SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM NEDİR? NE DEĞİLDİR?
Sağlık sistemi ve piyasasının tamamen uluslar arası kartele terk edilmesi demek olan sağlıkta dönüşüm projesi, tam gaz uygulanmaktadır. Bu projeye, karşı çıkan üç beş kişi dışında doğru dürüst bir muhalefet sergilenmediğini görmekteyiz. Sözde eleştiriyor görünen çevreler de, projenin sağlıkta tamamen bir özelleştirme ve sömürgeleştirme projesi olduğunu gizleyerek, sorunu belirsiz ve anlaşılmaz bir hale sokmaktadırlar. Bu cümleden olmak üzere Aydınlık Dergisin'de yer alan “Yabancı tekeller sağlık kenti projesi için pusuda” makalesi (Can Özçelik, 15 Haziran 2008, Sayı 1091, sayfa:20-21) sağlıkta dönüşüm projesinin nasıl anlaşılmaz hale getirildiğinin ve hatalı yorumlandığının ilginç örneklerinden birisidir. Burada amacımız Aydınlık'taki yazı üzerinden konunun tekrar irdelenmesi ve gelinen noktayı tekrar belirlemektir.
KISA BİLGİ ve TESPİTLER
Hepimiz kendi pratiğimizden biliriz. Herhangi bir konuda toplumu oluşturan fertlerin tutum ve davranışları tamamen farklı olmaktadır. Herkes soruna kendi bakış açısından yaklaşmaktadır. Bu bakış açıları genellikle herhangi bir uygulamayı kendi menfaatleri açısından uygun bir yön bulup bulmama ile ilgilidir. Başlangıçtaki kaba değerlendirme ile bir görüş belirlendikten sonra, bu görüş siyasi veya diğer görüşlerle birleştirilir veya onlara yamanır. Karar verilen konu hakkında daha geniş bilgi toplandıktan ve gelişmeler yaşandıktan sonra bile insanlar ilk kararlarını korumaya devam ederler. Bu AB siyasetleri için olduğu gibi, sağlıkta dönüşüm için de böyledir. Bu proje başlangıçta herkese olağanüstü mükemmel, sınıflar üstü bir proje gibi kabul ettirilmiştir. Bu nedenle, başka konularda ulusalcı ve Atatürkçü siyasetler bile, ne AB'ye ne de sağlıkta dönüşüme açıkça karşı çıkamamaktadırlar. Başlangıçtaki ilk kararı etkileyecek propagandanın, daima kullanılan ve etkili olan bir zihin kontrol yöntemi olduğunun tipik örneği özellikle “Sağlıkta Dönüşüm Projesi”dir. Herkes başlangıçta bu projede kendi menfaatleri yönünde yararlı bir taraf bularak projeyi desteklemiş ve bu nedenle daha sonra projenin çekim merkezi dışına çıkamamıştır.
Küreselleşme adı altında yürütülen bu sömürgeleştirme projesi ile, toplumun donanımı (hardware) ve yazılımı (software'i, yasa ve mevzuatı) tamamen değiştirilmektedir. Bu, Türkiye Cumhuriyetinin de artık tamamen ortadan kaldırılması ve tasfiyesi sürecinin de adıdır. Yapılan her proje veya reform, büyük projenin bir parçasıdır.
“Sağlıkta Dönüşüm Projesi”, küreselleşme projesinin sağlık alanında uygulamasıdır. Bu proje, halkın sağlığını iyileştirmek ve geliştirmek için yapılmamaktadır. Bütün dünya ülkelerinde aynı isim altında uygulanan uluslar arası projenin bir parçasıdır. Bu proje ile, devletin sağlık alanından çekilmesi ve her türlü hizmet ve ticaretin özel şirketler vasıtası ile verilmesi hedeflenmektedir.
Sağlıkta Dönüşüm Projesi, proje kitabında ( 4 Aralık 2003) yayınlandığı şekliyle yürütülmektedir. Bugüne kadar yapılan her şey bu projeye uygun olarakyapılmış ve gerçekleştirilmiştir. Bu proje Türkiye hükumeti tarafından yürütülen bir proje de değildir. Dünya bankası projeyi yürütmektedir.
Sağlıkta Dönüşüm Projesi, hekimlerin maddi durumlarını düzeltmek için yapılan bir proje de değildir.
Sağlıkta Dönüşüm ile halk sağlığında bir düzelme veya iyileşme de hedeflenmemektedir. Aksine bu proje özünde tıbbın insanların sağlığını bozacak bir şekilde uygulanmasının da adıdır.
Günümüzde sağlıkla ilgili hizmetler bir lonca sistemine bağlı hekimler tarafından verilmediği gibi, TTB de bu işi yapan bir lonca değildir. Bu nedenle sağlık hizmetlerinden kaynaklanan sorunları bir lonca sisteminin sorunları veya sağlıkla ilgili mesleklerin ve örgütlerin âhlâk sorunları olarak da görmemek gerekir. Sağlıkla ilgili sorunlar her zaman bir sistem sorunudur. Girdisi, çıktısı, örgütlenmesi ve çalışma tarzı ile sistem bir bütündür. Sistem hangi amaç için yapılandırılmışsa ve programlanmışsa buna göre sonuçlar elde edilir.
Bu gün Türkiye'de sağlık alanında piyasa ve piyasanın kontrolü uluslar arası tıp karteline terk edilmiştir. Sistem, onun çıkarlarına göre yapılandırılmıştır ve yapılandırılmaya devam etmektedir. Kartel sağlık alanında bugüne kadar şunları başarmıştır:
1.Patent yasaları ile uluslar arası kartelin çıkarları tamamen garanti altına alınmış, SSK İlaç fabrikası kapatılmış, yerli ilaç ve aşı sanayi tamamen felç edilerek yok edilmiştir.
2.Geçerli ve kabul edilen tıp bilimi, kartelin ürünlerinin satışına göre tanımlanmıştır. Yani tıp bilimi ve uygulamaları hastalıkları veya tıbbi sorunları tedavi etmek için değil, bu görünümde, fakat tamamen ticari kazanç amacı yapılacak tıbbi uygulamalara zemin ve gerekçe yaratmaktadır. Tıbbi ürün, ilaç ve cihazların satışı tamamen kâr payları ve promosyonla yürütülmektedir. Tedavi, ilaç ve ameliyat tercihinde etkili olan yöntem budur.
3.Uygulanan siyasetlerle zayıflatılan, kötü yönetilen ve halkın gözünden düşürülen SSK hastaneleri Sağlık bakanlığına devredilerek tasfiye edilmiştir.
4.Daha önce de, bir özel hastane gibi çalıştırılan üniversite hastanelerine ek olarak, Sağlık Bakanlığına bağlı devlet hastaneleri de bir özel hastane gibi işletilmeye başlanmıştır. Bir işletme olarak çalışan hastaneler tıbbi teşhis, imkân ve ürünleri mümkün olan en fazla kişide uygulamak ve bu şekilde gelirlerini arttırmak için her şeyi yapmaktadır. Bunu sağlamada önemli rol oynayan unsur, hekimlere de gelirlerini arttırdığı oranda “kar payları=performans ücreti dağıtmaktadır. Halkın sağlık ve hastalıkla ilgili bilgisizliğini sömürerek ve sağlık tesislerini onlara zarar verecek şekilde ve üstelik de kâr etmek amacı ile işletilmesine nasıl kamucu bir sağlık sistemi denilebilir? Bu nedenle, ÜNİVERSİTE VE DEVLET HASTANELERİ ARTIK BİR KAMU HASTANESİ DEĞİLDİR. KAMU HASTANESİ OLARAK İŞLETİLMEMEKTEDİR.
5.Kartelin ürün ve ilaçlarının satılması ve tüketilmesi için işletilen sistemde bu ürün ve ilaçların tüketilmesi ve satışı daha önce hâyâl bile edilemeyen seviyelere ulaşmıştır.
Yukarıda özel olarak belirtiğimiz tespitlerin aksine, sağlıkta dönüşüm hemen bütün siyasi partilerden, halktan ve hekim kamu oyu ve örgütünden destek görmüştür. İşin ilginç yanı genel olarak “ulusalcı” veya “sol” olarak bilinen siyasetlerin de projeyi destekleme konusunda işbirlikçi parti ve örgütlerden geride kalmamalarıdır. Bu çevreler eğitim ve sağlıkta yolsuzluklar, çeteleşme ve özelleştirme üzerinde hiç durmamalarıdır.
Bunun sebebi 1) Emperyalizmi sadece bir dış tehdit olarak algılamak ve içerdeki günlük uygulamada bunu görmemek ve algılamamak; sağlıkta dönüşüm'ün emperyalist bir proje olduğunu algılayamamak, 2) Genel Sağlık Sigortası ile bütün halkın sigortalanmasını,sağlık harcamalarını arttırmak için oluşturulan bir fon olarak değil, bütün halkı sigortalayan kamucu bir uygulama olarak algılamak, 3) Halkın ve diğer siyasi partilerin desteklediği bu projeye karşı çıkarak marjinal görünmemek, 4) Sistemden alınan “performans” rüşveti nedeni ile sorunları görmemek veya anlamak istememek, olarak belirtebiliriz.
İLERİ SÜRÜLEN GÖRÜŞLER
1.“Sağlık hizmeti yavaş yavaş özel sektörün eline” geçmektedir.
2.Sağlık hizmetlerinin tamamen özel sektöre devredilmesinin planlandığı ve bunun da uluslar arası sermayenin kuracağı büyük sağlık kentleri vasıtası ile sağlanacağı iddia edilmektedir. Sağlık kentleri rekabet ile kamu hastanelerinin yerini alacaktır.
3.Proje ile koruyucu sağlık hizmetlerinin ortadan kalkacağı ve bunun sonucunda hastalıkların önlenemeyeceği ve tedavilerinin daha maliyetli olacağıdır. Bunun için halk sağlığına önem verilmesi önerilmektedir.
4.Tam gün yasası ile hekimlerin muayenehanelerini kapatarak asgari ücretle çalıştırılacakları ve kamudan uzaklaştırılarak kurulacak özel sağlık kentlerine yöneltilecekleri ileri sürülmektedir.
5.Oluşturulan mevcut durum göz ardı edilerek sağlık hizmetleri finansmanından devlet katkısının ortadan kaldırılarak sağlık hizmetinin ticarileştirileceğinden ve hastanelerin kâr esasına göre çalıştırılan bir işletme haline getirileceğinden bahsedilmektedir. Yazı son olarak sağlık hizmetlerinin ilerde tamamen özel“sağlık kentlerinde” verileceğinden bahsederek sonlanmaktadır.
Yazının bütününde, sağlıkta dönüşümün şu ana kadar topluma ve ülkeye verdiği zarardan
hiç bahsedilmemektedir.
İLERİ SÜRÜLEN GÖRÜŞLERİN ELEŞTİRİSİ
Bu yazıda belirtildiği gibi sağlık alanı yavaş yavaş özel sektörün eline geçmemektedir. Proje ile sağlık piyasası tamamen uluslar arası tıp kartelinin eline geçmiş ve piyasa kartele teslim edilmiştir. Devletin elindeki hastaneler de, kamu kaynaklarını ve SGK primlerini, tamamen kartel ve onunla işbirliği içinde çalışan şirketlere akıtacak şekilde çalıştırılmaktadır.
Sağlıkta dönüşüm ile kamu sağlık hizmeti veren SSK hastaneleri kapatılarak, SSK'nın ve daha sonra onun devamı olan SGK'nın sağlık hizmetini kendi sağlık tesislerinde vermesine son verilmiştir. SSK hastaneleri kartelin en başta tasfiye edilmesini istediği hastanelerdi.
Bu dönüşüm'den sonra, sağlık piyasasının işleyişi şöyledir:
Bugün SGK'ları esas olarak Sağlık Uygulama Tebliğini esas alarak özel, devlet ve üniversite hastanelerinden hizmet almaktadırlar. Aslında hizmet adı altında SGK'nın kaynakları hastanelere hortumlatılmaktadır. Çünkü hastanelerin verdikleri hizmetleri belge ile kanıtlama mecburiyeti olmadığı gibi, faturalarda belirtilen hizmetlerle ilgili hiçbir belge istenemeyeceği SUT (Sağlık Uygulama Tebliği)'nde kayıt altına alınmıştır. Faturalar yapılan beyana göre kabul edilip ödenmektedir. Bu, hastanelere “ben sana istediğin gibi hâyâli fatura düzenleme imkânı veriyorum, gerisi sana kalmış” demektir. Bu kuralı bilen hastaneler, SGK'dan alacakları paraları arttırmak için;
-hiç vermedikleri ve kullanmadıkları hizmet, ilaç, cihaz ve uygulamaları abartarak fatura etmektedirler.
-Yaptıkları hizmetleri ve uygulamaları da ya sayılarını arttırarak, daha pahalı bir hizmet verilmiş gibi göstererek, tek bir girişim veya tedaviyi birkaç girişim gibi göstererek veya bölerek veya bunların sayılarını keyfi olarak arttırarak fatura etmektedirler. Kısaca verilen veya verilebilecek hizmetin 5-10 katı ve belki daha fazla bir para SGK'dan hortumlanmaktadır.
-Denetlenemediği için en pahalı ilaç, malzeme ve cihazlar ve hatta demirbaş cihazlar, hastalarda kullanılan cihaz, protez ve malzeme gibi fatura edilebilmektedir. Yukarıda da belirtildiği gibi bu ürünlerin gerekliliği bir yana, gerçekten kullanılıp kullanılmadığı bile sorgulanamamaktadır.
Hastaneler kâr marjı ve komisyonu fazla olduğu için en pahalı ilaç ve malzemeleri tercih etmektedirler. Hastaneler gelirlerini arttırmak için yatış, muayene, kontrol ve konsültasyon, tetkik, tahlil ve yatış sürelerini uzatmakta veya faturalarında bu rakamları yüksek tutmaktadır.
Devlet ve üniversite hastaneleri de, bir ticarethane gibi çalıştırılmakta ve hasta ticareti üzerinden gelir sağlamaya çalışmaktadır. Birer vergi numarası olan bu hastaneler, diğer ticari şirketler gibi gelirlerini arttırmak için hekimlere “performans” adı altında kâr payı dağıtmaktadır. Bazı çevrelerce sadece hekimlerin gelirlerini arttıracak bir uygulama gibi kabul edilen bu performans uygulaması ile, neticede hastanelerin gelirleri arttırılmaktadır. Kazanç hırsı ile tutuşan hekimler gördükleri her şahıstan nasıl bir hastalık uydurabilirim, nasıl bir girişim, ameliyat ve tetkik yapabilirim diye çabalamaktadır. Bunun sonucunda insanlar hiçbir tıbbi sorunları olmamasına karşın hekimlerin yönlendirmeleri, kendilerindeki mevcut durumları abartmaları ve bilerek farklı yorumlamaları sonucunda gereksiz ilaçlar kullanmakta, devamlı olarak hastanelere kontrollere gitmekte ve ameliyat olmaktadır. Sağlıkta dönüşüm sonucunda bütün toplum bu tür gereksiz tıbbi girişim ve ameliyatların saldırısı altındadır.
Ameliyat yapılmasını gerektirecek bir durum saptandı yalanları ile hastalar kandırılarak bu tür gereksiz ameliyatlar salgın tarzında yapılmaktadır. Sırf SGK'dan daha fazla para veya performans ücreti alabilmek için genellikle en büyük ve riskli ameliyatlar tercih edilmektedir. Bir örnek vermek gerekirse, nadiren bir ameliyat ve tedavi gerektiren tiroid (guatr) ameliyatları bu şekilde yaygın yapılan ameliyatlardandır. Performans ücretinin fazlalığından dolayı cerrahlar bezin tamamının çıkarıldığı ameliyatları tercih etmekte ve adeta toplumda bir tiroid soykırımı uygulanmaktadır. Tıbbi hiçbir ilkeye uyulmadan yapılan böyle ameliyatlarla hastalara zarar verilmekte ve bu hastalar ömür boyu sürekli ilaç kullanmak zorunda kalmaktadırlar. Bu şekilde bezi tamamen çıkarılan hastalar, artık hastanelere abone haline getirilmektedir. Hastalar kontrol ve ilaç yazdırmak için düzenli hastanelere gitmek zorunda kalmakta, hastaneler de bu şekilde sürekli bir müşteri kazanmaktadırlar. Hiçbir sağlık sorunu teşkil etmeyen küçük yağ bezeleri, benler, nasırlar çıkarılarak karşılığı 600-900 YTL olan büyük ameliyatlar gibi gösterilerek fatura edilebilmektedir. Toplum kalp yönünden yaygın bir anjio, balon, stent ve by pass taramasından geçirilmekte ve bu gereksiz ve anlamsız işlemler sonucu binlerce kişi zarar görmekte, sakat kalmakta veya ölmektedir. Sezaryen ameliyatları dünyada hiçbir toplumda görülmediği oranda (% 85) yaygın ve zorunlu uygulama haline gelmiştir. Normal doğum bitirilmiştir. Bütün bu saçmalıklar topluma üstün bir sağlık hizmeti olarak pazarlandığı için, halk ne kadar zarar gördüğünü algılayamamakta ve memnun görünmektedir.
Devlet ve üniversite hastaneleri artık bir müşteriye dönüşen çoğu sağlıklı olan kişileri hastanelerine çekebilmek, gereksiz girişim ve tedavileri uygulayabilmek ve hasta bulmak için ticari şirketler gibi reklama başvurmaktadırlar. Bunlar verdikleri hizmetleri, görüntüleme merkezlerini afiş ve reklamlarla duyurmakta ve herkesi bu amaçla kendilerine başvurmaya çağırmaktadırlar. Sudan bir nedenle veya tesadüfen hastaneye giden kişilerde bile tedavi veya ameliyat yapılabilecek bir durum aranmaktadır. Hastaneler ve sağlık tesisleri artık tirolle hasta avlamaktadır. Sağlık hizmeti anlam değiştirmiştir. Sağlık hizmeti, artık hasta veya hastalığın tedavisinden ziyade, sürekli olarak tıbbi teknoloji ve ürün kullanmak ve pazarlamak anlamına gelmektedir.
Başta Sağlık Bakanı ve diğer yetkililer bu uygulamalar sonucunda sağlık hizmetleri için yapılan harcamaların, hasta ve ameliyat sayılarının artmasını sağlıkta iyi bir verimlilik olarak tanımlamaktadırlar. Ve bununla övünmektedirler.
Sağlık hizmetlerinde veya piyasasında özelleştirme deyince bazı çevreler sadece özel hastanelerin açılmasını anlamaktadır. Halbuki sağlık ticaretinin döndüğü temel kalemler tamamen uluslar arası kartelin kontrolünde olup onun çıkarları çerçevesinde kullandırılmakta ve tüketilmektedir. Daha önce olduğu gibi bu gün de özel sağlık işletmeleri tamamen devletten veya SGK'dan gelir sağlamaktadırlar. Bazı çevreler bu ürünlerin kullanılması ve tüketilmesindeki ticaret ve vurgunu görmezden gelerek, yapılan işlerin sınıflar üstü ve evrensel tıp biliminin ilkelerine uygun olduğunu zannetmekte ve burada bir hata görmemektedir.
Bütün dünyada sağlık ticareti uluslar arası tıp kartelinin emrinde ve kontrolünde yürütülmektedir. Kartel tıp alanında kullanılacak ve satılacak ilaç, tıbbi malzeme, cihaz, her türlü ürün ve teknolojiyi üretme ve satma hakkını elinde tutmaktadır. Bir çok ülkede olduğu gibi Türkiye'de de kartele ait bir çok ürünün üretim ve satışı patent hakları ve uyum yasaları ile kontrol altına alınmıştır. Piyasada sadece bu ürünler bulunabilir ve onların belirledikleri fiyatlardan satılabilir. Diğer ürünlerden farklı olarak hasta adına bu ürünlerin tercih hakkı hekimlerde olup, hekimlerin tercih hakkı da ilaç firmaları tarafından verilen promosyon ve komisyonlarla belirlenmektedir. Basınımızda bir çok örneği verilen bu tür kirli ticaret ve yolsuzluklara ne yazık ki Aydınlık gibi dergilerde rastlamamız mümkün olmamaktadır!
Anlattığımız konularla ilgili aşağıdaki haber yoruma yer bırakmayacaktır:
PROTEZ OPERASYONU
Doktorlara protez operasyonu50 milyon dolarlık vurgun iddiası ile 85 kişi gözaltına alındı
Ankara’da polisin yaptığı Protez Operasyonu’nda 50 milyon dolarlık vurgun yaptığı iddiasıyla 17’si doktor, 68’i medikalci toplam 85 kişi gözaltına alındı.
Ankara’da polisin yaptığı Protez Operasyonu’nda 50 milyon dolarlık vurgun yaptığı iddiasıyla 17’si doktor, 68’i medikalci toplam 85 kişi gözaltına alındı.
Ankara Cumhuriyet Savcısı’nın emriyle başlatılan ve yaklaşık 6 aydır sürdürülen Protez Operasyonu’nda dün Ankara Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şubesi Mali Büro Amirliği’nce başlatıldı. Mali boyutu yaklaşık 50 milyon doları aşan yolsuzlukta protez ve medikal ürünlerin kullanılmadığı halde, reçete edilerek devleti zarara uğrattıkları iddia edilen 17’si doktor 68 medikalci toplam 85 kişi gözaltına alındı. Hastaların sağlık karneleri kullanılarak yurtdışından sipariş verilmiş gibi gösterilen medikal malzemelerinin hayali olduğu anlaşıldı. 16.06.2008 http://www.haberturk.com/haber.asp?id=80672&cat=130&dt=2008/06/16
Sağlık üzerinden ticaret böyle yürümektedir.
Hastane, eczane ve tıbbi cihaz ve malzeme piyasasında kullanılan ve satılan her üründen neticede kartel kazançlı çıkmaktadır. Hastanelerin elde ettikleri kazanç veya SGK'nun kasasından çıkan paranın büyük bir kısmı (% 80'den fazlası) bu kartele gitmektedir. Tıp bilimi de çoğu gereksiz, anlamsız, etkisiz ve zararlı olan bu ürün, ilaç ve malzemelere talep ve kullanım alanı yaratacak şekilde belirlenmektedir. Bu gün bir çok ameliyat, hastanın göreceği yarardan çok, kullanılacak malzeme ve cihazlar için yapılmaktadır.
Evet, Sağlıkta Dönüşüm ile Sağlık Bakanlığı'nın ve devletin sağlık hizmetinden tamamen çekileceği belirtilmişse de, bugün sağlık hizmetleri ve piyasası tamamen uluslar arası kartele ve piyasaya terk edilmiştir. Devlet, sadece kendi imkânlarını kullandırmaktadır. Özel şirket gibi çalışan devlet ve üniversite hastaneleri içinde bir çok bölüm ve klinik ayrıca özel şirketlere devredilmiştir. Hastanelerde temizlik, güvenlik, yemek işleri ve bir çok iş özel şirketlerce verilmektedir. Çalışanların çoğu artık sözleşmelidir. Bazı hastanelerin devletin elinde görünmesi artık halk için bir güvence değildir. SSK Hastanelerinin bir gecede Sağlık Bakanlığı'na devrinde olduğu gibi böyle bir özelleştirme satışı da bir gece yarısı kararı ile her an alınabilir.
Sağlık piyasasının gelişmesi demek, büyük alış veriş merkezleri gibi yaygın sağlık ticareti ve satışlarının yapıldığı daha çok sağlık tesisi ve hastanelerin açılması demektir. Bu aynı zamanda toplumun yaşantısının “tamamen tıbbileşmesi” yani yaşamın amacının sürekli bu tesislere gitmek ve sağlık teknolojisi ve ürününü kullanmak demek anlamına gelir. Tıp karteli, toplumları kendi ürün ve cihazlarını kullanmak için yaşayan hastalar olarak kabul etmektedir. Onlar sağlıklı insanlardan hiç hoşlanmazlar. Daha sağlık kentleri kurulmadan uzun ve komplikasyonlu ve çoğu zaman ölümle biten yatışlarla birlikte hastaneler artık “sağlık toplama kamplarını” andırmaktadır. Sağlıkta Dönüşüm hasta ve hastalıkları arttırmıştır.
Yukarıda sağlıkta dönüşümün ne olduğu kısaca özetlenmiştir. Sağlıkta dönüşümle şu ana kadar hiçbir şeyin yapılmadığını, ama ilerde sağlık kentleri ile sağlık sisteminin özelleştirileceğini söylemek şimdiye kadar olanı biteni hiç anlamamak demektir. Sağlık kentleri, sağlık adına daha fazla pazar bulmak amacı ile yapılan bir pazarlama stratejisinden başka bir şey değildir. Sağlıkta dönüşüm yazıda belirtildiği gibi, sırf bu amaçla yapılmamaktadır.
Proje sadece ileride sağlık kentlerinin kurulması ve devlet hastanelerinin bu kentlerle rekabeti ile yok olmasını hedeflememektedir. Çünkü hastaneler zaten içten fethedilmiş ve çökertilmiştir. Küreselleşme projesi gereği ülkelerin bölünerek belediyeleştirilmesi sürecinde bu tesisler bu birimlere devredilecek ve aşındırılarak tasfiye edilecektir. Kamu yönetimi ve belediyeler yasaları ile yapılmaya çalışılan da bu merkezi devletin her alanda tamamen tasfiyesidir. Sağlıkta dönüşüm bu bütünleşik projenin de bir parçasıdır.
Bazı çevreler, Sağlık Kentleri'ni buralara yabancı turist ve müşterilerin getirecek turistik bir proje olarak görmektedir. Sağlık turizmi için yabancıların ülkeye getirilmesi ve onların da döviz bırakması cazip ve takdire şayan bir düşünce olarak takdim edilmektedir. Sağlık turizmi sağlık ticaretinin bir parçasıdır.
“Sağlıkta Dönüşüm” bir kapalı devre projesi olup, bu projenin içinde serbest hekimliğe yer yoktur. Sağlık hizmetlerinin tamamen SGK ile sözleşmeli kuruluşlara yönlendirilmesi ile sağlık piyasasında bir tekel oluşturulmaktadır. Bu tekelci sistemde sağlık alanında dönen paranın bir kısmının kaçabileceği “serbest hekimliğe” zaten yer yoktur. Ayrıca yazıda belirtildiği gibi devlet hastanelerinde çalışan hekimler asgari ücretle çalıştırılmamaktadırlar. Bunlar kendilerine “şimdilik” verilen yüksek “performans ücretleri” ile bir nevi sahte cennetti yaşamaktadırlar. Çoğu muayenehanelerini kendisi kapatmıştır. Hekimler arasında artık muayenehane hekimliği artık cazip değildir. Özel hekimlere artık kimse gitmemektedir. Devlet performans ücreti adı altında, hasta bulmaları veya hastalık yaratmaları için hekimlere “bıçak parası” vermektedir. Bir çok pratisyen hekim birinci basamağın özelleştirilmesi olan aile hekimliğine geçmek için can atmakta ve sular akarken küpünü doldurmaya bakmaktadır. Bazı hekimler de kendilerine bir miktar fazla para veren özel hastanelere kaçmaktadır.
Hasta ve hastane sayılarının uygulanan ticari tedbirlerle birden bire arttırılması daha önce fazlalığından bahsedilen hekim sayılarının da göreceli olarak azalması gibi bir sonuç doğurmuştur. Hastanelerde hekimlere artık bir de fatura düzenleme adı altında yeni bir çalışma alanı yaratılmıştır.
Bu şekilde bir kısım hekim aktif çalışmadan uzaklaştırılmıştır. Hekim azlığının bir nedeni de budur.
Kartelin çıkarlarına uygun olarak çalışmak kaydı ile hiçbir tıbbi eğitimi olmayan kişilerin bile başarı ile hekimlik yaptıklarına ve takdirname aldıklarına şahit olmaktayız. İktidar hekim azlığını mazeret göstererek bir yandan üniversiteleri daha fazla hekim mezun etmeleri yönünde baskı yapmaktadır. Mezun olan hekimlerin hasta, hastalık, tedavi, gereksiz tedavi ve cerrahi konularında hiçbir bilgi ve eğitimleri olmadığı gibi, tıbbın temel ilkesi olan “ önce zarar verme ilkesinden” haberleri bile yoktur. Modern tıbbın ilkesi “ne kadar zarar verirsem, o kadar fazla kazanırım”dır. Yetiştirilen hekimler attıkları her adımda, nasıl daha fazla para kazanabileceğini düşünen ve ona göre hareket eden para simsarları haline getirilmiştir. Diğer taraftan, AB uyum yasaları ve müktesebatı gereği Avrupalı hekimlere serbest dolaşım hakkı verilmesi ile, Avrupa'nın işsiz doktorlarına iş alanı yaratılmak istenmektedir.
Sağlıkta dönüşüm ile sağlık alanında yolsuzluklar, çeteleşme ve mafyalaşma artmaktadır. Hatta sağlıkta dönüşüm artık bu anlama gelmektedir. Çünkü bunlar artık var sayılan haline gelmiştir.
Bugün gelinen durumda yeşil kart için devletin yaptığı katkı bir yana sağlık hizmetlerinin finansmanın tamamen toplanan primlerle sağlanması hedeflenmektedir. Toplanan bu primlerle, giderek arttırılması hedeflenen sağlık harcamalarının karşılaması mümkün olmadığından, SGK'nın yaptığı ödeme giderek bir yardıma dönüşmektedir. Giderek artan katkı payları, ilaç, malzeme, cihaz fark ücretleri, hoca parası, özel ameliyat parası, özel oda parası olarak alınan paralarla kişilerin keselerinden yaptıkları harcamalar arttırılmaktadır. Toplum bu artan harcamaları karşılamak için ayrıca özel sağlık sigortası yaptırmak zorunda kalacaktır. Projede bütün bunlar açık açık yazılmış olup, adım adım uygulanmaktadır.
Düşülen vahim hatalardan birisi de karşılığı devlet tarafından verilen her hizmetin kamu hizmeti kabul edilmesi anlayışıdır. Kullanılan bütün ürün ve girdilerin uluslar arası kartel tarafından karşılandığı bir sistemde, bunların bedelinin devlet tarafından ödenmesi her şeyden önce serbest piyasa mantığı ile çelişmektedir. Sağlıkta aslında serbest olmayan kapalı bir piyasa vardır. Bu piyasada isteyen sağlık hizmetini kendi kesesinden özel olarak alsın denebilirdi. Fakat bu takdirde piyasayı canlandıran ve yaygın uygulanan hatalı, gereksiz ve pahalı uygulama ve ilaçları kimse almaz ve tüketmezdi. GSS bu harcamaların bir kısmını karşılayarak tüketicinin cebinden kalanının da çıkarılmasını garanti altına almaktadır. GSS bir sağlık sigortasından çok bu piyasanın canlanmasını sağlayan ticari bir fon'dur. Bu nedenle kamusal, sol veya “ulusalcı” bir proje olarak görülemez.
Aydınlığın yazısında, koruyucu sağlık hizmetlerine de farklı bir anlam yüklenmektedir. Koruyucu sağlık hizmetleri ile bir çok hastalığın önleneceği ve bu şekilde sağlık harcamalarının azalacağı ve sağlıkta dönüşüm ile koruyucu sağlık hizmetlerinin göz ardı edildiği görüşü ileri sürülerek bu açıdan karşı çıkılmaktadır. Keza bazıları da koruyucu sağlık hizmetlerini kamucu veya halkçı bir sağlık hizmeti sanmaktadır.
Kartelin sağlık hizmeti anlayışı koruyucu sağlık hizmetlerinde de aynıdır: devamlı ve sayısı artan oranda ilaç ve aşı tüketmek! “Modern tıp” budur. İnsanlara kullandırılan aşılar durmadan arttırılmaktadır. Her gün daha önce adı duyulmamış ve bilinmeyen bir hastalığın aşısı pazarlanmaktadır.
Esasen sağlık ocakları tarafından yürütülen koruyucu hekimlik hizmetlerinden de anlaşılan devamlı ilaç ve aşı kullanılmasıdır. Kartele ait ürünlerin ve aşıların hem de onların belirlediği endikasyon (gereklilik durumu) ve şekilde yaygın şekilde topluma kullandırdığınız zaman kartelin buna fazla bir şikâyeti olmaz. Daha ne istesin!
Bu anlayışla bugüne kadar yapılan aşılamalarla hastanede tedavisi gereken hangi hastalıklar önlenmiştir?
Birinci basamak olarak ifade edilen şey aslında sağlık ocaklarının da özelleştirilmesidir. Buradaki mantık da diğerinde olduğu gibi her türlü hizmet ve ticaretin özel şirketler vasıtası ile verilmesidir. Sağlıkta dönüşüm kolayca anlaşılacağı gibi sadece“birinci basamağı” özelleştirmek için değil, sistemin tümünü özelleştirmek için yapılmaktadır. Ayrıca bu basamağın piyasası diğer kadar büyük değildir. Kısaca aile hekimliği kararı da siyasi bir karardır; hastalıkların azaltılması da - tedavi ve aşılarla değil-, ancak siyasi bir kararla mümkün olacaktır.
Günümüzde önlenebilir sağlık sorunlarının büyük bir kısmı çevre ile ilgili nedenlerden kaynaklanmaktadır. Yaygın kara yolu ulaşımı, ısınmada ve taşımada fosil yakıtlar kullanılması, trafik kazaları, egzoz gazlarının etkileri, temiz su ve havanın temin edilememesi, genetik yapısı değiştirilmiş bitkiler, ticari nedenlerle toplumun beslenme tarzının değiştirilmesi ve bunun getirdiği şişmanlık gibi sorunlar tamamen çevresel ve ekonomik nedenlerle oluşmaktadır. Bu tür çevreden kaynaklanan sorunların ilaç ve aşılarla çözümlenemeyeceği açıktır.
Özellikle bedenin yaşlanması ile, genetik ve fizyolojik nedenlerle oluşan hastalıkların ve sorunların tamamen önlenmesi mümkün değildir. Fakat bunların gerçekte düşük olan sayıları, korku ve paranoyalarla ve koruyucu niyetle yapıldığı söylenen ameliyatlarla (!?) arttırılabilmektedir.
Uluslar arası tıp karteli bir çok ürününü, sürekli kullanılacak koruyucu ve önleyici ilaç olarak pazarlamaktadır. Burada kullanılan satış stratejisi risk (tehlike) faktörlerinin ve olasılıkların azaltılmasıdır. Kalp krizlerinin önlenmesi için kolesterol, lipit ve tansiyon ilaçlarının kullanılması, abartılı diyabet tedavileri, osteoporoz (yaşlanma ile kemik yoğunluğunun azalması) bunlara örnek olarak sayılabilir. Etkisiz ve zararlı bu ilaçlar, bir piyango bileti gibi, “belki bana da çıkabilir; yani benim kalp krizi geçirmemi geciktirebilir” mantığı ile kullandırılmaktadır. Bu taktik çok iyi tuttuğu için durmadan yeni risk faktörleri tanımlanmaktadır.
Yukarıda nedenleri açıklandığı gibi hasta sayısının azaltmanın yolu “koruyucu tıp”, “aşı” veya devamlı ilaç kullanılması değil, tıbbi imkan, olanak, ürün cihaz, ilaç ve malzemelerin ticaret ve kâr amacıyla sınırsızca pazarlanmasının ve tüketilmesinin önüne geçilmesidir. Bu kazanç dürtüsü hekimleri ve hastaneleri gereksiz girişim, ameliyat ve tedaviler konusunda tahrik etmekte ve hasta sayıları yapay bir şekilde artmaktadır. Şu anda yapılan tıbbi tedavi ve girişimlerin en azından % 80'inin gereksiz tedavi ve ameliyatlardan ibaret olduğunu söyleyebiliriz.
Bazı hastalık ve sorunların vücut tarafından hekime ve hastaneye ihtiyaç olmadan, daha başarılı ve sorunsuz bir şekilde tedavi edilebildiğini hatırlamamız gerekir. Bu konuda vücudumuza imkân vermeliyiz.
Bu konularda söylenecek çok şey olduğu muhakkak! Ülke ekonomisini ve halkın sağlığını onarılamaz bir şekilde bozan, sağlıkta vahşi kapitalizm anlayışının uygulandığı bu dönemde, hâlâ kötü ve olumsuz hiçbir şey yokmuş gibi, sağlıkta dönüşümün bu gün değil, ileride bir tehlike oluşturacağını söylemek, halkı yanıltmak anlamına gelmektedir.
Her konuda olduğu gibi, sağlık alanında da basma kalıp düşünmeyi bırakıp çözümleyici ve akılcı düşünmeye ihtiyaç vardır.
Sağlık sistemi sorunları, tam gün veya yarım gün çalışmayı, performanstan az veya çok para kazanmayı düşünen hekimlerin mesleki sorunları ile karıştırılmamalıdır. Yukarıda da belirtildiği gibi hekimler tercihlerini uluslar arası tıp kartelinden yana kullanmışlardır. Sağlık sorunlarının düzelmesi için hekimlerden, tabip odalarından veya eczacı odalarından bir katkı beklemenin anlamı yoktur.
Sağlıkta Dönüşüm örneğinde olduğu gibi, suya sabuna dokunmadan sözde ulusalcılık ve anti emperyalistlik kolaydır. İşin özüne geldiğiniz zaman bırakın mücadele etmek, sözle bile karşı çıkmak çok zordur!
Sağlık alanında da emperyalist işgalden milleti kurtaracak olan gene kendi azim ve kararı olacaktır.
Fakat, millet bir şeyin farkında değil ki, azim ve karar gösterebilsin....
19.6.2008
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
GATS ANLAŞMASI KAPSAMINDA BULUNAN HİZMET SEKTÖRLERİNİN SINIFLANDIRILMIŞ LİSTESİ
GATS ANLAŞMASI KAPSAMINDA BULUNAN HİZMET SEKTÖRLERİNİN SINIFLANDIRILMIŞ LİSTESİ Çeviri: Selim Yılmaz Aşağıdaki sınıflandırma 1994...
-
SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM PROJESİNİN EN KISA ANLATIMI ve SONUÇ: " İnsan sağlığı piyasanın vahşi koşullarına terkedildi." Proje giriş bölü...
-
Genetic changes after Caesarean section may explain increased risk of developing disease June 29th, 2009 (PhysOrg.com) -- Researchers at Ka...
-
"Bu haberden sonra Çin'e sosyalist veya halk cumhuriyeti mi diyeceğiz? DÜNYA 5 Mayıs 2009 Çin’de halka ‘sigara iç’ emri Çin’in Hu...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder