"NE İSTİYORUZ"--TTB POLİTİKA VE ÖNERİLERİNİN ELEŞTİRİSİ

"NE İSTİYORUZ"--TTB POLİTİKA VE ÖNERİLERİNİN ELEŞTİRİSİ VE BU VESİLE İLE BAZI KAVRAMLARIN AÇIKLANMASI (*) 10. Kasım 2006

Dr. Uğur Yılmaz



Herkes için eşit, ulaşılabilir, nitelikli, ücretsiz sağlık hizmeti temel ilke alınarak sağlıktaki eşitsizliklerin kademeli olarak giderilmesi, tümü ile ortadan kaldırılması ve toplumun sağlık düzeyinin yükseltilmesi hedeflenmelidir.





Türkiye de "sağlık" sorunu bir finansman sorunu mudur, yoksa başka bir sorun mudur. Bu açıdan bakarsak eğitim sorunu da, ulaşım sorunu da, sanayi sorunu da bir finansman sorunudur. Her şey finansman sorunudur. Diğer bir deyişle soruna böyle bakarsak "finans sorununu çözen ülkelerde sağlık hizmetlerinde bir sorun yoktur" da denebilir. ABD sağlık alanında en fazla harcamanın yapıldığı bir ülkede olarak takdim edilmektedir. Fakat ABD dünyanın en pahalı sağlık hizmeti vermesinin yanında en kötü sağlık hizmetinin de verildiği bir ülkedir. Kulağa hoş gelmekle birlikte finansman sorunu ile sağlık hizmeti sorunu çözülememektedir.

Buradan baştaki ifadeye göre TTB'nin mevcut sağlık hizmetlerinde "PARA HARİÇ" bir sorun görmediğini de söyleyebiliriz. TTB, Sağlık hizmeti anlamında ne yapılıyorsa bu doğrudur ve zaten dünyanın diğer ülkelerinde de böyle yapılmaktadır; fakat bizde bu işlere biraz az para ayrılıyor, diye düşünmektedir.

Hükümet GSS ile finansman sorununu çözmeyi amaçladığını söylemiştir. Genel Sağlık Sigortası ile finansman sorunu çözülmüştür. Zaten önceden de çözülmüştü. SSK ve Bağ-Kur'da finansman primlerle diğerlerinde de bütçeden karşılanıyordu. GSS ile sadece yeşil kart'ta finansman bütçeden karşılanacaktır. Kısaca önceden bir finansman sorunu yoktu; şimdi de bir finansman sorunu yoktur. Finansman sorunun çözülmesi sağlık hizmetlerinde sorunu azaltmamış aksine arttırmıştır.



Sağlık hizmeti ve sağlık ekonomisi



Kamucu sağlık sistemi demek, devletin verdiği veya karşılığında kullanan kesimin hiçbir para ödemediği bir sistem demek değildir. Orta yerde standart olarak herkesin üzerinde anlaştığı tıp, hastalık, teşhis, tedavi yöntemi yoktur. Bugün uygulanan tıp anlayışı uluslar arası ilaç, tıbbi malzeme, cihaz ve sarf malzemesi üreten ve tıbbî teknolojiyi elinde bulunduran kartelin belirlediği şekilde yürütülmektedir. Bu kartele tıp mafyası (medikal mafya) da denilmektedir. Bu kartel nelerin hastalık olduğunu, bunların hangi yöntemlerle teşhis, tedavi ve takip edilmesi gerektiğini, tıp fakültelerinde nelerin okutulacağını, hekimlerin ve hastaların neler yapmaları gerektiğini kısaca sağlık ve tıpla ilgili her şeyi belirlemektedir. Burada sağlık hizmeti veriliyor gibi bir yanıltmaca arkasında hem hasta olan hem de hasta olmayan kişilerde, esas olarak kendi ürettikleri ürünlerin devamlı tüketilmesini hedef alan ve hastaları da devamlı bir tüketici (müşteri) haline sokan bir uygulama görüyoruz. Hem hastalıkların tanımı, bir kişide hangi hastalıkların bulunup bulunmadığı ve bu sözüm ona hastalıklarda yapılacak her türlü işlem tamamen keyfi olarak belirlendiği için tıp alanında üzerinde anlaşılacak veya anlaşılmış bir sağlık hizmeti şekli yoktur. Bu sağlık hizmetleri alanında yapılan her şey yukarıda belirtilen merkezlerin kazancını ve tekelini sağlamlaştıracak şekilde yürütülmekte olup, bütün organizasyonlar buna uygun olarak düzenlenmiştir. Sağlık hizmetlerinde yaygın özelleştirme atağı, kamu kuruluşlarının da özel şirketler gibi çalışmaya başlaması, ilaç patent yasaları ile bu kartelin izin verdikleri dışındaki ilaçların satış ve üretiminin yasaklanması, SSK ilaç fabrikası ve devletin aşı üretim tesislerinin kapatılması, yabancı hekimlere Türkiye'de çalışma izninin verilmesi bu yöndeki uygulamaların devamıdır. Bu alanda yapılan son düzenlemeler bu pazarı daha fazla uluslar arası yönetim ve denetime açmaktadır.



Türkiye'de özel ve devlete ait sağlık kuruluşlarında bu uluslar arası sağlık kartelinin belirlediği şekilde sağlık hizmeti verilmesi sonucu sağlık hizmetleri insan sağlığına zarar veren, insanları sakat bırakan, toplumun üretim yeteneğini azaltan bir şekilde çalışmaktadır. Kısaca, artık gerçek anlamda sağlık hizmeti verilmemektedir. Bu düzen halkı ve sağlık çalışanlarını da kendi istediği gibi şekillendirmektedir. Halka dönerek sağlık hizmeti alanında her türlü tetkik ve tedaviyi kişilerin kendi belirlediği şekilde alabileceği propagandası yapılırken, sağlık çalışanlarına da (hekimlere ve yöneticilere) yaptıkları çalışmalar oranında komisyon verme (performans uygulaması) ile "sen cebine girene bak" denilerek her iki kesimden kendilerine gelebilecek eleştirileri azaltmaktadır.

Sağlık hizmeti anlamında bu gereksiz tıbbi teknoloji, malzeme ve ilaç tüketimi en yüksek oranlara ulaşmış olup, hastaların ayaktan takip ve yatış süreleri uzamış, kontroller artmış, hasta tedavi maliyetleri zirve yapmıştır. Bir çok üniversite hastanesinde ayaktan takip süreleri bir aydan az olmadığı gibi, hastalara yapılan tetkik sayıları binleri bin beş yüzleri bulmaktadır. Hastane yönetimleri de hasta tedavi faturalarını şişirmeleri ve hastalar üzerinde mümkün olduğunca daha fazla gereksiz işlemleri yapmaları ve arttırmaları konusunda hekimlere baskı yapmaktadır.

Hastanelerde sağlık hizmeti adı altında yapılan işlemlerin çoğu artık sağlık hizmeti değil, sağlık teknolojisi ve hizmetlerinin pazarlamasıdır. Hastanelerde işlem, tetkik ve muayene kalemlerini arttırmak için menopoz, osteoporoz, meme hastalıkları ve sigarayı bıraktırma poliklinikleri gibi bölümler açılmaktadır. Menopoz ve osteoporoz yaşlanmayla oluşan ve tedavi edilmemesi gereken fizyolojik bir durumdur. Menopoz için dışarıdan hormon tedavisi verilen kişilerde meme kanseri gelişme riskinin arttığı bilindiği gibi, ileri yaşlarda kazalarda kemik kırılma oranını azaltmak için yapılan kemik erimesi tedavilerinin de gereksizliği yanında etkisizliği de kanıtlanmıştır. Her kadın hastada meme kanser korkusu temelinde devamlı kanser takip, arama ve tarama programı uygulanmakta, kanser olasılığını arttıran meme filimleri çekilmektedir. Buna son zamanlarda barsak kanseri için kolonoskopi takipleri eklenmektedir. Sıraya başkaları da girecektir. Aynı şeyleri kolesterol tedavisi ve takipleri için de söyleyebiliriz. Normalde oranı % 5-10 arasında değişebilecek sezeryan ameliyatları hastanede yapılan doğumlarda % 90'ı bulmaktadır. Bu oranın fazla olduğu söylenen ABD'de bile oran % 50 civarındadır. Sezeryanla fizyolojik bir olay olan doğum da hastalık gibi ele alınmaya başlamıştır. Örnekler çoğaltılabilir.

Sistem kişileri hastaneye bağlamak ve devamlı müşteri yapmak için bir çok hastalık uydurmaktadır. Bu sistemde diğer taraftan da halk da tıbbi müşteri olarak eğitilmiştir. Yukarıdaki uyduruk hastalıklar ve programlar için koşullandırılan halk kitleleri herhangi mevcut bir sağlık sorunu için değil, yukarıdaki kalemleri yaptırtmak için ve kendi isteği ile sağlık kuruluşlarına gelmektedir. Halkın müşteri olması demek, sağlık hizmeti adı altında satılan hizmetleri vatandaşın da artık kendisinin talep etmesi demektir.

Bu uzun sayılacak açıklamayı yapmamın sebebi sağlık hizmetinden günümüzde ne anlaşıldığını ve bu alana yatırılan paraların nerelere gittiğinin göstermektir. Bu şekilde şişirilmiş hizmet kalemleri ile kişiler ve toplum daha sağlıklı olmadığı gibi, sağlık alanında gereksiz harcamalar artmaktadır.



TTB'nin yıllardır değişmeyen siyaseti " Herkes için eşit, ulaşılabilir, nitelikli, ücretsiz sağlık hizmeti temel ilke alınarak sağlıktaki eşitsizliklerin kademeli olarak giderilmesi ve toplumun sağlık düzeyinin yükseltilmesi" olarak tanımlamaktadır. Bunun sağlanması da tek parametreye bağlanmaktadır O da "sağlığa bütçeden daha fazla para ayrılmasıdır." Bu ifadelerin hepsi kulağa hoş gelmekle birlikte, soyut olarak kalmakta ve içi doldurulmamaktadır. Diğer çözüm önerileri de dilek ve temenniden öteye geçememektedir. Çünkü önerilerin hiçbiri sağlık sistemi (düzeni) ile ilişkili değildir. TTB iki farklı sağlık sistemi bulunabileceğini kavramamakta ve mevcut sistemin bütün dünyada olduğu gibi bizde de uygun ve gerekli tek sistem olduğunu düşünmektedir. Bu takdirde eleştiriler ayrıntılar üzerinde olmaktadır.

Eşitlik meselesi: Sağlık hizmeti devamlı verilmesi gereken veya herkesin devamlı alması gereken bir hizmet değildir. Bu nedenle sağlık hizmeti herkese değil, ihtiyacı olana (yani hasta olana) verilmelidir. Toplumu bir bütün olarak hasta kabul eden veya hasta olmasa da arabaların bakımı gibi insanların da devamlı olarak hastanelere gidip gelmeleri ve kendilerine devamlı ilaç ve tıp teknolojisi uygulanması olarak özetleyebileceğimiz sağlık düzeni, pazar ve piyasa merkezli kapitalist sağlık düzeninin anlayışını yansıtmaktadır. Eşitlik ile sigortalılık kastediliyorsa, kişiler ödedikleri kadar sağlık hizmeti alsın diyemezsiniz. Diğer taraftan eşitlikten ülkenin değişik bölgeleri veya köy ve şehirlerdeki farklılıklar kastediliyorsa, kapitalist sistemde yatırımın pazar payı ve geliri fazla olan yerlere olacağını gözden uzak tutmamak gerekir. Şu anda sanayii ve ticaretin yoğunlaştığı yerler piyasa tıbbının da yoğunlaştığı yerler olacaktır. Eğer hekimler de daha fazla para ve komisyon kazanacaklarsa, çalıştıkları yerler müşterinin bol olduğu ve kazancın fazla olduğu merkezler olmalıdır. Performans (komisyon) ücretinin az olduğu köy ve kasaba sağlık ocaklarına ve hastanelerine bu nedenle talep fazla olmamaktadır. Bu anlamda eşitsizlik de düzenin beklenen doğal bir sorunudur.

Ulaşılabilir olma meselesi: Herkesin ayağına veya mahallesine her türlü sağlık hizmeti veya teknolojisi kurulamaz ve gerekli değildir. Ulaşım meselesi taşıma ile de sağlanır. Daha az ve özellikli olan hizmetlerin belli merkezlerde verilmesi uygun olur. Ayrıca rekabetçi kapitalist sistem uyguladığı bazı yöntemlerle hastanın ayağına gitmek yerine, hastayı istediği yere getirtmektedir. Bu gün bir çok il ve kasabada yani hastanın ayağında, bazı girişimleri yapabilecek imkân, cerrah ve hekim bulunmasına rağmen hastalar daha başka merkezlere ve hatta yurt dışına gitmeye çalışmakta, devlet ve sigorta imkânlarını bu amaçla zorlamaktadırlar.
Ulaşımdan kasıt sigortalı olmak ve bu imkânlardan yararlanmak olarak görülüyorsa, bu da bir sistem sorunudur. Bu anlamda bütün halk sigortalı yapıldığı için bu sorun çözülmüş gibi görünmektedir. Fakat, Genel Sağlık Sigortası sadece teminat paketinde olan hizmetlerin verilmesini hedeflemektedir. Bu da ayrıca giderek artacak olan katkı payları, sigorta primlerinin arttırılmasını ve özel sigorta yaptırtmayı da gerektirmektedir. Mevcut sigorta sisteminin görevi, giderek artan ve büyüyen cirosu ile tıp karteline tıbbi cihaz, malzeme ve ilaç kullanarak yapılan harcamalar için kaynak oluşturmak ve yaratmaktır. Yoksa kişiler zengin bile olsa yukarıda belirtildiği türden bir sağlık hizmetini kendi keselerinden para ödeyerek almaya isteksizdirler. En azından toplumun büyük kesimine bunları yaptırtamazsınız. Fakat mevcut sistem sayesinde dağda çobanlık yapan kadına bile hiç anlamadığı menopoz tedavisi ve kemik erimesi tedavisi kullandırılabilmektedir. Bu amaçla sağlık teknoloji ve imkânlarının kullanılmasına da "modern sağlık sistemi" denilmektedir. Mevcut sistem sigortacılık sistemi ile de bir bütün oluşturmaktadır. Bu nedenle mevcut sisteme karşı olunduğu zaman getirilen bu sağlık sigortacılığı sistemine de karşı olmak gerekmektedir. Bu ABD ve AB ülkelerinde görülen bir sigortacılık anlayışıdır. Zaten öyle olsaydı DTÖ, İMF Dünya Bankası gibi küresel emperyalizmin icra organları ve AB tarafından bu uygulamalar savunulmaz ve dayatılmazdır. Sosyal Güvenlik Yasası zamanında çıkarılmadığı için İMF'nin kredi bile vermediği unutulmamalıdır. Bu kuruluşların her alanda tekelci ve kapitalist bir hedefi varken, sağlık alanında kamusal bir sağlık hizmeti amaçlamaları düşünülemez ve kendi var oluş nedenleri ile çelişmektedir. Fakat bu önemli ayrıntının kitlelerce anlaşılabilmesi ve kavranması güçtür. Bu açıdan sağlığa daha fazla para ayrılması demek yurt dışına transfer edilecek kaynakların biraz daha artması demektir. Ne kadar arttırırsanız arttırın, bu sistemi doyuracak bir seviyeye ulaşılamaz. Bu işler için ayrılan bütün kaynaklar kısa sürede tüketilmek ve bitmek durumundadır. Nitekim sosyal güvenlik için ayrılan paralar hemen tükenmektedir.
Bu konuda kişilerden sigorta primleri toplamaya dayanan bir sigortacılık anlayışı yerine, TTB'nin önerdiği gibi, sağlık hizmetlerinin doğrudan devlet bütçesinden karşılanması daha doğru ve uygun olur. Fakat bunun için piyasa temelli tıp kartelinin belirlediği sağlık sistemine karşı çıkmak gerekmektedir
Ulaşılabilir olmasından herhangi bir sağlık merkezine veya hastaneye kolayca başvurabilmeyi kastediyorsanız, GSS ile getirilen sistem bunun tam tersidir. Çünkü aile hekimine gitmeden ve onun sevk onayını almadan hastaneye gidemezsiniz. Bunun için aile hekimini de ikna etmeniz gerekir. Üstelik o sizi istediğiniz yere göndermeyebilir. Bu sefer hastaları istediği yere sevk etmeyen aile hekimlerine komisyon verme dönemi başlayacaktır. Ayrıca TTB gibi basamaklı bir sağlık sistemini savunuyorsanız bu da hastaların ancak basamaklardan geçtikten sonra hastaneye ulaşabilmelerine imkân verecektir. Bazı durumlarda hastaların doğrudan başvurusu önemli ve zorunludur.
Nitelik meselesi: Sağlık hizmetinin niteliği kullanılan cihaz, malzeme, personel ve benzeri unsurlarla arttırılamaz. Çok iyi malzeme ile kötü bir yemek yapılabilir. Çok iyi inşaat malzemeleri ile zayıf ve dayanıksız bir bina inşa edilebilir. Sağlık hizmetinde nitelik sonuçla ölçülür. Dar anlamı ile "nitelik", kullanıcının tanımına göre değişir.
SDP'de (Sağlıkta Dönüşüm Projesi) uluslar arası kaliteli tıbbi malzeme kullanılmasının sağlık hizmetinde niteliği arttıracağı iddia edilmektedir. Bir çok hasta da bir ameliyat veya tedavide kendisine ithal veya yabancı , pahalı bir ürün ve ilaç kullanılmasını mükemmel bir sağlık hizmeti almakla eşdeğer görmektedir. Halbuki hasta açısından amaç hastalığı veya sorunundan kurtulmak ve bu süreçte zarar görmemek olmalıdır. Tıbbi ve cerrahi hizmetlerde kullanılan malzeme ve cihazlar hizmetin kalitesini arttırmaz. Önemli olan cihazların uygun yerde ve şekilde kullanılmasıdır. Özellikle cihaz ve malzeme kullanmak için gerekçe yaratılmamalıdır. Niteliğin diğer bir unsuru da hizmeti verenlerdir. Bugün hekimler uluslar arası sağlık kartelinin belirlediği şekilde bir sağlık anlayışına göre eğitilmekte ve gene bu anlayışa göre sağlık hizmeti vermektedirler. Kısaca kendilerine gelen her hastada vücutlarında olabilecek bütün hastalıkları, kanserleri, viral hastalıkları belirli dönemlerle devamlı araştırmakta, hastalardan olabildiğince fazla sayıca ve devamlı tetkik ve tahlil istemekte, herkesi hasta kabul etmekte, fizyolojik durumları veya sistemin hastalık olarak tanımladığı gerçekte hastalık olmayan durumları tedavi etmekte(!), bu gibi durumlar için ameliyatlar yapmakta, hastaları hastaneye bağlamakta ve her türlü gereksiz işlem, tedavi ve girişim kalemlerini abartmaktadır. Bütün bunlarda bir yanlışlık görmemektedir.
Bugünün tıp anlayışı = gereksiz, devamlı ve abartılı ilaç kullandırma+ gereksiz, devamlı ve abartılı tıbbi malzeme, cihaz ve teknoloji kullanma+hastalık olmadan ve hatta tamamen sağlıklı kişileri bile bir hastalık uydurarak tedavi etmek ve bu işler için hastalık ve tedaviler uydurmaktır.
Hekimler kendi başlarına ve bağımsız iradeleri ile çalışmamaktadırlar. Hekimler sağlık hizmeti yerine sağlık teknolojisi veya imkanını kullanan kişilere dönüştürülmüştür. Yani alışveriş merkezlerindeki satış elemanlarına...Bu alışveriş merkezleri hekimlerin kendisine ait olmadığı için, burada satılan ürün veya burada sözüm ona sağlık hizmeti hekimler sorumlu değildir. Bu nedenle verilen hizmete sağlık hizmeti diyemeyiz.

İyi hekimlik veya bir hekim işini ne kadar iyi yapabilir? Diğer taraftan hekimlik ve cerrahlık bir bilim ve sanatsa, bu sanatı yapanların tamamen çok iyi bir seviyede çalıştığını, işlerinde usta olduğunu söyleyemeyiz. Çünkü herhangi bir alanda işini mükemmel yapabilen çok az insan vardır. Kitap yazan herkes iyi yazar değildir. Her cirit atan cirit atmada dünya rekortmeni değildir. Hekimlik her iş gibi bir kapasite meselesidir. Dolayısı ile hekim ancak kapasitesi ve yeteneği oranında hekimlik yapabilir. Para ile veya başka yöntemlerle ona yapamayacağı veya beceremeyeceği bir işi yaptırtmak mümkün olmaz. Sağlam bir kişilik, yeterli bir zeka ve kavrayış yeteneği yanında, olayları ve bulguları iyi değerlendirme, hasta ve hastalığa objektif yaklaşma, her hastayı ayrı ayrı değerlendirme, tehlike ve kazançları iyi hesaplama ve hasta için en uygun tedaviyi vermek ve en iyi sonucu elde etmek iyi hekimliğin ölçüleridir. Bu özellikleri en mükemmel olan kişilerin bile, hastadan ve kendilerinden kaynaklanan nedenlerle (yorgunluk, kişisel sorunlar, hastalık, hastadan hoşlanmama, acele etme gibi) her zaman ve hatasız çalışmaları beklenemez. Mevcut sistemde en iyi yetiştirilmiş hekimin bile iyi hekimlik yapması mümkün değildir. Fakat bu gereksiz bir işlemi, girişimi, ve ameliyatı kötü yapması anlamında değildir. Tek bir örnekle açıklarsak, normal doğum yapabilecek bir kadına çok iyi sezeryan yapılması, her hastayı koroner kalp hastası kabul ederek çok iyi koroner anjio yapılması iyi hekimlik demek değildir.
Ücretsizlik meselesi: Bir hizmet için kişinin cebinden harcama yapmaması ve bunu bir başkasının veya sosyal güvenlik kurumunun ödemesi, bu iş veya hizmetin ücretsiz ve beleş olması anlamına gelmez. Maalesef Türkiye'de beleş işler kamusal hizmet olarak algılanmaktadır. Sağlık hizmeti günümüzde hatır için, insanlığa hizmet için veya acıma hisleri ile yapılan bir hizmet değildir. Bu hizmetlerin önemli bir maliyeti vardır ve yukarıda anlatılan nedenlerle bu maliyeti keyfi olarak istenildiği kadar arttırmak mümkündür. Zaten hizmet verenler bu maliyeti en yüksek seviyede tutmaya çalışmaktadırlar. Bunlar, uluslar arası tıbbi kartelin belirlediği şekilde hizmetleri vermekte olup bu işten toplanan paralar gene onlara akmaktadır. Çünkü sağlık hizmeti anlamında giderlerin önemli bir kısmı ilaç, tıbbi cihaz. malzeme ve sarf malzemesi pazarına gitmektedir. Bütün bu kalemlerde satışlar, kapitalizmin genel yasası uyarınca iş gördürdükleri kişilere de gerekli komisyonlarını vermek şartıyla sağlanır. Bu konuda dil, din, cins gibi ayrımlar yoktur.


TTB temel ilke olarak ulusal sağlık politikasından bahsetmekte, ülkemizde yaratılan kaynakların geliştirilmesi ve dışarıdan kaynak aktaran baskılara karşı korunmayı temel ilke edinmekte olduğunu söylemektedir. Bu cümleye genelde katılmamak mümkün değildir. Ulusal sağlık politikasından bahsedebilmek için kartelin belirlediği sağlık politikasına karşı çıkmanız gerekmektedir.
Kaynakların geliştirilmesi: sağlık alanında kaynak her ülkede olduğu gibi bizde de vardır. Önce sağlık sistemi (düzeni) alanında tercihimizi belirlemeliyiz. Bu insan kaynaklı ve kamucu bir sağlık sistemi olmalıdır. Eğitim, ilaç, tıbbi cihaz ve sarf malzemesi alanında bütün üretim ve kulanım bu merkezde örgütlenmeli ve yeniden düzenlenmelidir. Özellikle gereksiz endikasyon ve hastalık yaratılarak kullandırılan ve geniş bir pazar yaratılan ilaç sektörü elden geçirilerek kullanılan ilaç ve tedavilere bir sınırlandırma getirilmelidir. Aynı işlemler, tıbbi cihaz, malzeme ve sarf malzemeleleri için de yapılmalıdır. Modern tıp literatürü ve kitaplarının belirlenen amaca hizmet etmek için yazıldığı göz önünde tutularak tıp eğitimi ve öğretimi gözden geçirilmeli, "batıya körü körüne tapınma" bırakılmalıdır. Bize bilimsel ve değişmez ve tartışılmaz doğrular gibi gösterilen "tıbbi bilgilerin" körü körüne kabul edilmesi ve papağan gibi tekrar edilmesinden vazgeçilmelidir. Batının tartışılmaz bir din gibi dayattığı tıp anlayışı terk edilmelidir. Çünkü bilimde değişmez ve dogmatik olarak uygulanan ilkeler söz konusu değildir. Şu anda mevcut fakültelerden mezun olan hekimler hastanın sorunları ile ilgileneceğine, her gördüğü kişinin kolesterolünü, kemik yoğunluğunu merak etmekte, hastaya meme filmi çektirip kalp hastası olup olmadığını araştırtmakta ve artık şablonlaşmış bu ve benzeri işlerle uğraşmaktadırlar. Böyle bir tıp bilgisi okuma yazması olan bir kişiye bir günde verilebilir. Zaten toplum da bu konularda aynen hekimler gibi eğitilmişlerdir. Kendilerine gelen hastalar da bu kadarını bilmektedir. Neticede bunları yapacak ve ilaç firmaları elinde oyuncak olacak bir kişiyi yetiştirmek için altı yedi yıl oldukça uzun bir süredir. Ülkemizde kaynaklar ancak bu gerçekler bilinerek geliştirilebilir.
Eşitsizlikleri gidererek sağlık seviyesinin yükseltilmesi meselesi: TTB'nin savunduğu gibi, "eşitsizliklerin giderilerek toplumun sağlık seviyesinin yükseltilmesi" mümkün değildir. Mesele, bir eşitsizlik meselesi değildir. Burada eşitsizlik kelimesi ile sanki toplumun bazı kesimleri iyi bir sağlık hizmeti alıyor, diğerleri alamıyor gibi bir durum kast edilmektedir. Eğer bir düzen veya sistemden bahsediyorsak sistem herkese aynı şekilde davranır. Mesela, ulaşım sistemi dediğimizde bu sistem toplumun farklı kesimleri için farklı işlemez. Fakat, bir şehirde bile her istikamette giden taşıtları aynı yoğunlukta bulmak zordur. Ayrıca sağlık hizmeti standart bir paket olmadığı için herkese aynı şekilde uygulanması, dağıtılması mümkün de değildir. Modern piyasa merkezli sağlık düzeninde herkese paket halinde zaten bir çok tıbbi işlem ve tedaviler yapılmaktadır. Bunlar yapılırken kişinin zengin mi yoksul mu olduğuna bakılmamaktadır. Yeter ki bunları ödeyecek bir sigortası bulunsun. Doğru olan bunların yapılması değil, yapılmamasıdır.
Kamucu sağlık sistemi soyut eşitlik kavramı yerine, olur olmaz tıbbi teknoloji kullanmaya karşı çıkmalı, hasta ve toplumda tedavi edilebilir ve önemli sorun yaratan gerçek hastalıklara odaklanmalıdır. Bu şekilde sağlık hizmeti, düzenli hastaneye giden ve hastanelere abone olan ve burada kendilerine standart uygulamalar yapılan kişiler yaratmayı değil sağlıklı bir toplum ve bireyi hedefler. Ayrıca verilebilecek hizmetlerin maliyetinin olabildiği kadar arttırılması yerine, gereksiz hizmet ve girişimlerin önlenmesini, verilen hizmet, tedavi ve girişimlerde en iyi sonucun en düşük maliyet ile başarmayı hedefler.

"Toplumun sağlık seviyesinin yükseltilmesinden" bahsettiğimizde, bunun sadece sağlık hizmeti ile sağlanamayabileceğini bilmek durumundayız. Bir çok unsur toplumun sağlık seviyesini etkilemektedir. Bu ifadeden toplumun sağlık durumu ve seviyesi sadece verilen hizmete bağlı imiş gibi gösterilmektedir. Bu ifade tıp kartelinin modern sağlık sistemi anlayışına yaklaşmaktadır. Çünkü bu anlayışa göre toplum veya bütün bireyler hastadır; sağlıklı görünseler bile muhakkak gizli bir hastalıkları vardır. Veya her ikisi yoksa da günün birinde bu hastalıklar ortaya çıkabilir. Bu nedenle bütün toplum devamlı izlenmeli, sık sık muayene ve kontrollerden geçirilmeli, ortaya çıkabilecek hastalıkları önlemek için toplum devamlı ilaç kullanmalı veya kendilerine tıbbi teknoloji uygulanmalıdır. Sağlıklı bir kişi olmak ancak böyle sağlanabilir denmektedir. Bu da topluma "al işte bu sağlıktır" diye sunulmaktadır.

Günümüzde toplumun sağlık seviyesini bozan başlıca etmenler şunlardır:
1. Ulaşımın fosil yakıt kullanan motorlu araçlarla yapılması: Bu şekilde havaya başta azot oksit ve karbon monoksit olmak üzere çok fazla sayıda tahriş edici ve zararlı gazlar yayılmaktadır. Bunlar kanın oksijen taşıma yeteneğini bozduğu gibi, kansere ve kronik bronşit astım gibi hastalıklara neden olmaktadır. Egzos gazları kanserin en başta ve önde gelen nedenlerinden birisidir.
2. Aynen sağlık hizmeti gibi ulaşımın kamusal bir anlayışla yapılmadığı için, bireysel çözüm ve araba kullanma arzu ve çılgınlığı pompalanmaktadır. Bu şekilde hatalı ulaşım siyasetine bağlı en önde gelen sağlık sorunu çok fazla trafik kazası ve bu kazalara bağlı ölüm, sakatlık ve malûliyetlerdir. Trafik kazaları gripten, kuş gribinden ve kanserden de önemli ve önde gelen bir sağlık sorunudur. Ayrıca bu tip kazalar ulaşım ve taşımacılık düzeninin değiştirilmesi ile tamamen önlenebilir.
3. Otomobil egzoz gazları ve ısıtmada kömür ve mazot gibi maddelerin kullanılması ile küresel ısınma ve iklim değişikliklerine zemin yaratılmaktadır. Bu anlayış küresel olarak dünyayı tehdit etmektedir.
Ulaşım ve ısıtmanın elektrikle çalışan raylı sistemlerle ve ücretsiz olması hedeflenmelidir.
4. İnsanlara en fazla radyoaktiviteye hastanelerde maruz kalmaktadır. Gereksiz yere ve sırf para kazanma amacı ile çektirilen tomografiler, sintigrafiler ve diğer radyolojik tetkiklerle toplum aşırı oranda radyoaktif madde bombardımanına tutulmaktadır. Havaalanları ve alışveriş merkezlerinin girişlerinde kurulan röntgen cihazları ile burada çalışanlar ve kapılardan geçenler düzenli radyasyon almaktadır.
5. Düşük dozda radyasyonun daha fazla kanser yapıcı özelliğe sahip olduğu kanıtlanmıştır. Toplum kütlesel olarak çok sık meme filmi taramasından geçirilerek kadınların meme kanserine yakalanma olasılıkları arttırılmaktadır. Topluma bizzat hastanelerde bu derece zarar verilirken ülkemizde bulunmayan ve çevresine radyoaktif ışın yaymayan nükleer santrallerden nedense en önemli tehdit olarak bahsedilmektedir.
6. Gereksiz ve firmaların promosyonları ile kullandırılan ilaç, tedavi ve aşılara bağlı olarak önemli oranda iatrojenik yaralanma, sakatlanma ve ölümler meydana gelmektedir.
7. Batı ve Amerikan tarzı beslenme dediğimiz kola ve yüksek kalorili abur cuburlarla beslenme tarzının değiştirilmesi şişmanlık ve buna bağlı kitlesel sağlık sorunları oluşturmaktadır.
8. Devlet üzerine "sağlığa zararlıdır" ibaresi bulunan bir maddeyi (sigara) sattırmaktadır. Üzerinde böyle bir ibare olmayan kim bilir daha ne kadar ürün satılmakta ve kullanılmaktadır.
9. Gereksiz ameliyat ve girişimler toplum sağlığını bozacak derecede önemli bir sağlık sorunu oluşturmaktadır. Fakat bu kimsenin umurunda değildir.
Örnekler arttırılabilir.
Arabanın yağını,suyunu veya gerekli parçalarını değiştirmek suretiyle verimini arttırmak gibi bir anlayışla devamlı tıbbi imkanları kullanmak bizi yukarıda belirtilen durumlardan korumaz ve bizi daha sağlıklı yapmaz. İnsanların bir araba veya asansör olmadığını unutmamak gerekir.

TTB, Sağlık hizmetlerinde devamlı olarak finansmana odaklanmakta olup, hizmet ve finansman sağlayan kuruluşların tek elde toplanması üzerinde durmaktadır.
Hizmet ve finansmanın tek elden toplanması sanki kamucu bir sağlık hizmeti ve finansmanı gibi algılanmaktadır. Halbuki daha önce ve hatta şimdi bile hizmet ve finansman tek elde toplanmıştır diyebiliriz. Finansman olarak SSK, Emekli Sandığı, Bağ Kur ve Yeşil Kart zaten devletin kontrolünde idi. Bunun isminin değiştirilmesi nitelik olarak bir şeyi değiştirmemiştir. GSS ile bunlar tek örgütte toplanmış oluyor. Bu nedenle bu açıdan GSS çıkarılması TTB'ye göre iyi bir uygulama gibi görünmektedir. Diğer taraftan sağlık hizmetleri hâlâ ağrılıklı olarak devlet kurumlarında (devlet ve üniversite) verilmektedir. Buralarda verilen hizmet şekli ve anlayışı ile özel hastanelerde verilen hizmet anlayışı arasında bir fark yoktur. Yukarıda belirttiğimiz gibi, GSS ile bütün halktan pirim toplanmasının ve halkın sigortalı yapılmasının amacı, "artan ve daha da artacak olan sağlık hizmetleri için sağlam ve devamlı bir mali kaynak yaratmaktır." GSS'nın modern tıp düzeni ile bu maddi ilişkisini gördükten sonra insanların sağlığı açısından böyle bir sigorta sisteminin olmamasının dahi insanların kesinlikle menfaatine olacağı ortaya çıkar. Hiç olmazsa insanlar kendilerine bir yararı olmayan üstelik sağlık sorunlarına yol açan böyle bir sağlık hizmetini almaktan kurtulmuş olurlar. GSS bu düzende kamusal bir sigortacılık sistemi değildir. TTB, politika geliştirirken sanki üzerinde herkesin hemfikir olduğu ve herkesçe doğru kabul edilen bir sağlık sistemi varmış gibi düşünmektedir. Sağlık sistemi kendilerinin de belirttiği gibi, ekonomik düzenle belirlenmektedir. Türkiye gibi sömürge bir ülkede kamucu ve insan merkezli bir sağlık sistemi olamaz; bazı ufak tefek düzenlemelerle bu sağlanamaz.
Diğer taraftan sağlık hizmetlerinde moda deyim olan "performans"ın arttırılmasından (yapılan işler) bahsedilmektedir. Şu andaki sistemde performans zaten arttırılabildiği kadar arttırılmış ve arttırılması için önündeki bütün engeller kaldırılmıştır. Bunun için sadece SSK Sağlık Bakanlığı devir protokolüne bakmamız yeter. Bu protokol ile devlet hastanelerinde tedavi gören SSK'lı hastaların faturaları eklerinde yapılan işlerle ilgili hiçbir belgenin bulunmayacağı ve istenemeyeceği protokole bağlanmıştır. Bunun anlamı açık olmakla birlikte anlayamayanlara bir kere daha açıklayalım: "Sen işlemleri istediğin kadar arttır, hatta arttırma bunun sadece faturalarda göster ben sana bunun bedelini sormadan ödeyeceğim." denmektedir. Bunun yorumunu size bırakıyorum. İşin ilginç yönü, bu konu üzerinde hiçbir kişi, kurum, parti ve örgütün durmamasıdır. TTB dahil bunları görmek istemeyen herkes sistemle uzlaşmış demektir.
Sağlık hizmetlerinde yapılan işler anlamında performans -muayene, tetkik, tahlil, yatış, kontrol, konsültasyon, girişim, ilaç ve tıbbi malzeme ve tıbbi teknoloji kullanılması gibi- kalemlerde artış demektir ki, bu kalemlerde artış değil azalma iyi bir sağlık göstergesidir. Eğer siz sağlık hizmeti yerine bir ürün satıyorsanız, meselâ, otomobil, gün ısı, televizyon gibi, bunun satışını veya üretimini arttırmanız bir performans artışıdır. Veya bir otel veya lokantada olduğu gibi müşteri sayısını arttırıyorsanız bu iyi bir performanstır. Fakat, sağlık hizmetlerinde verimlilik (output) sanayideki ürün artışı gibi kullanılamaz. Öyle olsaydı hastanelerin sudan gerekçelerle kontrol, tahlil ve girişimler için hastaları sık sık çağırmaları, ellerinde tutmaları, gereksiz yere ve uzun süre yatırmaları, her hastadan 5-10 konsültasyon istemeleri, hiçbir enfeksiyon bulgusu ve işareti olmayan kişilerden bütün enfeksiyon nedenlerinin araştırılması gibi bugün zaten yaptıkları uygulamaları iyi bir performans kriteri gibi görmek mümkün olurdu. Halbuki bunların sağlık ve sağlık hizmeti ile hiçbir ilişkisi olmadığı gibi, insanların ve toplumun sağlığını bozmaktadır. Ama siz sistemi işleten ve buradan kazanç sağlayan bir patron gibi bakıyorsanız, o zaman çıktıyı veya performansı bu şekilde işlem veya para getiren kalemleri arttırmak olarak görebilirsiniz. Zaten hastaneler (kamu, özel ve üniversite) de performansa bu açıdan yaklaşmaktadır.
Yazıda zaman zaman çalışma koşullarının düzeltilmesi, hekimlere verilen ücretlerin arttırılması, hastane dağılımı, ne kadar hastane- sağlık ocağı gerektiği ve hekim dağılımı gibi konularda öneriler getirmektedir. Bütün bunlar sistem sorunundan ayrı düşünüldüğünde anlamsızdır. Şu andaki düzende, eğer bir kazanç umudu varsa en ücra yerlere bile bu hizmeti götürmekten kaçınmayacaklardır. Çünkü sağlık ocakları ve en ücra hastanelere bile otoanalizörler, elisa cihazları, sintigrafi ve tomografi, MR cihazları alınmakta ve yerleştirilmekte, ertesi günden itibaren de bu cihazlar baş vuran her hastada kullanılmaya başlanmaktadır. Eğer çalışma koşullarının geliştirilmesinden bu anlaşılıyorsa, bu hükümetin bunları zaten fazlasıyla yaptığını söyleyebiliriz. Hatta bunları yapmak programlarının bir parçasıdır.


Mevcut hekim sayısı yeterlidir. Sorun hekimlerin bölgesel dağılımındaki eşitsizlik olarak yaşanmaktadır. Hekimlerin ülke düzeyinde dağılımındaki dengesizlikleri azaltacak, çalışma ortamlarını da gözeten özendirici bir istihdam politikası izlenmelidir.

Türkiye'nin sağlık sorunu bir personel azlığı çokluğu meselesi değildir. Çünkü mevcut hekim sayısı, yeterli olmanın ötesinde fazladır bile... Sağlık düzeninde, hatalı performans ve kâr etme dürtü ve yarışından kaynaklanan bir şişkinlik ve enflasyon vardır. Herkesi hasta kabul eden bir sağlık anlayışı ile soruna bakıldığı zaman, bu sefer hekim ve sağlık personeli topluma göre az gibi görünmektedir. Ve öyle de olacaktır. Sistem nerede ise her kişinin başına bir hekim dikmeyi ve onun üzerinde devamlı tıbbi teknoloji uygulamayı hedeflemektedir. Mevcut sistemde hastalar mümkünse devamlı hastanede tutulmaya çalışılırken, aşırı ve gereksiz bir tıbbi teknoloji uygulanması ve girişim söz konusudur. Hastaneler, bu gün ağırlıklı olarak hastalar ve sağlık sorunları ile ilgilenmemektedir. Medikal kartel tarafından yaptırılan sağlık teknolojisi satışı durdurulduğu zaman hem mevcut hastanelerin hem de sağlık çalışanının yeterli ve hatta fazla olduğu ortaya çıkacaktır.

Teşhis ve tedavilerde zamanın da bir girdi unsuru olduğu göz önünde tutulur ve hastaların gerçekten iyileşmeleri hedef alınırsa, hastane doluluk oranlarının çok fazla oranda azalacağı açıktır. Eğer siz gereksiz yatışları teşvik eder ve bedelini öderseniz hiçbir hastane hastaları daha az yatırmak istemez. En azından hasta yatağını satar. Bu tür teşviklere son verilmelidir. (Hatta mevcut sistem devam edecekse bile ayaktan takip ve yatışlara ve buralarda yapılan işlere bir kısıtlama getirilmelidir.)
ABD tarzı sağlık düzeni terk edilerek her şey yeniden düzenlenmelidir. Bu takdirde yeni hastane açılması bir yana mevcutlarının bile kapatılması gerekebilir. Kamucu bir sistemde gereksiz ve hastalara zarar veren tıbbi uygulamalar ödüllendirilmemeli aksine cezalandırılmalıdır.
Hekimlik ahlakında bozulmalar: Hekimlikte gördüğümüz kirlenme ve bozukluklar bir ahlak sorunu değil, bir düzen (sistem) sorunudur. Sistem hekimleri kendi istediği gibi çalıştırmaktadır. Bu nedenle bu yazıda başından sonuna kadar hiçbir uygulamadan kişi ve meslek grubu olarak hekimler hedef alınmamış ve eleştirilmemiştir. Sistemin hatasının faturası hekimlere kesilemez. Bu sistemde her hekim şu anda olduğu gibi çalışmak zorundadır. Sistem bu nedenle artacak tıbbi uygulamalarda kendi sorumluluğunu maskelemek içi malpraktis (kötü tıp uygulaması) yasasını çıkarmış ve faturayı hekime kesmeyi hedeflemiştir.

Tıbbi Teknoloji-İlaç
Yurtdışından ithal edilen, ileri teknolojik aygıtlarla ilgili olarak ciddi bilimsel bir planlama yapılmalı, ülkemizin gereksiz bir teknoloji çöplüğüne dönüşmesi önlenmelidir. Kamu tarafından bir teknoloji ve ilaç sanayi kurulması değerlendirilmelidir. Ulusal aşı üretim merkezi hedeflenmeli ve öncelik tanınmalıdır.

Ülkemiz zaten bir gereksiz teknoloji çöplüğüne dönüşmüştür. Tıbbi kartelin sağlık hizmeti anlayışı devam edecekse bunu engellemek mümkün değildir. Kamucu bir sağlık düzeni için sorun uluslararası tekellerin ürettiği tıbbi cihaz, malzeme ve sarf malzemesi için yaratılan bu pazardan kurtulma sorunudur. Bunun için yapılması gerekenler:
1. Tıbbi cihaz ve malzeme ithalinin tamamen devletin kontrolüne verilmesi; her isteyenin istediği cihaz ve malzemeyi ithal edememesi gerekir.
2. Bu malzemelerin yerli üretimi teşvik edilmeli. Mümkünse ilaçlar ve bu tür tıbbi cihaz , malzeme ve sarf malzemesi devlet kontrolünde üretilmelidir. Ayrıca kullanılan ilaç, tıbbi cihaz malzeme ve sarf malzemeleri gözden geçirilerek, tedavi anlamında anlamı ve yararı olmayan sadece ticari amaçla kullandırılan bu tür ilaç, cihaz ve malzemelere sınırlandırma getirilmelidir.
3. Bu teknolojilerin gereksiz kullanılması ile hastalar zarar görmektedir. Tomografilerle , sintigrafilerde 300-400 akciğer filmi kadar radyasyon verilebilirken, tarama amacı ile yapılan mamografilerle kişilerin kansere yakalanma olasılığı arttırılmaktadır. Hastaneler gelen her hastadan tomografi, MR'lar ve diğer tetkikleri istemektedir. Toplumun tekrar tekrar tomografi taramasından geçirilmesi önlenmelidir. Mevcut tomografi merkezleri azaltılmalı, hastanelerde özel şirketlerin bu tür merkezler açması engellenmelidir.

Tıp Eğitimi
Mezuniyet öncesi tıp eğitimi müfredatı ülkenin sağlık sorunlarını önceleyen ve bilen, ihtiyaca uygun bir içerikle gözden geçirilmeli ve topluma dayalı, problem çözmeye yönelik eğitim yöntemleriyle yürütülmelidir.
Gereksiz nitelik tartışmalarına ve kaynak israfına yol açan planlamadan yoksun tıp fakültesi açılması politikası sonlandırılmalıdır. Mevcut tıp fakülteleri ihtiyaca uygunlukları ve her türlü donanımları açısından gözden geçirilmeli, uygun olmayanların eğitim vermeleri değerlendirilmelidir.
Tıp fakültelerinin eğitim araştırma bölgeleri açılmalıdır.
Mezuniyet sonrası eğitimde, mezuniyet sonrası eğitimin asgari çerçevesini standardize edecek ve niteliği artıracak düzenlemeler hayata geçirilmelidir.
Tıp eğitiminde sürekli eğitimin önemi herkesçe kabul edilerek bu alanda meslek örgütünün yaptırımcı ve düzenleyici olması anlamında ilgili kurumlar kolaylaştırıcı bir işlev üstlenmelidir.
Tıp eğitimi üzerine söylenecek çok fazla şey vardır. Şu anda tıp fakültelerinden uluslar arası tıp kartelinin ürettiği ürünlerin pazarlamacılığını yapan ve kullanan, hastalık ve sağlık kavramlarından habersiz, hatta bu konularda bihaber cahil kimseler yetiştirilmektedir.
Bu şekilde mezun olan hekimleri, ilaç firmaları ve onların temsilcileri komisyon, hediye, yemek, kongre, tatil gibi yöntemlerle eğitmektedir. Bu nedenle tıp eğitimi tamamen yeniden düzenlenmeli, hastalık ve tedavi şekilleri dahi yeniden tanımlanmalıdır. Hem müfredat hem de okutulan bilgiler yukarıdaki unsurlardan ayıklanarak tamamen yeniden yazılmalıdır. Emperyalist batının dayattığı tıp anlayışı bilimsel şüphecilik ve gerçekçi bir hastalık ve sağlık tanımlaması açısından eleştirilmeli ve yeni bir sentez yapılmalıdır. İnsan ve toplum merkezli bir tıp eğitimi verilmelidir. Bu eğitim, şu anda olduğu gibi ilaç ve tıbbi malzeme ve cihaz kullanmaya koşullandırılmış hekimler yaratmamalıdır. Türkiye'deki tıp fakülteleri AB veya ABD için hekim yetiştirmemeli ve bunu hedeflememelidir. İngilizce tıp fakülteleri kapatılmalıdır. Hekimlere İngilizce yerine Türkçe öğretilmeli tıbbi deyim ve isimler herkesin kolayca anlayabilmesi için Türkçeleştirilmelidir. Diğer taraftan halk da sağlık hizmeti, hastalık ve tedavi gibi konularda bilinçlendirilerek, müşteri olmaktan çıkarılmalıdır. Şu anda gereğinden fazla tıp, diş hekimliği ve eczacılık fakültesi mevcuttur. Bunlar azaltılmalıdır.

Demokratikleşme
Türkiye sağlık ortamı -kurumlar düzeyinde ve çalışanlar için- demokratikleştirilmelidir. Sağlık çalışanlarına grevli toplu sözleşmeli sendikal hak tanınmalıdır.
Çalışanların özlük hakları ve çalışanların sağlığı boyutunda düzenlemeler yapılmalıdır.
Kamu sağlık kurumlarında baskı, rotasyon, sürgün, angarya gibi uygulamalara son verilmelidir.
Toplum Katılımı
224 sayılı yasada öngörülen sağlık ocakları düzeyinde toplum katılımına olanak sağlayan sağlık kurulları çalıştırılmalı ve yine aynı yasada belirtilen genel kurul en kısa sürede -bir ilk adım olarak- toplanmalıdır.

Yukarıdaki hakların kağıt üzerinde tanınması uzun vadede hiç kimsenin sorunlarını çözemeyecektir. Tekelci ve kapitalist anlayışla düzenlenen bir sağlık sisteminde demokratikleşme mümkün olmadığı gibi bu alanda da "faşizm" söz konusudur. Sistemin yaptığı hiçbir işi eleştiremezsiniz. Meselâ, Kolesterol ölçtürmenin, ilaçlarını kullanmanın, kemik erimesi hastalığı ve tedavilerinin, durmadan meme filmi çektirmenin saçmalığını kimseye anlatamazsınız. Herkes bu safsatalara bir dine inanır gibi inanmaktadır. Fakültelerde bu bilgiler ayet gibi ezberletilmekte ve hiç düşünmeden ve mantık ve eleştiri süzgecinden geçirilmeden bunlara inanılmaktadır. Bu kişiler öyle eğitilmişlerdir ki öğrendikler bu saçmalıkların yanlış olabileceğini bile düşünememektedirler. Çoğu kişi bu ortamda bazı demokratik haklar kazanmayı veya ücretinin biraz artmasını kazanç gibi görmektedir.
Zaten sistem Sağlık Bakanlığı'nın sağlık hizmeti vermediği tam bir özelleştirme ve taşeronlaştırmaya doğru gitmektedir. Özel kuruluşlarda da bu tür örgütlenme ve sendikalaşmanın kağıt üzerinde kalacağı açıktır. Özelleştirmeyi kavrayamayan ve hatta destekleyen Türk-İş, Disk gibi sendikaların geldiği durum ortadadır. Bu sendikalardan bugün kimse artık korkmamaktadır. Kendi kendilerini satmışlar ve yok etmişlerdir. Performans zokası ile boğazından sisteme bağlanmış hekim kitlesi maalesef sistemi kayıtsız şartsız desteklemeye mecburdur. Kendi kendisine yabancılaştırılmış bu kitle, kendi aleyhine dahi olsa son ana kadar tercihini sistem lehine kullanacaktır. Sistem tamamen çökmeden kimse duruşunu değiştirmeyi düşünmemektedir. Vaziyet böyle görünüyor.


SAĞLIKTA TASARRUF OLUR MU OLMAZ MI?

Bu, sağlık hizmetlerinden ne anladığımıza bağlıdır. Günümüzde tıp ve tıbbi uygulamalar, kısaca adına sağlık piyasası da dediğimiz insan sağlığı üzerinden veya bunu bahane ederek kazanç sağlama alanına dönüşmüştür. Bu tıp anlayışı yani teorisi ve uygulaması kısaca tıp karteli (medikal kartel) olarak da isimlendirilen uluslar arası ilaç, tıbbi cihaz, malzeme, sarf malzemesi ve özellikle ilaç ve biyomedikal ürün (bunlara big pharma veya ilaç devleri de deniyor) üreten uluslararası firmalar ve uluslar arası sağlık sigortacılığı şirketleri tarafından belirlenmektedir. Hastaneler ve diğer sağlık kuruluşları bu kartelin belirlediği işleri topluma uygulamakla görevlidirler.
Bu nedenle olabildiğince şişirilmiş bir sağlık piyasası mevcuttur. Bu yapılan işlere "sağlık hizmeti" demek veya "standart sağlık hizmeti" olarak kabul etmek mümkün olmadığı gibi, bu tür hizmetlerin kişilere ve hastalara da bir yararı yoktur. Bu şekilde bir talan ve soygun hırsıyla işletilen "sağlık piyasası"nın (sağlık hizmeti diyemiyorum), harcamalarının tavan yapacağı ve hiçbir devletin bu tür savurgan bir harcamaya sonuna kadar dayanamayacağı açıktır. Bu nedenle orta yerde bir savurganlık, ve herkesin kafasına göre uyguladığı bir sağlık teknolojisi varsa bunun kaçınılmaz sonucu denizin bittiği yerde artan harcamalara bir sınırlandırma getirilmesidir. Bu sınırlandırmalar yapılan işleri yasaklamaktan çok vatandaşın kesesinden yapılan harcamaları (prim ve katkı paylarının arttırılması gibi) arttırmaya yönelik olacaktır.
Ekonomide genel kural yapılan harcamaların, toplanan prim miktarına (gelir) denkliğidir. Eğer yaptığınız harcamalar gelirinizden fazla ise bu durumda ister istemez bir sınırlama olacaktır.
Bu nedenle "sağlıkta tasarruf olmaz veya reçeteme dokunma" sloganları gerçekçi değildir. Sağlık harcamalarının vergilerden karşılanmasını, ücretsiz olmasını kabul ederken, diğer taraftan sağlık hizmeti adı altında yabancı tekellere kazanç sağlayan sağlık harcamalarını olabildiğince arttıran düzene muhalefet etmemek tutarsızlıktır. Mevcut sistemde bir kısıtlama getirilmezse ülke bütçeleri bile sağlık harcamalarını karşılamakta yetersiz kalır. Hekimlere ilaçların nasıl promosyon ve taktiklerle yazdırıldığı basına bir çok olay vesilesi ile yansımış bir olaydır. Hastanelerin nelerle uğraştığını, ne gibi ilaçların kullandırıldığını anlamak için hastanelerde tedavi gören hastaların faturalarına ve reçetelerine bakmak yeterlidir. Bu şekilde hastanelerin, gelirlerini arttırmak için ne gibi taktik ve hilelere başvurduğu ve nelerle uğraştığı kolaylıkla görülecektir. Tabii ki görmek istiyorsanız...

SONUÇ
TTB ülkemizdeki sağlık sorunlarının temelindeki bozukluğu görmemekte ve bunun bir sistem sorunu olduğunu tespit etmemektedir. Bu nedenle TTB politikaları, AKP'nin geliştirdiği politikalara sağlam bir alternatif oluşturamadığı gibi bazı alanlarda sanki onunla aynı paralelde imiş gibi bile görünebilmektedir. Sorunların belirli bir bütçe ayrılarak ve bazı şekilsel düzenlemeler yapılarak halledilebileceği sanılmaktadır. Ayrıca kullanılan sloganlar soyut ve her işitenin kendi kafasına göre içini dolduracağı lâflardır. Artık yeni şeyler söylemenin zamanıdır. Bu gün geldiğimiz noktada Sağlıkta Dönüşüm politikaların anlaşılması son derece kolaydır. AKP'nin demiyorum, çünkü bu politikaları bütün partiler aynen savunmuştur ve halen savunmaktadırlar. Parti ve sendikalardan da ciddi bir muhalefet yoktur. Herkes yapılan işleri onaylamaktadırlar.

TTB'ye ve hekimlere düşen mevcut sağlık sistemini iyice çözümleyerek sistem (düzen) karşısında kendi yerini tam olarak belirlemektir. TTB bu konuda bir çalışma ve tartışma başlatmalıdır. Gelecekte sağlık alanında görülebilecek olumsuzluk ve sorunlardan herkes kendisinin de bir derece sorumlu olacağını, bu sonuca toplumun her kesiminin az veya çok katkıları ile gelindiği unutulmamalıdır.

(*) Bu eleştiri, TTB'nin "Ne istiyoruz." isimli yazısı temel alınarak TTB siyasetine katkı sağlamak amacı ile yazılmıştır.



 

Hiç yorum yok:

GATS ANLAŞMASI KAPSAMINDA BULUNAN HİZMET SEKTÖRLERİNİN SINIFLANDIRILMIŞ LİSTESİ

GATS ANLAŞMASI KAPSAMINDA BULUNAN HİZMET SEKTÖRLERİNİN SINIFLANDIRILMIŞ LİSTESİ Çeviri: Selim Yılmaz Aşağıdaki sınıflandırma 1994...