fedai tutmaları, biber gazı, sopa vb. gibi savunma aletlerini bulundurmaları tavsiye edilebilir. Bunun yanında çatışma ve ortamı veya ihtilaflı bir durum yaratmamak için gerekli önlemlerin alınmasını veya bu gibi ortamların derhal terk edilmesi tavsiye edilebilir. Hasta ve hasta yakınlarının saldırılarını azaltmanın diğer bir yolu da daha fazla para kazanmak için hastaları tehlikeli gereksiz işlem ve girişimlere yönlendirmemek ve bu gereksiz girişim ve tedavilerle ilgili olarak onlarda aşırı bir güven ve beklenti yaratmamaktan geçmektedir. Hastanın genel durumu bozuk ve ölüm riski yüksek veya yapılacak tedavinin başarı şansı düşük ise bunu hasta ve yakınlarına anlatarak tehlikeli, mutlak olarak ölümle sonuçlanacak tedavilerden uzak durmaktan geçer. Hekim mutlaka ölümle sonuçlanacak yaşlı ve ilerlemiş akciğer kanserli hastayı ameliyat etmemelidir. Bu bir marifet ve başarı değildir. İnsanlar hekimlerin katkısı olmadan da ölebilirler. Şüphesiz böyle tehlikeli ve bıçak sırtı durumlar hastane ve hekimlerin en fazla para kazanabileceği pozisyonlardır da… Bu noktada hekim ya parayı ya da güvenliği tercih edecektir. İkinci yok hekimlerin güvenliğin devletin sağlamasıdır. Önemli bir kısmı özelleşmiş sağlık piyasasında devlet kimin can sağlığını korusun. Herkesin başına polis dikemez ki. Hekime olan saldırganları asalım deseniz, hekim örgütü ceberrut, faşist devlet diye ayağa kalkar. Sağlık siyasetleri saldırı oranını arttırmaktadır. Saldırganların kendisi sorulsa kendisini kaybettiğini, bu saldırıları onaylamadıklarını söyleyeceklerdir. Ayrıca sağlık bakanı yapılan her saldırıyı kendisine yapılan saldırı olarak gördüğünü söyleyerek hekimlerin gazını almaya çalışmıştır. Sağlık Bakanını saldırıların sorumlusu olarak göstermek yanlıştır. Hatalı yerde yoğunlaşmaktır. Bakanı eleştirecekseniz başka bir yerden eleştirmeniz gerekir. Devlet ülke genelinde terörist ve bölücü saldırılara karşı daha geniş bir vatandaş kitlesinin can ve mal emniyetini sağlayamaz iken hekimlerin can güvenliğini nasıl sağlasın? Her poliklinik ve servise bir güvenlik elemanı ve polis dikilse bunlar saldırıları önleyebilir mi? Saldırgan, arabaya binerken, yolda veya evinde de hekime saldırabilmektedir. Hekimden daha fazla sayıda asker, polis ve politikacı suikastlara kurban gitmiştir ve devlet onları da koruyamamıştır. Kısaca devletin alacağı bir önlem yoktur. Sadece hekimlerin ağlamasına zırlamasına ortak olup, “üzüntünüze katılıyoruz, şiddetle kınıyoruz, bu olayları biz de desteklemiyoruz” diyebilirler ve diyorlar. Bu kınama ve taziye mesajları kimseyi aldatmasın. Halkımız eskiden beri hekimleri sevmemekte ve onlardan nefret etmektedir. Hekim karşıtı her olay bu siyasetleri uygulayan siyasi partilere prestij getirmekte ve oylarını arttırmaktadır. Türkiye Yıldırım Aktuna gibi kapı tekmeleyerek kıran, yoğun bakımda çalışan hekime de sen tıpdan anlamazsın diyen Sağlık Bakanlarını görmüştür. Hekimler başhekim, bakan, milletvekili, belediye başkanı, parti başkanı kişilerin de saldırılarına uğramaktadır. Kısaca hekim can güvenliğini ancak kendisi sağlayabilir. Güvenliğin birinci parçası kendi kişisel güvenlik önlemlerini kendisinin almasıdır. İkinci önlem de hekimlerin tıp kartelinin öncü müfrezesi rolünü bırakmaları ve halkın yanında yer almalarından geçer. Hekimler kendilerine verilen rolü oynamayı bırakmalı ve hastalara zarar veren ve sadece sülüklere haksız kazanç sağlayan bu sistemi ve uygulamaları savunmayı ve onaylamayı bırakmalıdır. Hekimler tıp kartelinin paralı askeri ve fedaisi olmayı bırakmalıdır. Sisteme karşı güvenmemeyi telkin etmeli ve sistemin halk tarafından görülemeyen kötülüklerini halka anlatmalıdır. Hekimler daha fazla para kazanmak ve daha fazla kâr payı elde etmek için gereksiz tetkik, muayene ve girişim yapmamalı ve bunu yapanları savunmamalıdır. Vatandaşın gerçek ve önemli sağlık sorununa odaklanıp onun daha fazla sağlık tesislerine gidip gelmesini arttıracak uygulamalardan kaçınmalı ve hastanın varsa gerçek sorununu çözmeye çalışmalıdır. İlaç yazmaktan çok bilgilendirmeye, tehlikeli ve büyük tetkik, tedavi ve girişim yerine en az zararlı, gerekli ve zorunlu olanları tercih etmelidir. Hastada bulunmayan ve gerçekte bir hastalık dahi olmayan varsayılan hastalıklar (herkeste muhakkak bulunduğu varsayılan her türlü hastalık- saymakla bitmez) üzerinde yoğunlaşarak hastaları bu konuda yönlendirmemelidir. Hastada gereksiz yere kuşku, endişe, beklenti ve güven yaratmamalıdır. Ölüm veya sakatlık riski yüksek kişilerde ameliyat etmekten kaçınmalı ve gerçek riski vatandaşa anlatmalıdır. Başka bir hekimin hastası öldüğünde ve sakat kaldığında, hiçbir şey bilmeden bir bilirkişi gibi davranarak “tedavide şunlar eksik, şu ilaç verilmemiş, hasta yürütülmüş, yemek verilmiş, serum takılmalıydı, şu malzeme-ilaç kullanılmamış; bana getirseydiniz hastayı kurtarırdım…” gibi konuşmalardan sakınmalıdırlar. Hasta ile teması kısa tutmalı ve gereksiz tetkikler istememelidir. Muayene ettikleri hastalar bu sefer de tetkik gösterme sırasına girecek, insanlar bekleyecek ve sinirleri bozulacaktır. Hastalara karşı küstah ve aşağılayıcı ifadelerle konuşmamalı, onları anlamaya çalışmalıdır. Eğer bir hasta kendisine saldırıyorsa çoğu zaman bunun altında kendi tahrikinin ve kışkırtmasının bulunduğunu unutmamalıdır. Hastaları gereksiz malzeme ve ilaç kullanmaya yönlendirmemeli ve zorlamamalıdır. Hekimler bu gereksiz yönlendirmelerde bile hastalara “dediğimi yapmazsan ölürsün; ben sorumluluk alamam, sonrasını sen düşün…” diyerek vatandaşı endişelendirmekte ve paranoyak hale sokmaktadır. HEKİMLERE OLAN SALDIRILAR KARŞISINDA BASININ VE ÖZELLİKLE AYDINLIK GAZETESİ VE ULUSAL KANALIN TUTUMU Hekime şiddet konusu yukarıda da açıkladığım şekilde birçok şekilde ele alınabilir. Önceden de mevcut olan, hasta sayısı ve teması arttığı için oranı olmasa da sayısı artan bu olaylar memleketin en önemli sorunu mudur? Aydınlık Gazetesi ve Ulusal Kanal hekim saldırılarından sonra bütün diğer siyasi olayları, Suriye’ye silahlı müdahaleyi, Silivriyi unutarak orantısız ve anlamsız bir şekilde birinci sayfadan ve manşetten vererek gündemin saptırılmasına ortak olmuştur: 19 Nisan 2012: Cehalet Kışkırtılınca; 20 Nisan 2012 Doktorun öfkesi büyük, manşetleri. Aydınlık Gazetesinin bir çözüm önerisi yoktur. Olaylarla ilgili bir analizi yoktur. Popülistlik ve idareî maslahatçılık yaparak yürüyen hekimleri AKP karşıtı gibi göstermeye çalışmaktadır. Hekimlerin ve (eczacı ve diş hekimleri de dahil) büyük bir çoğunluğunun AKP’ye karşı değildir ve onlara oy vermektedir. Sağlık Kuruluşlarında en fazla hükümet yanlısı sendikaların üyesi vardır. Hoş MHP, CHP ve diğer partiler de dönüşüm, özelleştirme ve hekim karşıtı söylemleri kullanmaktadırlar. Sağlık Bakanı bir yandan saldırıları kınarken, hekimin bir hastası varsa yakasına da yapışacağını eklemektedir. Hekimlere şiddet artmıştır: Doğru. Sağlık bakanı vatandaşın eline silah verip git hekimleri vur mu demiştir. Ortada terörizm ve terörist gibi somut olmayan bir düşman ve saldırgan vardır. Üstelik kimse de saldırgandan yana değildir. Saldırılar siyasi bir gruptan destek almamaktadır. Organize değildir. Bu saldırıların sağlıkta dönüşüm ile bir ilişkisi vardır ama O’nun doğrudan sonucu değildir. Sağlıkta dönüşümün esas amacı nasıl üniversite hocalarının özel muayenehanelerini kapatarak ikili çalışmasına son vermek, öğrencileri hocasız bırakmak, onların para kazanmasını engellemek değilse, dönüşüm de hekimlerin dövülmesi için yapılmamıştır. Bütün bunlar hekimlerin de canla başla destek oldukları ve savundukları sistemin yan ürünleri veya çıktılarıdır. Ne kadar çok hasta bakarsanız, ne kadar çok gereksiz tetkik, tedavi, girişim, kontrol ve ameliyat yaparsanız o kadar çok hastayla muhatap olursunuz. Muhatap olduğunuz insan sayısı arttığı oranda psikopat ve saldırgan insanların saldırısına uğrama şansınız da o kadar artacaktır. Ağlamak bir mücadele ve çözüm yöntemi değildir. Sorunları çözmez ve karın doyurmaz. Allah topluma, siyasetçilere, hekimlere ve hastalara akıl fikir versin! 21.4.2012