AKP SİYASETLERİNİ ELEŞTİRİYOR GÖRÜNEREK AKP’NİN SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM PROGRAMINA NASIL SAHİP ÇIKILIR?

AKP SİYASETLERİNİ ELEŞTİRİYOR GÖRÜNEREK AKP’NİN SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM PROGRAMINA NASIL SAHİP ÇIKILIR?

(Sağlıkta Sahte Cennet)

Zaman zaman AKP’nin bazı siyasetlerinden zarar gören menfaat gruplarının şikâyetleri basında ve bazı siyasi hareketlerde destek bulmaktadır. Bu destek AKP karşıtı, toplumcu ve halkçı bir muhalefet gibi algılanmakta veya gösterilmektedir. Basın ve siyasi hareketler bu grupları destekleyerek iyi bir iş veya sıkı muhalefet yaptıklarını zannetmektedirler. Ticari bir süreçle ilgili olarak alınan karardan daima kârlı ve zararlı çıkan gruplar vardır ve olacaktır. Bu ve benzeri süreçlerde orta yerde nelerin döndüğünü bilmeyen siyasi gruplar ister istemez bu menfaat gruplarının oyuncağı olmakta hem halkı hem de kendilerini destekleyen kişileri yanıltmaktadırlar. Bu durum özellikle Sağlıkta Dönüşüm Programı ve bu programın uygulanmasında alınan kararlar ve uygulanan siyasetler için böyledir.
Sağlıkta Dönüşüm Programı konusunda ne yaptığını bilen ve bir siyaseti bulunan tek siyasi hareket AKP’dir. Oligarşinin diğer partileri de bu projeyi geçmişte olduğu gibi bu günde desteklemektedirler. Bu projeye karşı halkı temsil ettiğini söyleyen ulusalcı, yarı-ulusalcı veya sol grupların bu programa karşı halkçı ve ulusalcı bir siyasetleri yoktur. Bu programa açık bir şekilde karşı çıkmayan bu gruplar bazı uygulamaları destekleyerek veya bazılarına karşı çıkarak siyaset ve muhalefet yaptıklarını zannetmektedirler. Hatta projede ulusalcı yönler bile bulabilmektedirler. Bu gruplar Dünya ve Türkiye genelinde sağlık ticaretinin nasıl işlediğini algılayamamakta ve anlayamamaktadırlar. Esasında bu küreselleşmenin ve küreselleşme adı altında piyasaya sürülen sömürgeci projelerin de tam olarak algılanamadığı anlamına gelmektedir.
Yukarıdaki açıklamalar temelinde bu konu ile ilgili örnek bir haberi olduğu gibi inceleyelim:
Sağlık Uygulama Tebliği Kriz Yarattı
Sağlıkta Sahte cennetin sonu göründü -Meral Ergene’nin yazısı (Aydınlık Dergisi, 13.Ocak 2008,Sayı:1069:52-53)
Sağlık Bakanlığı’na bağlı Sosyal Güvenlik Kurumu’nun hastaların ilaç ve tıbbi malzemesini hastanelerin temin etmesini öngören tebliği uygulanamadı.1Ocak 2008’de yürürlüğe giren Sağlık Uygulama Tebliği üniversite hastanelerini krize soktu. Birçok hastane, malzeme ve ilaç alamadığı için hasta kabul etmemeye başladı. Özellikle, beyin cerrahi ve ortopedi servisleri, hayati önem taşıyor olmasına rağmen, protez cihazı gerektiren ameliyatları durdurdu. Kriz zincirleme işliyor. Hastanelerin para sıkıntısı çekmesinin temel nedeni sosyal güvenlik kurumlarından paralarını tahsil edememesi. Para sıkıntısı çeken hastaneler malzeme ve ilaç temin edemiyor. Etseler bile ihale ücretini depolara ödeyemiyor. Eczane depoları ise alacaklarını tahsil edemedikleri gerekçesiyle hastanelerin açtığı ihalelere katılmıyor. Olan hastalara oluyor. Üniversite hastanelerinin kapısından geri dönen hasta özel hastanelere gitmek zorunda kalıyor. Parası olan tedavi oluyor.

*Sosyal Güvenlik Kurumu Sağlık Bakanlığına değil Çalışma Bakanlığına bağlı.
*Özellikle ortopedi ve beyin cerrahi servisleri bu nedenle (malzemeler nedeniyle) ameliyatları durdurmuş.
*Parası olan hastalar özel merkezlere gidiyor..
*Sosyal Güvenlik kurumu hastanelerin parasını ödemiyor:
*Alacaklarını alamayan depolar bu nedenle malzeme ihalelerine katılmıyor ve mallarını satmıyor.

Yukarıdaki habere göre bütün Türkiye’de tıbbi cihaz ve malzeme satışlarının durması gerekir. Çünkü özel, devlet ve üniversite hastaneleri kullandıkları malzeme ve cihazları temin etmek zorunda. Fakat sadece üniversite hastaneleri bu konuda zorlanıyor. Haberi okuyan bu konuda üniversite hastanelerine diğerlerinden farklı bir uygulama olduğunu sanabilir.

Sosyal Güvenlik Kurumu’nun Sağlık uygulama tebliğinden alıntı:

25 Mayıs 2007 CUMA - Mükerrer Resmî Gazete Sayı : 26532

SOSYAL GÜVENLİK KURUMU SAĞLIK UYGULAMA TEBLİĞİ

Sağlık kurumları tıbbi malzemeleri, Kurumun ve Sağlık Bakanlığının Bilgi Bankasına kayıt edilmiş ve onaylanmış tıbbi cihaz üretici ve ithalatçı firmalarının onaylı ürünlerinden temin edeceklerdir.

Kurum ile sözleşmeli resmi sağlık kurumları, temin ettikleri tıbbi malzemeler için 4734 sayılı Kamu İhale Kanununun 19 uncu, 20 nci, 21 inci ve 22 nci maddesinde belirtilen ihale usulleri ve doğrudan temin alımları da dahil olmak üzere yaptıkları alımların; ihale kayıt numarası (İKN), onaylanmış ürünün numarası (tıbbi malzemenin barkodu), KDV hariç alış fiyatı, adet, tarih, hastane kodu ve firma bilgisi vb. bilgileri Kamu İhale Kurumu İhale Sonuç Formu Ekranına eksiksiz girmek zorundadırlar.

Bu tebliği okuduğumuz zaman ister istemez bu işte ne var; ne iyi hasta ve sahipleri artık cihaz ve malzeme alımı ile uğraşmayacaklar ve bu işlerle mağdur edilmeyecekler diye düşünüyorsunuz. Tabii anlaşılmayan bir takım durumlar da olabilir. Şüphesiz hastaneler kullanacakları bütün malzemeleri alıp depolamayacaklar. Firmalarla ihale yapacaklar ve gereken malzeme ihale fiyatları üzerinden gerektiğinde firmadan temin edilecek ve parası da Sosyal Güvenlik Kurumundan tahsil edilecek. Ayrıca bu firmalarla ihale yapmak zor değil. Böyle ihale bir günde yapılabilir. Çünkü Sosyal Güvenlik Kurumları eskiden bu tür ihaleleri kısa sürede yapabilmekteydi. SSK döneminde de SSK bir çok malzemeyi merkezden yapılan toplu ihale ile almaktaydı. Yani kimse hastanelerden kullanacakları bütün malzeme ve cihazları bir kalemde alıp bütün paralarını malzeme ve cihaza yatırmalarını istemiyor. SGK hastanelere aldırdıkları bu cihaz ve malzemeler için ayrıca bir kâr da ödemekte. Yani bu uygulamadan hastanelerin uğrayacağı bir zarar da söz konusu değil.
O halde üniversite hastaneleri veya bazı diğer hastaneler tıbbi cihaz ve malzemeleri neden ihale ile temin etmek istemiyor? Bunun halkın aleyhine olan tarafı ne? AKP bu şekilde bir uygulama ile hastalara ve üniversitelere nasıl kazık atıyor?


Bu sorunun ve cevaplarının Sağlıkta Dönüşüm ilgisini ve bu konuda bir tavır koymanın ve görüş belirtmenin kimin hesabına olduğunu yorumlamak için Sağlıkta Dönüşüm’ün ne olduğunu bir kere daha hatırlamakta yarar var.
ABD’nin kuruluşundan beri bütün Dünya üzerinde egemen olmak ve sömürmek için proje ve siyasetleri vardı. Dünya Ticaret Örgütü, İMF, Dünya Bankası, Dünya Sağlık Örgütü gibi bazı örgütlerin de bu amaca yönelik olarak kurulduğu isimlerinden de bellidir. ABD Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra bu dünyanın geri kalan bölümüne tam olarak el koyma siyasetinin adını gene demokratikleştirme, medenileştirme, kalkındırma gibi ifadelerle süsleyerek sömürgeleştirme ifadesini de dünyanın yuvarlak olmasından dolayı küreselleşme olarak ifade etmek suretiyle daha kolay yutulur bir hale sokmuştur. Bu vesile ile dünyanın bir kere daha yuvarlak olduğunu öğrenen zavallılar “dünya küreselleşiyor” diyerek bu emperyalist projeyi yerli yersiz desteklemeye başlamışlardır. Küreselleşmenin temel siyaseti bütün ulus devletleri tasfiye etmektir. Bunun için devletlerin veya devlet içinde şahısların ellerinde olan ve devleti devlet yapan, toprak, maden yer altı ve yer üstü kaynakları, sanayi ve endüstri tesisleri dahil her şeyin özelleştirilerek yabancı şirketlere peşkeş çekilerek devredilmektedir. Ulusal hukuk ve mevzuat da uyum adı altında emperyalist güçlerin mevzuatı ile yer değiştirmektedir. Ulus devletlerin bayrakları bu süreçte futbol takımı bayrağı gibi anlamsız bezlere dönüşecek ve komünizmin ulaşmak istediği devleti yok etme amacına farklı bir yerden ulaşılmış olacaktır. Bu siyaseti destekleyen eski komünistler de “ne iyi işte bu tam bizim istediğimiz şey!” de diyebilirler. Bu şekilde dünya üzerinde tam kölelik düzeni yerleştirilmiş olacaktır.
Türkiye’de hiçbir siyasi akımın ve partinin karşı çıkmadığı ve açıkça veya örtülü bir şekilde desteklediği “Sağlıkta Dönüşüm” Projesi yukarıda anlatılan siyasetin sağlık alanında uygulamasıdır. Bu uygulama ile ülke içindeki sağlıkla ilgili bütün unsurların özelleştirme ve peşkeş ile uluslar arası sağlık karteline terk edilmesi ve bu alanda da devletin yok edilmesi hedeflenmektedir.
Her şeyden önce Sağlıkta Dönüşüm projesi milli bir Türkiye projesi değildir. Küreselleşme siyasetinin bir parçası olarak bütün dünyada DTÖ, DSÖ, İMF ve Dünya Bankası vasıtası ile yürütülen ve desteklenen bir projedir. Bu proje ile bütün Dünya’da sağlık piyasası aynen ABD’de olduğu gibi yapılmış olacaktır. Yapılan bütün işler buna yöneliktir.

Peki hükümetler iki yüzlü mü? Başka bir siyaset izliyor gibi görünerek bunları gizli gizli mi yapıyorlar?
Hayır! Gerek AKP ve gerekse daha önceden diğer partilerin getirdikleri projelerde bu hedefler açık açık belirtmektedirler. Sağlıkta Dönüşüm Projesi kitapçığında sağlık ve sigortacılık piyasasının tamamen özelleştirilerek uluslar arası kartele açılarak terk edileceği; devletin sağlık alanından tamamen çekileceği, iç piyasanın tamamen uluslar arası tıbbi ve biyomedikal ürünlere tek edileceği, başka ürünlerin iç piyasaya girmesi ve satılabilmesinin lisans ve patent anlaşmaları ile engelleneceği, sağlık ocaklarının kapatılarak “özel aile hekimleri” vasıtası ile özelleştirileceği ve daha bir çok husus açık bir şekilde yazılmış ve çizilmiştir. Bu projede “sağlık hizmeti”nin adı “sağlık piyasası”; hasta, müşteri olmuştur. Uygulandığı diğer ülkelerde ve hatta ABD’de bile bu projeye geniş halk kitleleri karşı çıktığı halde Türkiye’de “solcu ve ulusalcı yönü olan partiler dahi bu projeye karşı çıkmamış, ya açıktan ya da örtülü olarak desteklemişlerdir. Projeyi destekleyen kesimleri Atatürk’ün Büyük Nutku’nda olduğu gibi “kendi menfaatlerini uluslar arası tıbbi kartelin menfaatleri ve siyasi çıkarları ile birleştiren” yerli ortakları ve menfaat grupları olarak isimlendirmek yanlış olmayacaktır.
Çünkü projeye muhalefet kapitalizmin temel işleyişi olan kâr paylaşımı veya “kazan-kazan” veya “ben yiyorum sen de tat “siyaseti ile yürütülmektedir. Piyasaya bol ürün ve para şırıngası ile ve sağlık ticaretinde görev alan herkese bu arada özellikle hekimlere performans adı altında “kâr payı” dağıtılması ile projeye muhalefet engellenmiştir.
Çok hızlı bir şekilde sürdürülen proje ile uzun zamandır muhasarada bulunan ve düşürülmeye çalışılan SSK sağlık teşkilatları ve ilaç fabrikası kapatılmış veya Sağlık Bakanlığı’na devredilmiş, bütün hastaneler ticari şirket olarak işletilmeye başlamıştır. Bu süreçte sigortacılık hedefi ve anlayışı da değişerek, tamamen artması ve genişlemesi hedeflenen bu sağlık piyasasında yapılacak harcamalara hazır kaynak bulmak olarak ifade edebileceğimiz bir pazarlamacılık unsuruna dönüşmüştür. Sağlık piyasasının daha da büyümesi ile devletin ve kişilerin kendi keselerinden yapacakları sağlık harcamaları da artacaktır. Artan harcamalarla GSS giderek bir katkı payına dönüşecek ve kalan harcamaların karşılanabilmesi için özel sigortacılık ve katkı paylarının ödenmesi gündeme gelecektir. Toplumca zaten tüketilmesine alışkanlık kazandırılmış olan gereksiz, yararsız ve hatta zararlı olan vitamin, ağrı kesiciler ve etkisizliği ortaya çıkan öksürük şuruplarının ödemeleri sigorta kapsamından çıkarılırken toplanan paraların yeni icat edilen hastalık, aşı ve tedavilerin kullanılması için harcanması esastır.

Kısaca sağlık piyasası tamamen kullanılan ilaç, tıbbi malzeme, teknoloji, cihaz ve malzemelerin satış ve tüketilmesini sağlamak , devam ettirmek ve bu ticareti garanti altına almak amacı ile yönetilmektedir. Daha da anlaşılır bir şekilde söylersek sağlık kuruluşları artık hastalık ve hastaları tedavi etmek için değil bu piyasada kullanılan ürünlerin satışlarına aracılık etmeleri için kullanılmaktadır. Şunu da unutmamak gerekir ki bu proje ile sistemin işleyişinde rol alan her kesimin kazanç ve kârları artmıştır.
Düşülen bir yanılgı da sınıflar üstü bir tıp bilimi ve sağlık uygulaması olduğunun sanılmasıdır. Hastalıkların ve tedavilerinin gelişmesi ile ilgili bir tıp bilimi olmuştur. Fakat bu bilim kısa bir sürede uluslararası tıp kartelinin kontrolüne ve emrine girmiştir. Bundan sonra bilimin ne olduğu, nasıl üretileceği, üretilen ve geliştirilen ürünlerin nasıl piyasaya sürülüp kullandırılacağı, buna göre tıp, eczacılık gibi bilimlerin nasıl öğretileceği kartel tarafından belirlenmektedir. Bugün sadece ürün, malzeme ve ilaç kullanmak üzere bir çok tıbbi durum ve hastalık icat edilmiştir (Menopoz, kemik erimesi, kolesterol, ayak titretme hastalığı, lipid düşürücü tedaviler, vitamin, mineral ve beslenme destek ürünleri gibi.) Ayrıca bazı hastalıkların tedavisinde kullanılabilen ve yararlı olabilen bazı ilaç ve ürünlerin kullanımı yaygınlaştırılarak hemen her hasta ve kişide kullandırılması ve tükettirilmesi suretiyle ilaçların kullanım alanlarının genişletilmiştir. Yüksek kan basıncı ve şeker hastalığı tanım ve tedavi şemalarında değişiklikler yaparak ilaç kullanan hasta sayılarının arttırılmıştır. Her hastada antibiyotik, serum, vitamin, beslenme desteği, tetkik ve tanı yöntemlerinin kullanılması, herkesi kalp hastası veya kanserli kabul ederek bu hastalıklara ait tetkiklerin düzenli yapılması, giderek sayısı arttırılan aşılama programları gibi yöntemlerle ilaç ve tıbbi teknoloji kullanımı alanları genişletilmektedir.
Kartelin bir firması dün piyasaya sürdüğü aynı amaçla kullanılan diğer ilaçlardan daha pahalı bir ürün veya ilacı kısa bir süre içinde varsayılan olarak bütün ülkede tükettirebilme ve kullandırabilme gücüne sahiptir. Hiç kimse daha önce bu gibi durumlarda hastalara ne oluyordu diye sormamaktadır.
Piyasada hasta veya tıbbi sorunu olmayan kişilerde uygulanan tıbbi uygulama ve girişimleri bir yana bırakalım. Hasta olan bir kişide tanı ve tedavi amacı ile yapılan, yapılması uygun, gerekli, yararlı ve etkili olan ve bir de uygun olmayan ilgisiz, gereksiz, yararsız ve neticede zararlı olan girişim, işlem ve tedaviler vardır. Bu ikinci gruba da “gerekli bir tedavi ve girişimde yapılan gereksiz girişim ve tedaviler” diyebiliriz. Belirli bir hastalık ve tıbbi sorunun tedavisinde dahi yapılan işlemlerin önemli bir kısmı işte bu gereksiz ve zararlı işlemlerden oluşmaktadır. Belli bir hastalığın tedavi edildiği durumlarda bile piyasanın etkisi ile bu gereksiz işlem, tetkik, girişim ve tedavilerin oranı giderek artmaktadır.
Sağlıkta Dönüşüm projesi ile hem hastalık veya tıbbi bir sorun olmaksızın yapılan hem de altta bir hastalık veya sorun bulunan kişilerde yapılan gereksiz tetkik, girişim, işlem ve tedavi oranları arttırılarak sağlık piyasası canlandırılmış ve genişletilmiştir. İşte bu nedenle hükümet tarafından sağlık piyasası ülkede ticaretin ve kalkınmanın motor unsuru olarak kabul edilmektedir. Dikkat edilirse bu piyasada yapılan işlemlerin ve tedavilerin uygun kişi ve hastalarda yapılması üzerinde değil, hasta veya sağlıklı herkeste uygulanabilmesi üzerinde durulmaktadır. Hastanelerin yaptıklarını ifade ettikleri her türlü işlemi, tedavi ve girişimi belgeleme ve kanıtlama zorunluluğu yoktur. Bunların uygun gerekçelerle yapılıp yapılmadığı da sorgulanamaz. Hastaneler yaptıkları ve yapmadıkları her kalemi fatura ve dosya özeti ile bildirmektedirler. Sosyal güvenlik kurumları da belgesiz, uygun olup olmadığı, tedavi için gerekli olması bir yana kullanılıp kullanılmadığı, yapılıp yapılmadığı bile belli olmayan ve sorgulanamayan bu kalemlere ait faturaları ödemektedir.
Zaten “kazan- kazan” sistemi ile çalışan sistemde kartelin istemediği türden kayıtsız ve kontrolsüz ticarete izin verilmemektedir. Nitekim bu işim mimarı İMF ve benzeri kurumlar bile bir yandan kendi istedikleri şekilde yapılandırılan ve yönetilen sistemde, sosyal güvenlik açıklarının arttığından, ticaret ve kamu işleyişinde yolsuzluk ve rüşvetin artmasından bahsetmektedir. Karşı siyaset yokluğunda bu rolü oynamak bile onlara düşmektedir.
İşte İMF ve Dünya Bankası müfettişlerinin beğenmedikleri ve karşı çıktıkları nokta bu rüşvet ve kayıt dışı ticarettir. Sosyal Güvenlik Kurumunun eleştirilen tebliği tamamen bu amaca yönelik olup projenin temel çizgisine aykırı bir yönü yoktur.
Şimdiye kadar hastanelerde özellikle protez ve cihaz kullanımının bol olduğu kalp cerrahisi, ortopedi ve beyin cerrahisi bölümlerinde hasta branşa uygun bir teşhisle hastaneye yatırılır ve kabul edilir; kullanılacak malzeme piyasada olan mevcutları arasından özgürce belirlenirdi. Bu malzemeler zaten üretim ve satışına “izin” verilen firmaların malzemeleridir. Bazı alanlarda yabancı şirketlerle mücadele eden ve kendi ürünlerini bunlara göre çok daha ucuza satan ulusal firmalar da vardır. Fakat kazan –kazan ilkesi gereğince “tamamen duygusal olarak” hastane ve hekimler daima en pahalı ve ithal ürün üzerinde yoğunlaşmaktadır. Sosyal Güvenlik Kurumu’nun satış listesinde en ucuzundan en pahalısına kadar bütün ürünler belirlenmiş olup hepsi de bu belirlenen taban fiyatlardan ödenmektedir. Kurum ürün belirleme ve kullanımına da karışmamaktadır. Hasta yatarken veya bir tetkik yapılırken hasta sahibine hemen bir malzeme veya cihazın acilen lâzım olduğu söylenmekte ve hastane içinde beklemekte olan bir firmanın elemanı hasta yakını ile görüştürülmektedir. Hasta yakını çok acil ve hemen gerekli olan bu ürünü değerinin çok üzerinden ve hatta aynı ürün için bir piyasa araştırması dahi yapmadan kendisine söylenen fiyattan almak zorunda kalmakta ve o anda üzerinde para olmadığı için senetle bağlanmaktadır. Bu ürünün gerçekten kullanılıp kullanılmadığı; daha önce alınan ve dezenfekte edilen veya daha ucuz temin edilen bir ürünün bunun yerine kullanılıp kullanılmadığı; veya alınan ürünün daha sonra belli bir fiyattan tekrar satan firmaya dönüp dönmediği gibi durumlar tamamen bu malzemeyi aldıran kişinin vicdanına kalmış bir durumdur. Bugün bir çok cerrahi branş sadece belirli ürün ve malzemelerin kullanılmasına odaklanmış olup sadece bu ürünlerin kullanılması için hasta bulmaya çalışmakta; hastalık aramakta ve neticede bu ürünleri kullanmaktadır.
Bugün bir çok özel hastanenin göz, kulak ortopedi gibi bölümleri bu iş için örgütlenmiş dal şirketleri tarafından işletilmektedir. Devlet hastanelerinde de laboratuar ve rontgen, tomografi ve MR bölümlerinin benzer şekilde özel şirketlere devredildiği ve hastanelerin bunlardan hizmet aldığı bilinmektedir. Kolay anlaşılması için kardiyovasküler ticaretten örnek verelim:
Halkın sağlığına çok önem veren özel merkez insanlarda bulunabilen ve hemen aniden ölüme neden olabilecek kalp hastalıklarının taranıp saptanabilmesi için ilan tahtalarına, gazetelere ücretsiz hastalık taraması yaptıklarını bildiren ilânlar koyarlar. Belediyelerle ortaklaşa ücretsiz kalp taramaları yaparlar. Bu merkezlere gelen her hasta varsayılan olarak kalp hastası muamelesi görmektedir. Basın ve medya organları tarafından yapılan programlarda hastaların bu merkezlere girmeleri, anjio ve diğer tetkikleri yaptırtmaları ve daha sonra da doktorun önerilerine göre hareket etmeleri öğretilmektedir. Hiçbir sağlık sorunu ve hastalığı olmadığı halde merkezlere başvuran kişilere müşteri diyoruz. Merkezler bir birleri ile yarışır vaziyette gelen hastalarda yapılabilecek müdâhale şekillerin araştırmakta ve bu taramalar en azından daima bir anjiografi ile sonuçlanmaktadır. Kalp damarlarından bir sorun olduğu saptanan veya “varsayılan” kişilerde artık mükerrer anjiografiler, balon uygulamaları başlamakta ve süreç by-pass ve by-pass yapılan damarlara balon ve stent uygulamaları ile devam etmektedir. İşte stent uygulama aşamasına geldiğinde hastaya stent takılması gerektiği, sigortanın ödediği stentin kalitesiz ve ucuz olduğu; hastaya ilaçlı stent takılması gerektiği ve bunun fark ücretinin de hasta tarafından ödenmesi gerektiği söylenerek “ilaçsız stent ve girişim” ücretinin 2-3 katı kadar bir para da hastadan tahsil edilmektedir. Bir sorunu olmadığı halde buralara başvuran hasta bu çok hâyâti (?) girişim 1/3 masrafını sigortadan aldığına memnundur. Malzeme fiyatlarında bir ölçü yoktur. Tutturulabildiğine gitmektedir.
İşte Sosyal Güvenlik Kurumu’nun önlemeye çalıştığı, İMF’nin bile karşı çıktığı fakat bazı muhalif veya ulusalcı basının da desteklediği uygulama budur. Esasında bu uygulama ile ne herhangi bir malzeme cihazın satışı ve kullanılması engellenmekte ne de hasta mağdur edilmektedir. Burada engellenmeye çalışılan açık ve belgeli olmayan ticarettir. İşin bu yönünü görmesek bile bu uygulama hasta menfaatinedir. Bu şekilde hasta ve yakını zamanı ve yeri belli olmayan ani malzeme ve cihaz temini gibi sorunlardan kurtulmuş olacaktır. Şüphesiz bu cihaz, protez ve malzemenin gerçekten gerekli durumlarda ve hasta veya kişi yararına kullanıldığını göstermez.
Şirketler ve hastaların açıktan malzeme ve cihaz temini halen devam ederken üniversite ve şirketlerin malzeme ve cihaz temininin bu şekilde kayıt altına alınmasından duydukları rahatsızlık nedeniyle haberde ameliyatların durduğundan bahsedilmektedir. Bu gibi durumlarda menfaati bir şekilde zarara uğrayan kişilerin uyguladığı yöntem hasta ve insan sağlığı edebiyatı yaparak işleri durdurmak veya durmuş gibi göstermektir. Bu kesimler basında yeterli bir yaygara çıkarabildiklerinde çoğu zaman amaçlarına da ulaşabilmektedirler. Nitekim etkisiz ve yararsız bazı öksürük şurupları, vitamin ve ağrı kesicilerin yasaklanmasında da ATO ve bazı basın mensupları kimin düdüğünü çaldıklarını bilmeden benzer bir muhalefet sergilemişler ve işi yargıya götürerek bu tebliği engellemişlerdi.

Bilindiği gibi kartelin anladığı tarzda işletilen sağlık piyasasında hastanelerde grev veya başka nedenlerle işler durduğunda ölen insan sayısı dramatik olarak azalmaktadır. Bu da sistemin işlememesi veya felç olmasının hasta zararına değil menfaatine olduğunu göstermektedir.
Üniversite hastanelerinin hayali faturalama, yapılmayan işlemlerin yapılmış gösterilmesi, usulsüz ve gereksiz kullanılan ilaç, malzeme ve benzer nedenlerden dolaylı haksız kazançlarında en ufak bir azalma ve kesinti olduğunda daima yaygara çıkarırılar. Özel hastaneler ise bu işi başka yöntemlerle çözerler. Bu kesimler daima haklarının yendiğini veya hak ettikleri paraların ödenmediğini söylerler. Devlet hastanelerinde de böyle işlerin zaten olmayacağı varsayılır ve buralarda işleyiş başka mekanizmalarla koruma altına alınmıştır. Sistemin işleyişi özünde bütün sağlık kuruluşlarında aynıdır. Tabii ki bu sorunları “biz canımızın istediğini yaparız. Gönderdiğimiz faturanın tamamı kontrol edilmeden ödensin demeleri mümkün değildir. Kartelin yönettiği ve belirlediği bu sistemi hekim olan ve olmayan bazı kişiler “hekimlerin” sistemi olarak algılamakta ve sistemi eleştirmek suretiyle hekimlere haksızlık yaptıklarını düşünmektedirler. Sistem içinde rol alan her hekim kendisine verilen görevi yapacaktır ve yapmak zorundadır. Aksi halde çalışması mümkün değildir. Bu nedenlerle kafa karıştırmamak için sorunu hekim olmadan düşünmek ve tartışmakta yarar vardır.
Haberde kullanılan bir diğer ifade de “Sosyal Güvenlik kurumu hastanelerin parasını ödemiyor” ifadesidir. SGK, ancak “fatura incelemesinin 45 gün içerisinde tamamlanamaması durumunda” sağlık kurum ve kuruluşlarına fatura bedelinin ilaç ve tıbbi malzeme bölümü dışında kalan kısmı için avans veya kredi ödemesi yapılmaktadır. Bu durum daha önce de gene avans ödemesi şeklinde idi. Kısaca hastanelere, faturaladıkları işlemlerin birkaç istisnası dahil hemen tamamı denetlenmeden ödenmektedir. Çoğu zaman 5-10 kat abartılan tedavi maliyetlerinde yapılan küçük kesintiler devede kulak kalmaktadır.

Özellikle üniversite hastaneleri uzun yatış ve kontrol süreleri, aşırı ve gereksiz kullanılan tetkik ve tedavi yöntemleri, hastane gelirlerini arttıran komplikasyonlar ve yoğun bakım tedavileri, sakatlık ve ölüm oranları ile bu ticaretin en pahalı yapıldığı yerlerdir.
Sosyal Güvenlik Kurumu’nun konu ile ilgili açıklaması:
Sağlık Uygulama Tebliği: Tıbbi Malzeme tutarları
Kurumla sözleşmeli resmi sağlık kurumlarınca temin edilerek hastalara kullanılan faturalandırılabilir tıbbi malzeme bedelleri, ayrıca belirtilmesi ve yazılı olarak talep edilmesi kaydıyla, faturaların Kuruma teslim tarihinden itibaren 15 gün içinde avans olarak ödenir.

Yazıda “parası olan hastalar özel merkezlere gidiyor.” Denilmektedir. Bu durum SGK ile ilgisi bulunmayan hastalarda söz konusu. Yoksa özel hastanelerde de uygulama aynı şekilde yürütülmektedir. Ama özel hastaneler bu uygulamadan şikâyetçi değildir.
“Alacaklarını alamayan depolar bu nedenle malzeme ihalelerine katılmıyor ve mallarını satmıyor.” Eğer böyle ise diğer hastaneler kullandıkları cihaz ve malzemeleri nereden alıyor veya bunları kim satıyor? Dolayısı ile bu cümle de ilgisiz ve anlamsızdır.

Eğer değerli basın mensupları hastanelerde bu gibi sorunlarla uğraşmış bir veya iki hasta yakını ile konuşup haber ve yazılarını hazırlasalardı veya diğer basın organlarında çıkan haberleri okusalardı bu gibi durumları daha iyi değerlendirebilirlerdi.
Yazının başlığı “Sağlıkta Sahte cennetin sonu göründü.” Olarak konulmuştur. Bu yazıda sağlıkta dönüşüm ile ilgili hiçbir temel süreç eleştirilmemektedir. Anlatılan sorun sistemin tıkandığı ve iflas ettiği bir sonuçla da ilgili değildir.
Kısaca basında çıkan bu ve benzeri yazı ve haberlerin Sağlıkta Dönüşüm Projesi ve uygulamaları yönünden haber değeri yoktur.
Muhalif gibi görünerek göstere göstere uygulanan böyle bir proje nasıl desteklenebilir? Bu da herhalde Farabi’nin “Hiç kimse görmek istemeyen bir kişi kadar kör olamaz” ifadesi ile açıklanabilir.


(*)Sağlık Uygulama Tebliği
http://rega.basbakanlik.gov.tr/eskiler/2007/05/20070525M1-3.htm#_Toc167681889

6.2.2008

Hiç yorum yok:

GATS ANLAŞMASI KAPSAMINDA BULUNAN HİZMET SEKTÖRLERİNİN SINIFLANDIRILMIŞ LİSTESİ

GATS ANLAŞMASI KAPSAMINDA BULUNAN HİZMET SEKTÖRLERİNİN SINIFLANDIRILMIŞ LİSTESİ Çeviri: Selim Yılmaz Aşağıdaki sınıflandırma 1994...