KOVİD-19 SALGINI ÖZEL HASTANELER İÇİN NASIL BİR FIRSATA DÖNÜŞTÜRÜLDÜ?
KOVİD-19 SALGINI ÖZEL HASTANELER İÇİN NASIL BİR FIRSATA
DÖNÜŞTÜRÜLDÜ?
Sağlık Bakanlığı 20/03/2020 tarihinde bir genelge
yayınlayarak sanki koronovirüs hastaları daha önce SGK ile sözleşmeli özel ve
resmi sağlık kuruluşlarına (SHS) sanki başvuramazmış gibi Devlet ve Vakıf
Üniversitesi hastaneleri ile tüm özel sağlık kuruluşlarını “pandemi hastanesi”
olarak ilan etmiştir.
4 Nisan 2020 tarihinde SGK da “pandemi” ile ilgili yeni bir
tebliğ yayınlamıştır. https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2020/04/20200404-18.pdf
Bu tebliğ ile Pandemi hastanelerinde koronavirüs tedavisinde
kullanılan tüm işlemler SGK geri ödeme kapsamına alındığı belirtilmiştir.
Üniversite ve Özel SHS’na giden herkes her seferinde ve her
işlem için vezneye gidip para yatırmadan hiçbir işlem yaptıramaz ve herhangi
bir hekimle dahi görüşemez. Pandemi de olsa bu durumu bilen vatandaşların çoğu
özel SHS’na gitmekten çekinmeye başlamıştır. Vatandaş buralara gittiğinde
başına nelerin geleceğini bilmektedir.
Her iki genelge, sanki bu genelgeler yayınlanmadan önce özel
ve üniversite hastanelerinin kovid-19 hastalarına bakmaları yasakmış ve
hastalar bu hastanelere başvuramazmış gibi “bilinen durumu” tekrarlamışlardır.
Sağlıkta dönüşüm ile Sağlık Bakanlığı sağlık hizmeti veren
bir kuruluş olmaktan çıkarılmıştır. Bu bakanlık kendi kafasına göre ve bağımsız
olarak sağlık hizmeti veremez. Dönüşümün
diğer bir özelliği sağlık piyasasının ve hastanelerin özelleştirilmesi ve özel
gibi görünmeyen Üniversite ve Devlet Hastanelerinin de kâr amacı ile çalışan,
hekimlere ve üst bürokratlara kâr payı dağıtan vergi numarası olan bir ticari
işletme haline getirilmesidir. Bu hastaneler özel hastaneler gibi SGK sistemi
içinde çalışır, SGK Sağlık Uygulama Tebliğinde yer alan sağlık hizmetlerini,
ilaç, tıbbi malzeme ve ürünleri serbestçe kullanırlar. Bakanlığın hekim
çalışması üzerinde kısıtlayıcı ve kontrol edici bir iradesi yoktur. Bu
hastaneler mülkiyeti devlette işletmesi Dünya Bankası’nın belirlediği sağlık
piyasasına göre hizmet veren ve bu hizmeti düzenleyen SGK’dadır. SGK kendisi
ile sözleşme imzalayan bütün SHS’nın maddi çıkarlarını koruyan ve bu kuruluşlara
haksız kazanç sağlayan bir kuruluştur. Dünya Bankası tarafından kurgulanan SGK
sistemi aslında Tıp Kartelinin çıkarları için düzenlenmiş bir sağlık piyasası
oluşturmaktadır.
2018 Yılı SGK Özel sağlık Hizmet Sözleşmesi’nin ÖSHS’nin 7.1.
Müracaat ve Kimlik Tespiti İşlemleri ile
ilgili 7.1.1. maddesinde “SHS, doğrudan veya sevk edilmek suretiyle başvuran
hastayı SUT’ta yer alan müracaata ve kimlik tespiti işlemlerine ilişkin
düzenlemeler ile, Kurum mevzuatı doğrultusunda kabul etmek zorundadır. Kabul
edilmeyen hastaya kabul edilmeme gerekçesi SHS yetkilisinin imzasıyla yazılı
olarak bildirilmek zorundadır.” Demektedir. BU GENELGELERDEN ÖNCE DE KOVİD-19
HASTALARI SGK SÖZLEŞMELİ BÜTÜN HASTANELERE ZATEN GİDEBİLMEKTEDİR. Özel SHS’nın
hasta kabul edilmeme gerekçesi acil ve yoğun bakım hastaları dışında hastanın
ilave ücret ödemeyi reddetmesidir. Ki bu ücret SGK geri ödemesinin iki katıdır.
Bu SGK’nın sağlık hizmetinin bedelinin 1/3’ünü karşıladığını gösterir.
2018 Yılı SGK Özel
sağlık Hizmet Sözleşmesi’nin 7.2.2. maddesinde; SHS, hizmetin kalitesi ya da
hizmetlerin erişilebilirliği açısından hiçbir hastaya karşı ayrımcılık yapamaz.
8.1.1. maddesinde; SHS, doğrudan veya sevk edilmek suretiyle başvuran hastayı
Kurum mevzuatına uygun olarak kabul etmek zorundadır. Denilmektedir. Yani hasta
başvuran hastaları reddetme hakkına sahip değildir.
Yoğun bakım ve mekanik ventilasyon gerektiren Kovid-19
hastaları SGK’lı değilse veya SGK ile
sözleşmeli bir SHS’na başvurursa ne olur?: Hiçbir şey olmaz. SGK sözleşmesi
olsun olmasın bütün SHS’ları bu hastaları kabul etmek zorundadır. En azından
kâğıt üzerinde…
SUT’nin 4.3.
maddesi ve başbakanlığın 2008/13 ve 2010/16 genelgeleri uyarınca
Başbakanlığın 2008/13 ve 2010/16 sayılı genelgeleri acil başvuru ve yoğun bakım
hizmetleri ile ilgilidir. 2008/13 sayılı
genelgenin 1 maddesine göre “Acil sağlık hizmeti vermekle yükümlü bulunan
sağlık kuruluşları, acil vakaları hastanın sağlık güvencesi olup olmadığına
veya ödeme gücü bulunup bulunmadığına bakmaksızın kabul edecek ve gerekli tıbbi
müdahaleyi kayıtsız-şartsız ve gecikmeksizin yapacaktır.” Denilmektedir. 7.
Maddede: “Acil olarak sağlık kuruluşuna müracaat eden hastaların acil tıbbi
müdahale ve tedavileri yapılırken hiçbir surette tedavi masraflarının nasıl karşılanacağı
sorgulanmayacaktır.” 9. maddesinde de:
“Herhangi bir sağlık güvencesi olmayan vatandaşlarımızdan ödeme gücü
bulunmayanların acil sağlık hizmeti bedelleri kendilerinden talep
edilmeyecektir.”
Bu genelgelerden anlaşılacağı üzere Türkiye’de mevcut olan
bütün SHS özellikle yoğun bakım tedavisi ve mekanik solunum desteği gerektiren
bütün hastaları kabul etmek ve tedavi etmek zorundadır.
Durum böyle olduğu halde Sağlık Bakanlığı ve Çalışma
Bakanlığı’nın açıklamaları ne anlama gelmektedir?
- Bütün özel hastanelerin ve yoğun bakım
servislerinin covid-19 hastalarına açılması ve pandemi hastanesi olarak
görevlendirilmeleri özel hastanelerin haksız kazanç ve kâr amaçlarına
uygun bir uygulamadır. Bu genelge soyulma korkusu olan vatandaşları özel
hastanelere gitmeleri için cesaretlendirme amacı taşımaktadır. Hastaneler
daha önce gidebildiği gibi bu genelgeler olmasa da istediği zaman zaten
gidebilecektir. Bunu tekrar açıklamanın da bir zararı
yok.
- Bu arada 704 942 kodu ile immün plazma tedarik
ve uygulama kodu ile de 781,615 +62.52 TL KDV dahil=844,14 TL ödeme
imkanı verilmiş olacaktır. Pandemi bakım hizmetleri ile birlikte
ödenebilecek tutar: 1490.35 TL
- WHO'nun 44 bin hastaya dayandırdığı araştırma
verilere göre virüsün bulaştığı kişilerin:
%81'i hafif
atlatıyor
%14'ü ciddi
geçiriyor
%5'i ağır
hastalanıyor.
- % 5’inde yoğun bakım tedavisi gerektiriyor. Ancak kritik seviyede olan hastalarda oksijen desteği, CPAP, BPAP ve mekanik ventilasyon gerekebilir. ww.bbc.com/turkce/haberler-dunya-51177538 ve
- Bu bilgileri SGK’nın sağlık hizmeti satın alım
ve ödeme sistemi açısından incelediğimizde şunlar ortaya çıkar: SGK hizmet
aldığı hastanelerden beyana göre hizmet almaktadır. SHS sunduğu veya
sunduğunu göstermek istediği hizmete veya tahsil etmek istediği paraya
göre hizmet evrakı düzenler ve bunu aylık dönemler halinde kurumun MEDULA
sistemine yükler. Sistem bu evrak tutarının % 5’ini SHS’nın yaptığı
açıklama (düzenlediği teşhis ve tedavi senaryosuna göre) sözüm ona inceler.
Ciddi bir hak ediş denetimi yapılıyormuş izlenimi vermek için % 5 evrak üzerinde sözde bir hak ediş
denetimi yapılır ve neticede beyan edilen tutar SHS’na ödenir.
- Bu durumda özel hastaneler ne yapacaktır?
Sürekli yapılan TV yayınları ile herkes kendisini bir kovid 19- hastası
olarak görmekte ve kendisine mekanik ventilasyon (solunum cihazı) uygulanması
gerekeceğini düşünmektedir. Herkes
kendisinde hastalık bulunup bulunmadığını öğrenmek için test yapmak ve
bunun için ne gerekiyorsa ödemek istemektedir.
- Özel SHS hiçbir hastalık şüphesi ve kliniği
olmayan, tedavi ve karantina gerektirmeyen herkesi mekanik ventilasyon ve immün
plazma kullanılması gereken yoğun bakım tedavisi covid-19 hastası gibi
gösterip bu kişilerin her biri için günlük 1490.35 TL hizmet evrakı
düzenleyebileceklerdir. Bu işten vezneye gidip 100-200 TL para yatırmadan
yüzünüze bakmayan üniversite hocaları da ciddi para kazanacaklardır.
- Korono virüs enfeksiyonunun şu an itibarı ile
AŞISI yok; virüs tedavisinde etkili veya yararlı bir İLAÇ tedavisi yok.
Eğer solunum sorunu olursa maske ile veya mekanik ventilatörler (daha çok
mekanik ventilatör olmayan CPAP ve BPAP cihazları) ile solunum desteği
yapılabilir. Evde kal siyaseti ile hasta sayısı ve kazancı azalan
SHS’na bu uygulama bir can simidi olarak uzatılmıştır. SGK daha önce
de yoğun bakım tedavilerini ödüyordu. Yoğun bakım diye hizmet evrakı
düzenlenen kişilerin çoğu yoğun bakım gerektiren hastalar da değildi. 510
021 kodlu bir pandemi bakım hizmeti kodu eklenmiştir. Bu hizmeti alacak
olan kişilerde “pandemi olup
olmadığına bakılmaksızın” açıklaması yapılmıştır. Bu ne anlama gelir:
Özel SHS önüne gelen hastayı korona pandemisi hastası diyerek yatırabilecek
veya yatmış ve tedavi görmüş gibi gösterebilecektir. İlaç ve tedavi
yöntemi olmadığı için gerçekten mekanik ventilatör gerektiren hastaların tedavi
maliyeti de sanıldığının aksine çok düşüktür.
- Bu ne anlama geliyor: Kendisine istediği hastayı kovid-19
hastası olarak belirleme yetkisi verilen ÖSH gerçekten kovid-19 hastası
olmayan birçok kişiyi kovid-19 hastası gibi gösterebilecektir. Bu nedenle
bildirilen hasta sayısı gerçekten hasta olan kişilerden fazla olacaktır.
SGK tarafından bu hastalara yapılan ödeme ciddi olarak arttırıldığı için
SHS’ları başka nedenle yatan ve yoğun bakım gerektiren hastaları bile kovid-19
hastası gibi gösterebileceklerdir. Bu hizmet evrakları kimse tarafından
görülemeyeceği ve incelenemeyeceği için sistemi bilmeyen kişilerin bunları
incelemesi ve görmesi mümkün değildir.
- Türkiye’de uygulanan sağlık sistemini, SGK
sağlık hizmeti satın alım ve geri ödeme sistemini, özel sağlık
sigortalarının ne gibi işlerle uğraştığını ve neleri ödediğini bilmediği
açıktır. Keza bu yazıyı yazanlar özelleştirmenin ne olduğunu, Sağlıkta
Dönüşüm ile nasıl bir sistem getirildiğini; sağlık ve sigortacılık sisteminin kamucu
anlayışla (yani tıbbi mal, ürün ve hizmetlerden kâr edilmesinin
amaçlanmadığı bir sistem) nasıl verileceğin bilmediği anlaşılmaktadır.
§ Sağlık Bakanlığı tarafından bazı SHS’nın
pandemi hastanesi olarak atanması ve Çalışma Bakanlığı’nın (SGK’nın) koronavirüs
tedavisinde kullanılan tüm işlemleri SGK geri ödeme kapsamına alındığı belirtmesi
bazı basın ve TV’lerde kamuculuk ve kamucu uygulamalar olarak da
adlandırılmaktadır. SGK sağlık hizmeti satın alım ve geri ödeme
sistemini, özel SHS’larının ve sağlık sigortalarının ne gibi işlerle
uğraştığını ve neleri ödediğini bilmeyen kişilerin bu yorumları yapması SGK merkezli sağlık sisteminin kamucu bir
hizmet gibi gösterilmesi ve en azından vatandaşın aldatılması anlamına
gelmektedir.
- SONUÇ: DTÖ’ne verilen taahhütler ve Dünya Bankası tarafından uygulanan ve sürdürülen bu proje için alınan krediler ve banka ile yapılan anlaşmalar göz önüne alındığında kamucu bir sistem oluşturmanın ne kadar zor olduğu görülecektir. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra bile kapitülasyon borçlarını ödemek zorunda kalmıştır. Türkiye’de mevcut sisteme yani Sağlıkta Dönüşüm’e karşı olan bir siyasi hareket ve parti olmadığı, aldıkları performans komisyonları (kâr payları) gereğince sistem tarafından satın alınan sağlık çalışanları ve hekimlerin de buna karşı çıkması beklenemez.
- Sağlık ve sigortacılık sisteminde kamuculuğu savunanların özellikle Sağlıkta Dönüşüm’ün ne olduğunu anlaması ve uygulanan sistemi ortadan kaldıracak kamucu siyasetleri geliştirmesi ve araştırması gerekir.
MEHMET AKKAYA'nın DSP-MHP-ANAP Hükümeti neleri satıp savurdu? (02 Nisan 2020) - yazısı üzerine
MEHMET AKKAYA’nın- “KİT’ler
yok edilirken yandaşlar ne yaptı” yazı dizisi Aydınlık’ta yayınlanan en ciddi
ve güzel yazılardan birisidir. Piyasadaki siyasi partileri şu veya bu nedenle
savunan kişiler bu partilerin gerçek yüzünü bu yazılarda görebilir. Dizinin 6. ‘sı
DSP-MHP-ANAP Hükümetinin yaptıkları ile ilgilidir. ( https://www.aydinlik.com.tr/haber/kit-ler-yok-edilirken-yandaslar-ne-yapti-1-202525)
Mesut Yılmaz ve Bülent
Ecevit’in Genel Başkanları oldukları ANAP ve DSP Hükümeti, 30 Haziran 1997-11
Ocak 1999 arasında 15 ay 11 gün iktidarda kalmıştır. Bu yazıda aşağıda yazdığım bilgiler unutulmuş
veya yer almamıştır: 1 Mayıs 1999 tarihinde Işık Kansu’nun yazısında “ANAP
Genel Başkanı Mesut Yılmaz'ın başbakan, Bülent Ecevit'in başbakan yardımcısı olduğu
başkanlığında kurulan ANASOL-D koalisyonun hükümeti Uluslararası Para Fonu ile
Dünya Bankası'nın istemleri doğrultusunda “SSK'nın yeniden yapılandırılması adı
altında bir taslak hazırlamıştır. Özal ruhunun yaşadığı bu taslakta
hastanelerin kâr etmek için çalışan bir işletmeye dönüştürülmesinin
hedeflendiğini yazmıştır. (Sağlık Hizmeti Ticarileşiyor, Cumhuriyet Gazetesi, 1
Mayıs 1999)
Mesut Yılmaz-Ecevit
hükümeti bu yazıda da belirtildiği gibi Dünya Ticaret Örgütü ile hemen her
alanı içine alan geniş kapsamlı bir özelleştirme taahhüt anlaşmasını
imzalamıştır.
Mutlu Demirkan’ın haberi: Ulus Devlete Çalım, Cumhuriyet Gazetesi, 9
Ocak 2001
Türkiye’de AKP
tarafından uygulanan Sağlıkta Dönüşüm Projesinin (Devletin ve Sağlık
Bakanlığının sağlık hizmeti alanından tasfiyesi, sağlıkta özelleştirme ve tıp
kartelinin ticari çıkarlarına uygun SGK temelli bir sağlık piyasası
oluşturulması) temelinin bu taahhütle atıldığı açıktır. Sağlık Hizmetleri artık
devlet tarafından verilmemektedir. Devlet ve Üniversite hastaneleri de özel
hastaneler gibi SGK sistemi içinde kâr amacı ile çalışan, çalışanlarına kâr
payı dağıtan, vergi numarası olan ticari işletmelere dönüştürülmüştür. Sağlık
Bakanlığı bu sistem dışında bir uygulama yapamaz. Bu sistemde hastane
binalarının mülkiyeti devlette işletme Dünya Bankası tarafından kurgulandığı
şekilde SGK ‘dadır. BÜTÜN SİYASİ PARTİLER dün olduğu gibi bugün de bu siyaseti
desteklemektedir.
Diğer taraftan İP ve
devamında Vatan partisi de bu dönüşüme karşı çıkmamış ve buna karşı bir siyaset
oluşturmamıştır. Aksine Aydınlık ve Ulusal kanalda yer alan yazı ve
röportajlarda bu Dünya Bankası sistemi savunulmuştur. Bu durumda Vatan Partisi için de “Sustular,
seyrettiler, görmezden geldiler. Bugün de hâlâ yaptıkları gibi.” Dememizin hiçbir
sakıncası yoktur..
HEKİMLERE KARŞI ARTAN SALDIRILARI NASIL YORUMLAMALIYIZ
TTB’NİN 13 MART MİTİNGİ ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME
TTB’NİN 13 MART MİTİNGİ, KÜBA DOSTLUK DERNEĞİNİN AÇIKLAMASI, VE SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM ÜZERİNE
Küba dostluk derneğinin Recep Akdağ’ın Che ile ilgili görüşleri için bir açıklamada bulunmuştur (http://kubadostluk.org/cms/ ) . Her iki açıklama TTB’nin, 13 Mart 2011’de Ankara Sıhhiye meydanında düzenlemiş olduğu gösteri ile ilgilidir. Bu gösteri, gösteride kullanılan sloganlar, Sağlık Bakanı’nın açıklamaları ve solcu-ulusalcı çevrelerin bu gösteriye destek vermesi kamuoyunu aldatmıştır. TTB ve hekim kitlesi her zaman olduğu gibi kendisini olduğundan farklı göstermeye çalışmıştır. Che ile ilgili olarak mitingde yer alan bir poster de mitingin niteliğinin farklı algılanmasına yol açmıştır. Hem kendimizi hem de başkalarını aldatmamak için, Che gibi antiemperyalist bir kişinin ismi böyle bir mitingde geçmemeliydi.
TTB, tıp fakülteleri ve hekim kitlesi başından beri sağlıkta dönüşüm ve Sağlık Bakanlığı uygulamalarını savunmuştur.
Hekim ve eczacı kitlesi sadece kişisel gelirleri ve özlük hakları konusunda uygulanan siyaseti ve bakanlığı eleştirmiş ve bu eleştiriler de malûm çevreler tarafından “sağlıkta dönüşüme karşı olmak” olarak gösterilmiştir.
13 Mart gösterisinin ne Che’yle ne de kartel kontrolünde olmayan bir sağlık sistemi ile ilgisi vardır. Küba Dostluk Derneğinin bu bildirisini, gösteri, Sağlık Bakanının açıklaması ve TTB’nin siyasetleri açısından çözümleme gereği vardır:
Bu bildiride, Che ve Che’nin temsil ettiği tıp anlayışından bahsedilmektedir. Bildiğim kadarı ile Che’nin yayınlanmış ve model olarak sunulan bir tıp anlayışı yoktur. Küba’da uygulanan sağlık sistemi doğası gereği, tıp kartelinin kontrolünde yapılan bir sağlık ticareti değildir. Kendi koşullarında ulusalcı olmak zorunda olan bir sistemdir. Bu sistemde temel özelliği sağlık hizmetleri diğer hizmetlerde olduğu gibi halka ücretsiz ve kâr amacı olmadan sunulmaktadır.
Bütün dünyada “sağlıkta dönüşüm” adı altında pazarlanan emperyalist sağlık sistemi, Tıp kartelinin ürünlerinin en geniş şekilde pazarlanması için “bütün sağlık kuruluşlarını bir pazarlama ağına dönüştüren” bir model olarak takdim edilmektedir. Ne Che’nin ne de Küba’nın bu modele karşı emperyalizm karşıtı küresel bir sağlık sistemi modeli yoktur.
Yazıda Küba’da uygulanan sağlık sisteminin tek üstünlüğünün ücretsiz olarak sunulması olarak gösterilmiştir. İran ve Suriye gibi ülkelerde de sağlık hizmetleri ücretsiz olarak sunulmaktadır.
TTB de yıllardır bir yandan ücretsiz bir sağlık sistemini savunuyor görünmüştür. Fakat diğer taraftan “reçeteme karışma” sloganı ile sağlık pazarlamacılığında hekimlere verilen görevin kısıtlanmasına karşı çıkmıştır. Hekimlerin keyfi olarak en pahalı ve gereksiz tahlil, tetkik, ilaç ve tıbbi malzemeleri tercih etmelerini bir hak gibi görmüştür. Hekim hastalığın teşhisi ve tedavisi için gerekmediği halde veya daha ucuz yöntemler varken en pahalı ilaç ve malzemeyi neden tercih etmektedir? Bu tercihin ilaç ve tıbbi malzeme firmaları tarafından verilen promosyon, kâr payları, yurt dışı seyahatleri ile sağlandığını herkes bilmektedir. Sağlık hizmetlerinin ücretsiz verilmesi yanında, bunun ticaretinin de engellenmesi gerekir. Sağlık harcamaları ve anlayışına yön veren girdilerin (ilaç, cihaz, tıbbi malzeme ve diğer ürünler) üretim ve ithalatının devlet eliyle ve kontrolünde yapılması ve daha da önemlisi kartel tarafından icat edilen uydurma hastalıklar için pazarlanan ilaç ve tedavilerin de yasaklanması gerekir.
TTB ücretsiz sağlığı savunuyor görünürken sağlık girdileri ve harcamalarının kontrolünü, sağlık hizmetlerinin kamusal anlayışla (kâr amacı güdülmeden) sadece kamu kuruluşları vasıtası ile verilmesini savunmamaktadır. Sağlık ticaretinin başka bir uygulaması olan özel muayenehanecilik ve üniversite hastanelerinde hocaların özel muayene sistemine karşı çıkmamaktadır. Üstelik 13 Mart eyleminin esas amacı da budur! Kulağa hoş gelmekle birlikte “TTB’nin savunduğu “ücretsiz sağlık” sloganı, halkın daha fazla vergi veya sosyal sigorta primi ödemesi anlamına gelmektedir.
Kartel tıbbının karşıtı olan sağlık sistemi modelinin tek özelliği ücretsiz olması demek değildir. Ayrıca ne Küba’da yaşayan halk, ne de Küba’daki yönetim kartelin uyguladığı sağlık sistemini konusunda tam olarak bilgi sahibi değildir.
Tıp karteli kapitalist-emperyalist sistemde (emperyalist batı ülkeleri ve sömürgelerinde) diğer sistemlerde olduğu gibi, sağlık sistemini tamamen özelleştirerek kartelin bir pazarlama ağına dönüştürmüştür. Sistemin temel özelliği hekimlere verilen performans ücreti değildir. Sistemin özellikleri : 1. Bütün sağlık kuruluşlarını ve ticaretini özelleştirmiş ve şirketleştirmiştir. 2. Sağlık kuruluşlarına, hasta sayılarını, gelirlerini ve her tülü sağlık harcamalarını artırmaları için gerekli alt yapı oluşturulmuştur. 3. Arttırılması hedeflenen sağlık harcamaları için bir zorunlu vergilendirme sistemi olan GSS (genel sağlık sigortası) tesis edilmiştir.
Performans ücretinin bu sistemde ikili görevi vardır: 1. Bütün sağlık çalışanları (hekim, eczacı ve diş hekimi, reprezantör, medikal firma ve pazarlamacılar) sistemden beslendikleri için kâr paylarına satın alınmıştır. Bunlar sistemi desteklemiş ve bu şekilde dönüşüme karşı bu kesimden bir direnç gelmemiştir. 2. Performans sağlık kuruluşlarının hasta bulma ve yaratma yeteneklerini arttırmıştır. Hekim ve hastanelerin ilkesi; “Ne kadar çok hasta ve hastalık, o kadar para’dır.”
Sağlık alanında kartelin şirketlerinin kurdukları pazarlama ağı; firmaların Türkiye temsilcilikleri, bayi ve şubeleri, ilaç firma reprazantörleri (temsilcileri), hekimler, eczacılar, sistem için çalışan siyasetçi ve bürokratlardan ibarettir. Bu pazarlama şebekesinde herkes “satış performansına” göre para kazanmaktadır.
Hekimlerde üç türlü performans uygulanmaktadır: 1. Hastane gelirlerini arttıran her işlem için performans adı altında bir kâr payı ödenmesi; 2. Kullanılan ilaç, tıbbi malzeme, cihaz, teknoloji, sevk, rapor için temin edilen diğer performans geliri. Bu gün birçok ameliyat ve tedavi, kullanılan pahalı malzeme ve ilaçlar için yapılmaktadır. Üniversite hastanelerinde birçok hekim medikal firmalarla birlikte çalışmakta ve konsinye olarak hastanelerinde bulundurdukları tıbbi malzemeleri pazarlamaktadır. 3. Hasta sevklerinden elde edilen komisyon: Sadece birinci basamak ve ikinci basamakta değil, üniversite hastanelerinde de bir çok doktor çok basit hastalılar için bile hastalarını sürekli olarak sözleşmesiz özel hastanelere göndermekte ve yönlendirmektedir. Özel hastaneler yasal ve yasal olmayan yollardan hastalardan daha fazla ücret alabilmektedir. Hekimler çalıştıkları Devlet veya Üniversite hastanelerinde komisyon almalarına rağmen, daha fazla kazanmak için hastalarını özel hastanelere göndermekte veya yapacakları tedavi ve girişimleri hastaları yönlendirdiği özel hastanelerde yapmaktadırlar. “Komisyon” ile dönen bu sistem daima “kazan-kazan” ilkesine göre çalışmaktadır. Bu düzende para için her şey mübahtır. Herkes nerede para varsa oraya koşmakta; hangi girişim ve usulsüzlük ile daha çok para kazandırıyorsa hemen bunları uygulamaya başlamaktadır.
Özel hastanelerin çoğu hekimlere hastane gelirlerini arttıracak oranda gereksiz olarak yaptıkları muayene, tetkik gibi işlemlerdeki performansa göre ücret ödemekte olup, bu hastanelerde çalışan hekimler bu durumdan şikâyet etmemektedir.
Devlet hastanelerinde hekimler aldıkları performans komisyonundan son derecede memnundurlar. SSK hastaneleri kapatılmadan önce bu hastanelerde çalışan hekimler bir an önce performans ücretine kavuşabilmek için sağlıkta dönüşümü ahlâksızca savunmuşlardır. Bu hastanelerdeki memur ve işçi sendikaları yıllarca hekimlere verilen performans ücretinin kendilerine de verilmesini savunmuşlardır. Hekimlerin bu dönemde tek isteği; tatil, rapor ve emeklilikte de performans ücretinin verilmeye devam edilmesi olmuştur. Devlet hastanelerinde performans ücreti muayenehanesi olan hekimlere verilmezken; kazanılan bir dava ile muayenehanesi olan hekimler de performans ücreti almaya başlamıştır.
Üniversite hastaneleri bugün olduğu gibi, daha önceleri de öğretim yelerinin özel hastanesi (çiftliği) idi. Buralarda hocaların istemediği hiçbir ameliyat yapılamaz; hiçbir hasta yatırılamazdı. Sağlıkta dönüşüm üniversite hastanelerini de tam anlamlı ile bir ticarethaneye dönüştürmüştür. Üniversite hocalarının keselerine giren paralar bu dönemde daha da artmıştır.
Devlet ve üniversite hastaneleri de kâr amacı ile çalıştırılan işletmeler olup, hepsinin bir vergi numarası vardır. Hastane içindeki bölümler ve birimler kazançları oranında desteklenmektedir. Bu hastanelerde hastaneye para kazandıran kişi ve hekimler dışında diğer çalışanların ve hemşirelerin, teşeronlaştırılarak düşük ücret ve zor çalışma koşulları altında çalışmaya zorlandığı görülmektedir.
Sağlıkta dönüşüm her türlü sağlık kuruluşunu bir işletmeye dönüştürmüştür. Fakat bu işletmelerde çalışan herkesin patron olması anlamına gelmez. Şirket sadece gelirini arttıranlara kâr payı veya “komisyon” dağıtır.
Dönüşüm bu nedenle üniversite hocalarını da kâr amacı ile çalışan pazarlamacılara dönüştürmüştür. Getirilen tam gün uygulamasının amacı budur. Sağlık Bakanının söylediği gibi bu sistemde hocalara da diğer hekimlerde olduğu gibi hastane gelirlerini arttırdıkları oranda para dağıtılacaktır.
Bu arada sağlıkta dönüşümün sağlık sisteminin bir pazarlama ağına dönüştürdüğünü belirtmiştim. Sistemin bundan sonraki tek amacı vardır: Olabildiği kadar hasta bulmak, girişim yapmak , ilaç, malzeme ve teknoloji (MR, PET, genetik test, vb) kullanmak. ve bu uygulamaları toplumun tamamına sürekli ve giderek artan oranda uygulamak ve pazarlamak. Dönüşümle hasta sayısı, girişim sayısı, yıllık muayene sayısı, sürekli kullanılan ilaç, malzeme ve sarf malzeme sayıları, durmadan artmaktadır. Sağlık Bakanına göre bu artış iyi bir performans göstergesidir. Bakan hasta sayısındaki artışı bir ticari şirketin “satış ve gelirlerini” arttırması gibi yorumlamaktadır. Aslında bu anlama gelmektedir.
Kartele göre herkes hastadır. Herkeste ilaç ve malzeme kullanımı gerektirecek bir çok tıbbi durum default (varsayılan) olarak mevcuttur.
Üniversite hastaneleri nitelikli ve üstün sağlık hizmetinin verildiği yerler değildir. Burada en pahalı ve gereksiz teknolojiler, tedavi ve girişimler yaygın olarak uygulanmaktadır. Üniversite hastanelerinde gereksiz tetkik, tahlil ve girişim oranları, komplikasyon ve ölüm oranları, ortalama hastanede kalma süreleri, hasta başına tedavi maliyetleri çok yüksektir. Buralarda kötü, insanlara zarar veren ve kalitesiz bir sağlık hizmeti verilmektedir. Üniversite hastaneleri ve buralarda verilen sağlık hizmetinin savunulacak bir tarafı yoktur. Diğer hastanelerde olduğu gibi, üniversite hastanelerinin de nasıl bir sağlık hizmeti verdiği objektif ve bilimsel yöntemlerle sorgulanmalıdır.
İşte bu ahval ve şerait içinde, ne zaman ki üniversite hastanelerinde tüccar hekimlerin hastane içindeki özel muayenehanelerinin kapatılması gündeme gelmiştir, herkes “sağlıkta dönüşümü” hatırlamış ve birden bire “performans” sistemini eleştirmeye başlamıştır. Hocalar aslında performansa karşı değildir; onlar, hastane içinde ve dışında sağlık ticaretinden sağladıkları diğer hak ve olanakların ellerinden alınmasına karşı çıkmaktadırlar.
Sosyalist ve halkçı sağlık sisteminin tek özelliği ücretsiz olarak verilmesi değildir. Veya bazı hekimlerin motorsikletlere binerek ülkeyi gezmesi ve fakir insanları bedava muayene etmesi de değildir. Tıp karteli de daha fazla ilaç, malzeme ve teknoloji pazarlaması anlamına gelen hasta bulma faaliyetlerini ücretsiz ve kampanyalarla sürdürmektedir. Özel hastaneler bütün yerleşim yerlerinde ve işyerlerinde ücretsiz hasta taraması yapmaktadır. Bu sözde ücretsiz taramalar için sigortası olanlar için SGK’dan parası alınmaktadır. Bu, hastalık bulma, hastalık uydurma veya kişileri hasta yapma ve hastalık yaratma faaliyetleri sonucunda pahalı tarama testleri, gereksiz girişimler, ilaç ve malzeme pazarlanmakta ve tükettirilmektedir.
Buradaki ücretsiz muayenede amaç tirol ile balık avlamada kullanılan yöntemin aynısıdır. Sağlık taraması hasta yakalamada kullanılan bir ağ işlevini görmektedir. Amaç kartelin ağına yakalanmamış sağlıklı bir insan bırakmamaktır. (Nortin Hadler: The last well person)
Günümüzde “tarama tıbbı” çok gelir getiren bir sektör haline gelmiştir: Kanser, kalp hastalığı, genetik mutasyon, Alzheimer, göz hastalığı taramaları, kolesterol ve lipid, kemik erimesi, menopoz gibi taramalar ile hem tarama yöntemlerini pazarlanmakta ve hem de sürekli ilaç, malzeme kullanılacak durumlar belirlenmektedir. Yapılan işlemlerin bedeli de SGK tarafından sorgulanmadan ödenmektedir.
Ücretsiz muayeneler de hangi amaçla yapıldığına göre değerlendirilmelidir.
Küba kurulan sosyalist sistemin tıp karteline ve diğer emperyalist şirketlere kapıları mecburen kapatmıştır. Uygulanan ambargonun da bunda bir katkısı vardır. Küba’da çalışan hekimlerin bir kısmı, SSK hastanelerinde çalışan hekimler gibi, pazarlama yeteneğine göre gelirlerinin artabileceği batı tarzı bir sağlık sistemini özlüyor da olabilir.
CHE emperyalizmi bilmektedir; fakat kartelin sağlık sistemini bilmemektedir. O’nun zamanında zaten “sağlıkta dönüşüm” (health transition) olarak bilinen küresel bir sağlık siyaseti de yoktu.
Sağlıkta dönüşüm ile bütün halkın sigortalı yapılması gündeme gelmiştir. Bu sosyalist ve halkçı sağlık sistemini bilmeyen birçok sosyalist ve ulusalcı tarafından alkışlanmıştır. Bu kesimleri kendilerinin de böyle bir sistemi arzuladıklarını söylemişlerdir. Halbuki genel sağlık sigortası büyümesi ve arttırılması hedeflenen sağlık piyasası için bir ikinci vergilendirmedir. Burada amaç herkesten zorunlu olarak para toplamaktır. Kaldı ki sigorta primlerini ödeyemeyenler hem sağlık hizmetinden yararlanamazlar hem de daha sağlık hizmetlerinden yararlanamadıkları dönemler için ödemedikleri sigorta borçlarını daha sonra da ödemek zorundadırlar. Sigorta primleri gelir ve asgari ücrete göre oldukça fazladır. Kısaca topluma bizzat kendi keselerinden ödedikleri primlerle, kontrol edemedikleri, pazarlık yapamadıkları bir sağlık hizmeti verilmektedir. Bu sistem “tek bir sistem” olduğu için hastalar katkı paylarını, otelcilik hizmeti, spor klubüne yardım, otopark ücreti gibi sudan nedenlerle ödemek zorunda kaldıkları fark ücretlerini de “mecburen” ödemek zorunda kalmaktadır. Sistem bütün halkı yolunacak kaza çevirmiştir. Para toplanırken son derecede ciddi ve katı olan SGK, harcama ve ödemeler konusunda o kadar gevşek ve kontrolsüzdür.
13 Mart eylemi ile üniversite hocaları ve onlara destek veren hekimler, “Bizim üniversite içinde ticaretimize izin vermezseniz biz de sizi en hassas noktadan vurarak size zarar veririz; gelin bir şekilde uzlaşalım.” demektedirler. Evet! Üniversite içindeki özel hoca muayenehanelerine izin verilirse bütün bu karşı çıkışlar hemen sönecektir. TTB ve onu destekleyen hekim grupları da çıkıp “Cumhuriyet devriminin kazanımlarını” koruduk diyerek övüneceklerdir.
Üniversite hastanelerinin bilimsel araştırmaları meselesi: Türkiye’de üniversite reformu her ne kadar tüccar ve tercüman hocaları ortadan kaldırmak amacı ile yapılmış ise de; bu kesim kısa sürede kontrolü hemen ele geçirmiştir. Üniversiteler tüccar ve tercüman hocaların bir çiftliği haline dönüştürülmüştür. Üniversitelerde hiçbir bilimsel araştırma yapılmamaktadır. Tıp fakültelerinde aksine dogmatik, bilimsel kuşku ve merakı olmayan sözde bilim adamları üretilmektedir. Gerçekleri görmekten ve işitmekten korkan bu sözde bilim adamları Yalçın KÜÇÜK’ün vurguladığı gibi öğrencisinden daha geridedirler. üyeleridir. Şöyle veya böyle biraz yabancı dil bilmek bilim adamı olmanın bir gereği gibi gösterilerek mecbur kılınmıştır. Tercüman öğretim üyesi ve asistanlar tartışmasız taptıkları ve aleyhte konuşulmasına izin vermedikleri tıp kartelinin sağlık sistemine uygun yayın ve kitapları tercüme etmeyi bilim üretmek zannetmektedirler. Bilimsel faaliyet olarak yaptıkları diğer yayınlar da kullandıkları ilaç, malzeme ve yöntemleri bildiren bir nevi faaliyet raporlarıdır. Diğer bir sözde bilimse çalışma şekli de, kartelin ürünlerini kullandıkları oranda, bu tür bildirileri sundukları ve dinledikleri ve masrafları kartel tarafından karşılanan, fakat özünde turistik bir faaliyet olan ülke içindeki tıp kongrelere ve kurslara katılmalarıdır.
Üniversite hocalarının bilim ve bilimsel çalışmaya karşı ne kadar duyarsız olduklarının tipik bir örneği de önce sağlık reformu ve daha sonra da sağlıkta dönüşüm olarak gündeme gelen projeler konusunda hiçbir çalışma ve yayın yapmamalarıdır.
Üniversitelerden bu projeye destek veren bazı hocalar projeye destek veren kuruluşlardan ve AB’den aldıkları fonlarla proje için eğitim çalışmalarına katılmış ve kamu oyu yaratmaya yarayan bazı yayınlar yapmışlardır.
Tıp karteli sürekli olarak sağlık hizmetlerinin ölçücü olarak bebek ölüm oranını gündeme getirmektedir. Keza kızamık sayısında azalma da başka bir ölçüdür. İnsanlarda uygulanan sağlık hizmeti sadece doğum ve kızamık aşısından ibaret değildir. Bu nedenle sağlık hizmetlerinin mukayesesinde bebek ölüm oranları ve kızamık oranından bahsetmek tek başına yeterli değildir.
Sağlık sistemlerini incelerken ve mukayese ederken temel ölçüler şunlar olmalıdır:
-Doğumlarda sezaryen oranı (sezaryen oranları dünya rekoru kırmaktadır)
-Yeni doğanlarda prematür doğum oranı ve yoğun bakım tedavisi gören yeni doğan oranı (neredeyse her yeni doğan bir yoğun bakım tedavisi görmektedir)
-Hasta sayısında azalama ve artma (ameliyat sayıları ve tedavi edilen hastalık sayılarında artış= doğrudan gereksiz olarak yapılan ameliyat oranını gösterecektir)
-Kartelin ürettiği ilaç, tıbbi malzeme, cihaz ve sarf malzemesi için bu şirketlere ödenen para
-Kişilerin yıllık hastaneye başvuru sayısında artış oranı
-Kişilerin günlük kullandıkları ilaç oranında artış
-İlaç ve tıbbi malzeme kullanımındaki artış
-Gereksiz ameliyatlar, tedaviler, ilaçlar ve kullanılan malzemelere bağlık iatrojenik ölümler, yaralanmalar ve sakatlanmalar
-Sağlıkta şebekeleşme, çeteleşme ve mafyalaşma oranı (sağlıkta yolsuzluk olayları)
-Kişilerden toplanan sigorta primlerindeki artış ve bunun gelirlere oranı; kişilerin kendi keselerinden yaptıkları sağlık harcamalarındaki artış oranı
-Bir hastalığa bağlı olsun olmasın, ölümden önce yoğun bakım tedavisi gören kişi oranı ve süresi ( sırf hastane gelirlerini arttırmak için ölüler bile uzun süre yoğun bakımda tutulmaktadır)
Vb. vb.
Modern tıp veya tıp kartelinin uyguladığı sağlık sistemi bütün toplumu hasta ve sakat bırakmayı hedefleyen bir sistemdir!
Türkiye’de uygulanan sağlık sisteminde sadece özel hastanelerde değil, bütün hastanelerde beyana ve faturaya göre ödeme yapılmaktadır. Bu sağlık sisteminde bir nevi “hayali ihracat” sistemidir. Hastaneler bu şekilde gereksiz olarak yaptıklarının yanında, yapmadıkları girişimleri, tetkikleri, kullanmadıkları ilaçları, malzemeleri, yatışları ve akla gelebilen her kalemi sanal veya hayali olarak abartabilmekte ve bu şekilde kendilerine almaları gerekenin çok üzerinde bir para hortumlanmaktadır. Her türlü sağlık harcamasının teşvik edildiği, her türlü abartma ve hayali faturalamaya imkân tanıyan bu sistem hekim ve diğer sağlık çalışanlarının ahlakını ve kimyasını bozmuştur. Sağlık piyasası bir nevi yolsuzluk, mafyalaşma ve çeteleşme piyasası haline dönüşmüştür.
Ne TTB ve hekimler ne de üniversitelerin bu konularda bir araştırması yoktur. Bu çevreler bu gibi haberleri de görmezden gelmekte ve kendilerinin egemen olduğu yayın organlarında bu tür haber ve yorumlara yer vermemektedirler. 13 Mart Eylemini sürekli olarak destekleyen ve İstanbul Tabip Odası tarafından kendisine ödül verilen Ulusal Kanal isimli TV kanalında bu tür yolsuzluk ve çeteleşme haberleri yer almamaktadır. Ulusal Kanal, Sağlıkta Dönüşüm ile bir özelleştirme ve bir pazarlanma ağı oluşturulmasını ısrarla görmezden gelmektedir. Bu kanalın Sağlık programlarında kartel tıbbının reklamı yapılmakta, ürün ve malları pazarlanmaktadır.
Sosyalist Küba’nın kendi içinde uyguladığı veya uygulamak zorunda kaldığı bir sağlık sistemi vardır. Küba’da bazı sağlık göstergeleri kötü olsaydı bile, bu sistem kartelin tıp sistemine göre, insanlara zarar verme ve hasta sayısını arttırmayı hedeflememesi nedeniyle daha üstün olacaktı… Fakat Küba’nın Tıp kartelinin tüm dünyada uygulamaya çalıştığı gibi bir sağlık siyaseti yoktur. ABD ve batı ülkelerinde uygulanan tıp kartelinin sağlık sistemini eleştirmemekte, bilmemektedir. Bu konuda ideolojik bir eleştiri ve saldırısı söz konusu değildir. ABD ve Avrupa ülkelerinde kartelin sağlık sistemin yerden yere vuran, eleştiren birçok yazar mevcuttur. Bu tür yazar ve hekimler Küba tarafından desteklenmekte ve kendilerinden ve görüşlerinden bahsedilmemektedir. Keşke Küba’nın evrensel bir sağlık sistemi seçeneği olsaydı.
Bildirinizde Che’ye atfedilen, “tek tek hastaları iyileştirmenin yeterli olamayacağını”, “ hastalık etkenlerinin ortadan kaldırıldığı, sağlıklı bedenleri olan bir toplum yaratabilme” konusundaki görüşler şüphesiz doğrudur. Hatta daha da ileri giderek şu da söylenebilir: toplumu hasta etmeyi ve hatta bir soykırımı amaçlayan kartel tıbbı dışındaki bütün sağlık sistemleri ondan daha üstündür. Çünkü diğer sistemler hiç olmazsa “önce zarar verme” ilkesini uygulamaktadır. Kapitalist sağlık sistemi çevreyi de bozmakta ve hastalık üreten bir yapı oluşturmaktadır.
Bütün bunlara rağmen Küba’da uygulanan sağlık sisteminin de eleştirilebilecek yönleri olabilir. Fakat bence en büyük eksiklik tıp karteline karşı bütün dünyada ideolojik bir saldırıda bulunmaması ve dünya için özgün ve evrensel sağlık sistemi için bir model oluşturmaya çalışmamasıdır.
Tıp kartelinin bütün dünyada sürdürdüğü küreselleşme sömürgeleştirmesinin tıptaki uygulamasının adı “sağlıkta dönüşüm” programlarıdır. Programın özü sağlık sistemini tıp karteline (big pharma) bağlı bir pazarlama ağına dönüştürmektir. Küba’da bu yönde yapılmış bir yayın veya çalışma varmıdır? Bu projeye karşı Küba’nın siyaseti nedir. Bunları bilmek ve görmek isteriz.
Türkiye’de sağlık sisteminin eleştirilebilecek tek yönü performans uygulaması değildir. Performans sisteminin gaz verdiği ve teşvik ettiği kanlı, kirli ve iğrenç bir sağlık sistemi vardır. 13 Mart Eylemi görünüşte “performans” sistemin eleştirmek için yapılıyor gibi pazarlansa da hekim kitlesinin ezici bir çoğunluğunun bu sisteme karşı olmadığını hepimiz biliyoruz. Karşı çıkılan hususun performans sistemi değil, üniversite hastaneleri içindeki hoca muayenehanelerinin kapatılması ve onlar için kurulmuş olan farklı bir sağlık ticaretinin yasaklanmasıdır. Hoca muayenehanelerinin ne bilime ne de topluma faydası vardır.
Hangi niyetle olursa olsun performans sistemine karşı olan çevreler sistemin insanlık dışı ve topluma zarar veren yönlerini de eleştirmek ve bütünü ile bu sisteme karşı olmaları gerekir.
Sağlıkla ilgili konuları tartışırken basmakalıp üsluplar bir yana bırakılmalıdır. gerçeklerin üzeri örtülmemeli ve idarei maslahatçılıktan kaçınılmalıdır.
Sağlıkta Dönüşüm’e karşı gibi görünerek mevcut sistem desteklenmemelidir.
Böyle bir destek suça ortak olmaktır. Bunun ABD’nin Irakı, Afganistanı işgalini desteklemesinden veya Stalinin, Hitlerle saldırmazlık paktı imzalayıp kendisini desteklemesinden bir farkı yoktur. Fark, farkı görebilen için anlamlıdır.
22.3.2011 Dr. Uğur YILMAZ
http://kubadostluk.org/cms/
DOKTOR CHE'NIN YOLUNDAYIZ - José Martí Küba dostluk derneğinin bildirisi
Basına ve kamuoyuna,
13 Mart Pazar günü, Ankara’da sağlık emekçilerinin gerçekleştirdiği “Çok Ses, Tek Yürek” mitinginde açılan “Doktor Che’nin yolundayız” yazılı dövize Sağlık Bakanı Recep Akdağ “Birtakım örgütler Dr. Che Guevara'nın izinde olabilir, ama biz onun izinde değiliz” yorumu getirmiştir. Türkiye’deki sağlık sisteminin durumu göz önüne alındığında, Dr. Che Guevara’nın temsil ettiği tıp anlayışının izinde olunmadığı elbette aşikardır:
Dr. Che’nin kuruluşuna öncülük ettiği Küba’da tüm nüfusun ücretsiz ve eşit sağlık hizmeti alma hakkı anayasal güvence altındadır. Devlet bütçesinin %12’sinin sağlık harcamalarına ayrılmasının yanı sıra halkın temel gıdaları ve çocukların süt ihtiyacı devlet tarafından ücretsiz dağıtılır. Oysa ülkemizde uygulanan Sağlıkta Dönüşüm Projesiyle özel hastanelerin SGK’dan aldıkları pay %31’e yükselmiş, sağlık sistemi insan değil, kâr odaklı bir hale getirilmiştir. Önce eğitim araştırma hastanelerinde sonra da üniversite hastanelerinde uygulanmaya çalışılan performansa dayalı ücretlendirme ile hastaneler birer ticarethaneye dönüştürülmüş, bilimsel araştırmaların önü kapatılmış ve çalışma huzuru tamamen bozulmuştur. Son yıllarda ülkemizde sağlık harcamaları dört kat arttığı halde Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre Türkiye, bebek ölüm hızında ancak dünya 97ncisi, 5 yaş altı ölüm hızındaysa dünya 96ncısıdır. Oysa Dr. Che’nin ülkesi Küba, bebek ölüm hızı oranlarının düşüklüğü ve kişi başına düşen hekim sayısının yüksekliği ile tüm dünyaya örnek teşkil eden bir gelişkinliğe sahiptir. Dr. Che’nin ülkesi Küba ilaç ve aşılarını kendisi üretmekte iken ülkemizdeki aşı enstitüleri kapatılmış, böylece Türkiye, aşı ve ilaçta tamamen dışa bağımlı hale gelmiştir.
Bakan’ın “Sağlık sistemiyle bir ilgisi olamaz” dediği Che Guevara; doktor olarak yaptığı Latin Amerika yolculuğu sırasında halkların yoksulluğuna ve parasızlık nedeniyle tedavi olmayan hastalara tanık olduktan sonra, tek tek hastaları iyileştirmenin yeterli olamayacağını anlamış, hastalık etkenlerinin ortadan kaldırıldığı, sağlıklı bedenleri olan bir toplum yaratabilmenin peşine düşmüştür. Sosyalist Küba ve başarılı sağlık sisteminde, işte bu akıl etkilidir.
Eşitlik isteyen herkesi karalayan yazılarıyla ünlü Sabah gazetesi yazarı Emre Aköz’ün, mitingin ardından yayınladığı “Kahramanın Dr. Che bir katildi yavrum” başlıklı yazısı ise Che’nin insancıl bakış açısının, çirkince çarpıtılmasından başka bir anlam taşımamaktadır.
Devrim sonrasında ilk amaçlarının kimsenin aç kalmaması, daha sonra günde üç öğün yiyebilmesi ve ardından herkesin sağlıklı uygun koşullarda yaşayabilmesi olduğunu açıklayan Che, Bolivya’ya gitmeden önce çocuklarına yazdığı mektupta “Dünyanın herhangi bir yerinde işlenen her türlü haksızlığı yüreğinizde hissedin” diye yazmıştır. Bugün iyi hekim olmanın önkoşulu iyi bir insan olmaktır ve Che sadece, Hipokrat yemini eden, mesleki onuruna ve halkın sağlık hakkına sahip çıkan her doktorun örnek alabileceği bir kişi değil, çocuklarımızın da onun gibi olmasını istediğimiz bir kişidir. Çünkü Dr. Che adil, eşitlikçi ve dayanışmacı bir dünyanın var olduğuna ilişkin zorunlu bir düşüncenin sembolüdür.
Saygılarımızla,
José Martí Küba Dostluk Derneği
Küba dostluk derneğinin Recep Akdağ’ın Che ile ilgili görüşleri için bir açıklamada bulunmuştur (http://kubadostluk.org/cms/ ) . Her iki açıklama TTB’nin, 13 Mart 2011’de Ankara Sıhhiye meydanında düzenlemiş olduğu gösteri ile ilgilidir. Bu gösteri, gösteride kullanılan sloganlar, Sağlık Bakanı’nın açıklamaları ve solcu-ulusalcı çevrelerin bu gösteriye destek vermesi kamuoyunu aldatmıştır. TTB ve hekim kitlesi her zaman olduğu gibi kendisini olduğundan farklı göstermeye çalışmıştır. Che ile ilgili olarak mitingde yer alan bir poster de mitingin niteliğinin farklı algılanmasına yol açmıştır. Hem kendimizi hem de başkalarını aldatmamak için, Che gibi antiemperyalist bir kişinin ismi böyle bir mitingde geçmemeliydi.
TTB, tıp fakülteleri ve hekim kitlesi başından beri sağlıkta dönüşüm ve Sağlık Bakanlığı uygulamalarını savunmuştur.
Hekim ve eczacı kitlesi sadece kişisel gelirleri ve özlük hakları konusunda uygulanan siyaseti ve bakanlığı eleştirmiş ve bu eleştiriler de malûm çevreler tarafından “sağlıkta dönüşüme karşı olmak” olarak gösterilmiştir.
13 Mart gösterisinin ne Che’yle ne de kartel kontrolünde olmayan bir sağlık sistemi ile ilgisi vardır. Küba Dostluk Derneğinin bu bildirisini, gösteri, Sağlık Bakanının açıklaması ve TTB’nin siyasetleri açısından çözümleme gereği vardır:
Bu bildiride, Che ve Che’nin temsil ettiği tıp anlayışından bahsedilmektedir. Bildiğim kadarı ile Che’nin yayınlanmış ve model olarak sunulan bir tıp anlayışı yoktur. Küba’da uygulanan sağlık sistemi doğası gereği, tıp kartelinin kontrolünde yapılan bir sağlık ticareti değildir. Kendi koşullarında ulusalcı olmak zorunda olan bir sistemdir. Bu sistemde temel özelliği sağlık hizmetleri diğer hizmetlerde olduğu gibi halka ücretsiz ve kâr amacı olmadan sunulmaktadır.
Bütün dünyada “sağlıkta dönüşüm” adı altında pazarlanan emperyalist sağlık sistemi, Tıp kartelinin ürünlerinin en geniş şekilde pazarlanması için “bütün sağlık kuruluşlarını bir pazarlama ağına dönüştüren” bir model olarak takdim edilmektedir. Ne Che’nin ne de Küba’nın bu modele karşı emperyalizm karşıtı küresel bir sağlık sistemi modeli yoktur.
Yazıda Küba’da uygulanan sağlık sisteminin tek üstünlüğünün ücretsiz olarak sunulması olarak gösterilmiştir. İran ve Suriye gibi ülkelerde de sağlık hizmetleri ücretsiz olarak sunulmaktadır.
TTB de yıllardır bir yandan ücretsiz bir sağlık sistemini savunuyor görünmüştür. Fakat diğer taraftan “reçeteme karışma” sloganı ile sağlık pazarlamacılığında hekimlere verilen görevin kısıtlanmasına karşı çıkmıştır. Hekimlerin keyfi olarak en pahalı ve gereksiz tahlil, tetkik, ilaç ve tıbbi malzemeleri tercih etmelerini bir hak gibi görmüştür. Hekim hastalığın teşhisi ve tedavisi için gerekmediği halde veya daha ucuz yöntemler varken en pahalı ilaç ve malzemeyi neden tercih etmektedir? Bu tercihin ilaç ve tıbbi malzeme firmaları tarafından verilen promosyon, kâr payları, yurt dışı seyahatleri ile sağlandığını herkes bilmektedir. Sağlık hizmetlerinin ücretsiz verilmesi yanında, bunun ticaretinin de engellenmesi gerekir. Sağlık harcamaları ve anlayışına yön veren girdilerin (ilaç, cihaz, tıbbi malzeme ve diğer ürünler) üretim ve ithalatının devlet eliyle ve kontrolünde yapılması ve daha da önemlisi kartel tarafından icat edilen uydurma hastalıklar için pazarlanan ilaç ve tedavilerin de yasaklanması gerekir.
TTB ücretsiz sağlığı savunuyor görünürken sağlık girdileri ve harcamalarının kontrolünü, sağlık hizmetlerinin kamusal anlayışla (kâr amacı güdülmeden) sadece kamu kuruluşları vasıtası ile verilmesini savunmamaktadır. Sağlık ticaretinin başka bir uygulaması olan özel muayenehanecilik ve üniversite hastanelerinde hocaların özel muayene sistemine karşı çıkmamaktadır. Üstelik 13 Mart eyleminin esas amacı da budur! Kulağa hoş gelmekle birlikte “TTB’nin savunduğu “ücretsiz sağlık” sloganı, halkın daha fazla vergi veya sosyal sigorta primi ödemesi anlamına gelmektedir.
Kartel tıbbının karşıtı olan sağlık sistemi modelinin tek özelliği ücretsiz olması demek değildir. Ayrıca ne Küba’da yaşayan halk, ne de Küba’daki yönetim kartelin uyguladığı sağlık sistemini konusunda tam olarak bilgi sahibi değildir.
Tıp karteli kapitalist-emperyalist sistemde (emperyalist batı ülkeleri ve sömürgelerinde) diğer sistemlerde olduğu gibi, sağlık sistemini tamamen özelleştirerek kartelin bir pazarlama ağına dönüştürmüştür. Sistemin temel özelliği hekimlere verilen performans ücreti değildir. Sistemin özellikleri : 1. Bütün sağlık kuruluşlarını ve ticaretini özelleştirmiş ve şirketleştirmiştir. 2. Sağlık kuruluşlarına, hasta sayılarını, gelirlerini ve her tülü sağlık harcamalarını artırmaları için gerekli alt yapı oluşturulmuştur. 3. Arttırılması hedeflenen sağlık harcamaları için bir zorunlu vergilendirme sistemi olan GSS (genel sağlık sigortası) tesis edilmiştir.
Performans ücretinin bu sistemde ikili görevi vardır: 1. Bütün sağlık çalışanları (hekim, eczacı ve diş hekimi, reprezantör, medikal firma ve pazarlamacılar) sistemden beslendikleri için kâr paylarına satın alınmıştır. Bunlar sistemi desteklemiş ve bu şekilde dönüşüme karşı bu kesimden bir direnç gelmemiştir. 2. Performans sağlık kuruluşlarının hasta bulma ve yaratma yeteneklerini arttırmıştır. Hekim ve hastanelerin ilkesi; “Ne kadar çok hasta ve hastalık, o kadar para’dır.”
Sağlık alanında kartelin şirketlerinin kurdukları pazarlama ağı; firmaların Türkiye temsilcilikleri, bayi ve şubeleri, ilaç firma reprazantörleri (temsilcileri), hekimler, eczacılar, sistem için çalışan siyasetçi ve bürokratlardan ibarettir. Bu pazarlama şebekesinde herkes “satış performansına” göre para kazanmaktadır.
Hekimlerde üç türlü performans uygulanmaktadır: 1. Hastane gelirlerini arttıran her işlem için performans adı altında bir kâr payı ödenmesi; 2. Kullanılan ilaç, tıbbi malzeme, cihaz, teknoloji, sevk, rapor için temin edilen diğer performans geliri. Bu gün birçok ameliyat ve tedavi, kullanılan pahalı malzeme ve ilaçlar için yapılmaktadır. Üniversite hastanelerinde birçok hekim medikal firmalarla birlikte çalışmakta ve konsinye olarak hastanelerinde bulundurdukları tıbbi malzemeleri pazarlamaktadır. 3. Hasta sevklerinden elde edilen komisyon: Sadece birinci basamak ve ikinci basamakta değil, üniversite hastanelerinde de bir çok doktor çok basit hastalılar için bile hastalarını sürekli olarak sözleşmesiz özel hastanelere göndermekte ve yönlendirmektedir. Özel hastaneler yasal ve yasal olmayan yollardan hastalardan daha fazla ücret alabilmektedir. Hekimler çalıştıkları Devlet veya Üniversite hastanelerinde komisyon almalarına rağmen, daha fazla kazanmak için hastalarını özel hastanelere göndermekte veya yapacakları tedavi ve girişimleri hastaları yönlendirdiği özel hastanelerde yapmaktadırlar. “Komisyon” ile dönen bu sistem daima “kazan-kazan” ilkesine göre çalışmaktadır. Bu düzende para için her şey mübahtır. Herkes nerede para varsa oraya koşmakta; hangi girişim ve usulsüzlük ile daha çok para kazandırıyorsa hemen bunları uygulamaya başlamaktadır.
Özel hastanelerin çoğu hekimlere hastane gelirlerini arttıracak oranda gereksiz olarak yaptıkları muayene, tetkik gibi işlemlerdeki performansa göre ücret ödemekte olup, bu hastanelerde çalışan hekimler bu durumdan şikâyet etmemektedir.
Devlet hastanelerinde hekimler aldıkları performans komisyonundan son derecede memnundurlar. SSK hastaneleri kapatılmadan önce bu hastanelerde çalışan hekimler bir an önce performans ücretine kavuşabilmek için sağlıkta dönüşümü ahlâksızca savunmuşlardır. Bu hastanelerdeki memur ve işçi sendikaları yıllarca hekimlere verilen performans ücretinin kendilerine de verilmesini savunmuşlardır. Hekimlerin bu dönemde tek isteği; tatil, rapor ve emeklilikte de performans ücretinin verilmeye devam edilmesi olmuştur. Devlet hastanelerinde performans ücreti muayenehanesi olan hekimlere verilmezken; kazanılan bir dava ile muayenehanesi olan hekimler de performans ücreti almaya başlamıştır.
Üniversite hastaneleri bugün olduğu gibi, daha önceleri de öğretim yelerinin özel hastanesi (çiftliği) idi. Buralarda hocaların istemediği hiçbir ameliyat yapılamaz; hiçbir hasta yatırılamazdı. Sağlıkta dönüşüm üniversite hastanelerini de tam anlamlı ile bir ticarethaneye dönüştürmüştür. Üniversite hocalarının keselerine giren paralar bu dönemde daha da artmıştır.
Devlet ve üniversite hastaneleri de kâr amacı ile çalıştırılan işletmeler olup, hepsinin bir vergi numarası vardır. Hastane içindeki bölümler ve birimler kazançları oranında desteklenmektedir. Bu hastanelerde hastaneye para kazandıran kişi ve hekimler dışında diğer çalışanların ve hemşirelerin, teşeronlaştırılarak düşük ücret ve zor çalışma koşulları altında çalışmaya zorlandığı görülmektedir.
Sağlıkta dönüşüm her türlü sağlık kuruluşunu bir işletmeye dönüştürmüştür. Fakat bu işletmelerde çalışan herkesin patron olması anlamına gelmez. Şirket sadece gelirini arttıranlara kâr payı veya “komisyon” dağıtır.
Dönüşüm bu nedenle üniversite hocalarını da kâr amacı ile çalışan pazarlamacılara dönüştürmüştür. Getirilen tam gün uygulamasının amacı budur. Sağlık Bakanının söylediği gibi bu sistemde hocalara da diğer hekimlerde olduğu gibi hastane gelirlerini arttırdıkları oranda para dağıtılacaktır.
Bu arada sağlıkta dönüşümün sağlık sisteminin bir pazarlama ağına dönüştürdüğünü belirtmiştim. Sistemin bundan sonraki tek amacı vardır: Olabildiği kadar hasta bulmak, girişim yapmak , ilaç, malzeme ve teknoloji (MR, PET, genetik test, vb) kullanmak. ve bu uygulamaları toplumun tamamına sürekli ve giderek artan oranda uygulamak ve pazarlamak. Dönüşümle hasta sayısı, girişim sayısı, yıllık muayene sayısı, sürekli kullanılan ilaç, malzeme ve sarf malzeme sayıları, durmadan artmaktadır. Sağlık Bakanına göre bu artış iyi bir performans göstergesidir. Bakan hasta sayısındaki artışı bir ticari şirketin “satış ve gelirlerini” arttırması gibi yorumlamaktadır. Aslında bu anlama gelmektedir.
Kartele göre herkes hastadır. Herkeste ilaç ve malzeme kullanımı gerektirecek bir çok tıbbi durum default (varsayılan) olarak mevcuttur.
Üniversite hastaneleri nitelikli ve üstün sağlık hizmetinin verildiği yerler değildir. Burada en pahalı ve gereksiz teknolojiler, tedavi ve girişimler yaygın olarak uygulanmaktadır. Üniversite hastanelerinde gereksiz tetkik, tahlil ve girişim oranları, komplikasyon ve ölüm oranları, ortalama hastanede kalma süreleri, hasta başına tedavi maliyetleri çok yüksektir. Buralarda kötü, insanlara zarar veren ve kalitesiz bir sağlık hizmeti verilmektedir. Üniversite hastaneleri ve buralarda verilen sağlık hizmetinin savunulacak bir tarafı yoktur. Diğer hastanelerde olduğu gibi, üniversite hastanelerinin de nasıl bir sağlık hizmeti verdiği objektif ve bilimsel yöntemlerle sorgulanmalıdır.
İşte bu ahval ve şerait içinde, ne zaman ki üniversite hastanelerinde tüccar hekimlerin hastane içindeki özel muayenehanelerinin kapatılması gündeme gelmiştir, herkes “sağlıkta dönüşümü” hatırlamış ve birden bire “performans” sistemini eleştirmeye başlamıştır. Hocalar aslında performansa karşı değildir; onlar, hastane içinde ve dışında sağlık ticaretinden sağladıkları diğer hak ve olanakların ellerinden alınmasına karşı çıkmaktadırlar.
Sosyalist ve halkçı sağlık sisteminin tek özelliği ücretsiz olarak verilmesi değildir. Veya bazı hekimlerin motorsikletlere binerek ülkeyi gezmesi ve fakir insanları bedava muayene etmesi de değildir. Tıp karteli de daha fazla ilaç, malzeme ve teknoloji pazarlaması anlamına gelen hasta bulma faaliyetlerini ücretsiz ve kampanyalarla sürdürmektedir. Özel hastaneler bütün yerleşim yerlerinde ve işyerlerinde ücretsiz hasta taraması yapmaktadır. Bu sözde ücretsiz taramalar için sigortası olanlar için SGK’dan parası alınmaktadır. Bu, hastalık bulma, hastalık uydurma veya kişileri hasta yapma ve hastalık yaratma faaliyetleri sonucunda pahalı tarama testleri, gereksiz girişimler, ilaç ve malzeme pazarlanmakta ve tükettirilmektedir.
Buradaki ücretsiz muayenede amaç tirol ile balık avlamada kullanılan yöntemin aynısıdır. Sağlık taraması hasta yakalamada kullanılan bir ağ işlevini görmektedir. Amaç kartelin ağına yakalanmamış sağlıklı bir insan bırakmamaktır. (Nortin Hadler: The last well person)
Günümüzde “tarama tıbbı” çok gelir getiren bir sektör haline gelmiştir: Kanser, kalp hastalığı, genetik mutasyon, Alzheimer, göz hastalığı taramaları, kolesterol ve lipid, kemik erimesi, menopoz gibi taramalar ile hem tarama yöntemlerini pazarlanmakta ve hem de sürekli ilaç, malzeme kullanılacak durumlar belirlenmektedir. Yapılan işlemlerin bedeli de SGK tarafından sorgulanmadan ödenmektedir.
Ücretsiz muayeneler de hangi amaçla yapıldığına göre değerlendirilmelidir.
Küba kurulan sosyalist sistemin tıp karteline ve diğer emperyalist şirketlere kapıları mecburen kapatmıştır. Uygulanan ambargonun da bunda bir katkısı vardır. Küba’da çalışan hekimlerin bir kısmı, SSK hastanelerinde çalışan hekimler gibi, pazarlama yeteneğine göre gelirlerinin artabileceği batı tarzı bir sağlık sistemini özlüyor da olabilir.
CHE emperyalizmi bilmektedir; fakat kartelin sağlık sistemini bilmemektedir. O’nun zamanında zaten “sağlıkta dönüşüm” (health transition) olarak bilinen küresel bir sağlık siyaseti de yoktu.
Sağlıkta dönüşüm ile bütün halkın sigortalı yapılması gündeme gelmiştir. Bu sosyalist ve halkçı sağlık sistemini bilmeyen birçok sosyalist ve ulusalcı tarafından alkışlanmıştır. Bu kesimleri kendilerinin de böyle bir sistemi arzuladıklarını söylemişlerdir. Halbuki genel sağlık sigortası büyümesi ve arttırılması hedeflenen sağlık piyasası için bir ikinci vergilendirmedir. Burada amaç herkesten zorunlu olarak para toplamaktır. Kaldı ki sigorta primlerini ödeyemeyenler hem sağlık hizmetinden yararlanamazlar hem de daha sağlık hizmetlerinden yararlanamadıkları dönemler için ödemedikleri sigorta borçlarını daha sonra da ödemek zorundadırlar. Sigorta primleri gelir ve asgari ücrete göre oldukça fazladır. Kısaca topluma bizzat kendi keselerinden ödedikleri primlerle, kontrol edemedikleri, pazarlık yapamadıkları bir sağlık hizmeti verilmektedir. Bu sistem “tek bir sistem” olduğu için hastalar katkı paylarını, otelcilik hizmeti, spor klubüne yardım, otopark ücreti gibi sudan nedenlerle ödemek zorunda kaldıkları fark ücretlerini de “mecburen” ödemek zorunda kalmaktadır. Sistem bütün halkı yolunacak kaza çevirmiştir. Para toplanırken son derecede ciddi ve katı olan SGK, harcama ve ödemeler konusunda o kadar gevşek ve kontrolsüzdür.
13 Mart eylemi ile üniversite hocaları ve onlara destek veren hekimler, “Bizim üniversite içinde ticaretimize izin vermezseniz biz de sizi en hassas noktadan vurarak size zarar veririz; gelin bir şekilde uzlaşalım.” demektedirler. Evet! Üniversite içindeki özel hoca muayenehanelerine izin verilirse bütün bu karşı çıkışlar hemen sönecektir. TTB ve onu destekleyen hekim grupları da çıkıp “Cumhuriyet devriminin kazanımlarını” koruduk diyerek övüneceklerdir.
Üniversite hastanelerinin bilimsel araştırmaları meselesi: Türkiye’de üniversite reformu her ne kadar tüccar ve tercüman hocaları ortadan kaldırmak amacı ile yapılmış ise de; bu kesim kısa sürede kontrolü hemen ele geçirmiştir. Üniversiteler tüccar ve tercüman hocaların bir çiftliği haline dönüştürülmüştür. Üniversitelerde hiçbir bilimsel araştırma yapılmamaktadır. Tıp fakültelerinde aksine dogmatik, bilimsel kuşku ve merakı olmayan sözde bilim adamları üretilmektedir. Gerçekleri görmekten ve işitmekten korkan bu sözde bilim adamları Yalçın KÜÇÜK’ün vurguladığı gibi öğrencisinden daha geridedirler. üyeleridir. Şöyle veya böyle biraz yabancı dil bilmek bilim adamı olmanın bir gereği gibi gösterilerek mecbur kılınmıştır. Tercüman öğretim üyesi ve asistanlar tartışmasız taptıkları ve aleyhte konuşulmasına izin vermedikleri tıp kartelinin sağlık sistemine uygun yayın ve kitapları tercüme etmeyi bilim üretmek zannetmektedirler. Bilimsel faaliyet olarak yaptıkları diğer yayınlar da kullandıkları ilaç, malzeme ve yöntemleri bildiren bir nevi faaliyet raporlarıdır. Diğer bir sözde bilimse çalışma şekli de, kartelin ürünlerini kullandıkları oranda, bu tür bildirileri sundukları ve dinledikleri ve masrafları kartel tarafından karşılanan, fakat özünde turistik bir faaliyet olan ülke içindeki tıp kongrelere ve kurslara katılmalarıdır.
Üniversite hocalarının bilim ve bilimsel çalışmaya karşı ne kadar duyarsız olduklarının tipik bir örneği de önce sağlık reformu ve daha sonra da sağlıkta dönüşüm olarak gündeme gelen projeler konusunda hiçbir çalışma ve yayın yapmamalarıdır.
Üniversitelerden bu projeye destek veren bazı hocalar projeye destek veren kuruluşlardan ve AB’den aldıkları fonlarla proje için eğitim çalışmalarına katılmış ve kamu oyu yaratmaya yarayan bazı yayınlar yapmışlardır.
Tıp karteli sürekli olarak sağlık hizmetlerinin ölçücü olarak bebek ölüm oranını gündeme getirmektedir. Keza kızamık sayısında azalma da başka bir ölçüdür. İnsanlarda uygulanan sağlık hizmeti sadece doğum ve kızamık aşısından ibaret değildir. Bu nedenle sağlık hizmetlerinin mukayesesinde bebek ölüm oranları ve kızamık oranından bahsetmek tek başına yeterli değildir.
Sağlık sistemlerini incelerken ve mukayese ederken temel ölçüler şunlar olmalıdır:
-Doğumlarda sezaryen oranı (sezaryen oranları dünya rekoru kırmaktadır)
-Yeni doğanlarda prematür doğum oranı ve yoğun bakım tedavisi gören yeni doğan oranı (neredeyse her yeni doğan bir yoğun bakım tedavisi görmektedir)
-Hasta sayısında azalama ve artma (ameliyat sayıları ve tedavi edilen hastalık sayılarında artış= doğrudan gereksiz olarak yapılan ameliyat oranını gösterecektir)
-Kartelin ürettiği ilaç, tıbbi malzeme, cihaz ve sarf malzemesi için bu şirketlere ödenen para
-Kişilerin yıllık hastaneye başvuru sayısında artış oranı
-Kişilerin günlük kullandıkları ilaç oranında artış
-İlaç ve tıbbi malzeme kullanımındaki artış
-Gereksiz ameliyatlar, tedaviler, ilaçlar ve kullanılan malzemelere bağlık iatrojenik ölümler, yaralanmalar ve sakatlanmalar
-Sağlıkta şebekeleşme, çeteleşme ve mafyalaşma oranı (sağlıkta yolsuzluk olayları)
-Kişilerden toplanan sigorta primlerindeki artış ve bunun gelirlere oranı; kişilerin kendi keselerinden yaptıkları sağlık harcamalarındaki artış oranı
-Bir hastalığa bağlı olsun olmasın, ölümden önce yoğun bakım tedavisi gören kişi oranı ve süresi ( sırf hastane gelirlerini arttırmak için ölüler bile uzun süre yoğun bakımda tutulmaktadır)
Vb. vb.
Modern tıp veya tıp kartelinin uyguladığı sağlık sistemi bütün toplumu hasta ve sakat bırakmayı hedefleyen bir sistemdir!
Türkiye’de uygulanan sağlık sisteminde sadece özel hastanelerde değil, bütün hastanelerde beyana ve faturaya göre ödeme yapılmaktadır. Bu sağlık sisteminde bir nevi “hayali ihracat” sistemidir. Hastaneler bu şekilde gereksiz olarak yaptıklarının yanında, yapmadıkları girişimleri, tetkikleri, kullanmadıkları ilaçları, malzemeleri, yatışları ve akla gelebilen her kalemi sanal veya hayali olarak abartabilmekte ve bu şekilde kendilerine almaları gerekenin çok üzerinde bir para hortumlanmaktadır. Her türlü sağlık harcamasının teşvik edildiği, her türlü abartma ve hayali faturalamaya imkân tanıyan bu sistem hekim ve diğer sağlık çalışanlarının ahlakını ve kimyasını bozmuştur. Sağlık piyasası bir nevi yolsuzluk, mafyalaşma ve çeteleşme piyasası haline dönüşmüştür.
Ne TTB ve hekimler ne de üniversitelerin bu konularda bir araştırması yoktur. Bu çevreler bu gibi haberleri de görmezden gelmekte ve kendilerinin egemen olduğu yayın organlarında bu tür haber ve yorumlara yer vermemektedirler. 13 Mart Eylemini sürekli olarak destekleyen ve İstanbul Tabip Odası tarafından kendisine ödül verilen Ulusal Kanal isimli TV kanalında bu tür yolsuzluk ve çeteleşme haberleri yer almamaktadır. Ulusal Kanal, Sağlıkta Dönüşüm ile bir özelleştirme ve bir pazarlanma ağı oluşturulmasını ısrarla görmezden gelmektedir. Bu kanalın Sağlık programlarında kartel tıbbının reklamı yapılmakta, ürün ve malları pazarlanmaktadır.
Sosyalist Küba’nın kendi içinde uyguladığı veya uygulamak zorunda kaldığı bir sağlık sistemi vardır. Küba’da bazı sağlık göstergeleri kötü olsaydı bile, bu sistem kartelin tıp sistemine göre, insanlara zarar verme ve hasta sayısını arttırmayı hedeflememesi nedeniyle daha üstün olacaktı… Fakat Küba’nın Tıp kartelinin tüm dünyada uygulamaya çalıştığı gibi bir sağlık siyaseti yoktur. ABD ve batı ülkelerinde uygulanan tıp kartelinin sağlık sistemini eleştirmemekte, bilmemektedir. Bu konuda ideolojik bir eleştiri ve saldırısı söz konusu değildir. ABD ve Avrupa ülkelerinde kartelin sağlık sistemin yerden yere vuran, eleştiren birçok yazar mevcuttur. Bu tür yazar ve hekimler Küba tarafından desteklenmekte ve kendilerinden ve görüşlerinden bahsedilmemektedir. Keşke Küba’nın evrensel bir sağlık sistemi seçeneği olsaydı.
Bildirinizde Che’ye atfedilen, “tek tek hastaları iyileştirmenin yeterli olamayacağını”, “ hastalık etkenlerinin ortadan kaldırıldığı, sağlıklı bedenleri olan bir toplum yaratabilme” konusundaki görüşler şüphesiz doğrudur. Hatta daha da ileri giderek şu da söylenebilir: toplumu hasta etmeyi ve hatta bir soykırımı amaçlayan kartel tıbbı dışındaki bütün sağlık sistemleri ondan daha üstündür. Çünkü diğer sistemler hiç olmazsa “önce zarar verme” ilkesini uygulamaktadır. Kapitalist sağlık sistemi çevreyi de bozmakta ve hastalık üreten bir yapı oluşturmaktadır.
Bütün bunlara rağmen Küba’da uygulanan sağlık sisteminin de eleştirilebilecek yönleri olabilir. Fakat bence en büyük eksiklik tıp karteline karşı bütün dünyada ideolojik bir saldırıda bulunmaması ve dünya için özgün ve evrensel sağlık sistemi için bir model oluşturmaya çalışmamasıdır.
Tıp kartelinin bütün dünyada sürdürdüğü küreselleşme sömürgeleştirmesinin tıptaki uygulamasının adı “sağlıkta dönüşüm” programlarıdır. Programın özü sağlık sistemini tıp karteline (big pharma) bağlı bir pazarlama ağına dönüştürmektir. Küba’da bu yönde yapılmış bir yayın veya çalışma varmıdır? Bu projeye karşı Küba’nın siyaseti nedir. Bunları bilmek ve görmek isteriz.
Türkiye’de sağlık sisteminin eleştirilebilecek tek yönü performans uygulaması değildir. Performans sisteminin gaz verdiği ve teşvik ettiği kanlı, kirli ve iğrenç bir sağlık sistemi vardır. 13 Mart Eylemi görünüşte “performans” sistemin eleştirmek için yapılıyor gibi pazarlansa da hekim kitlesinin ezici bir çoğunluğunun bu sisteme karşı olmadığını hepimiz biliyoruz. Karşı çıkılan hususun performans sistemi değil, üniversite hastaneleri içindeki hoca muayenehanelerinin kapatılması ve onlar için kurulmuş olan farklı bir sağlık ticaretinin yasaklanmasıdır. Hoca muayenehanelerinin ne bilime ne de topluma faydası vardır.
Hangi niyetle olursa olsun performans sistemine karşı olan çevreler sistemin insanlık dışı ve topluma zarar veren yönlerini de eleştirmek ve bütünü ile bu sisteme karşı olmaları gerekir.
Sağlıkla ilgili konuları tartışırken basmakalıp üsluplar bir yana bırakılmalıdır. gerçeklerin üzeri örtülmemeli ve idarei maslahatçılıktan kaçınılmalıdır.
Sağlıkta Dönüşüm’e karşı gibi görünerek mevcut sistem desteklenmemelidir.
Böyle bir destek suça ortak olmaktır. Bunun ABD’nin Irakı, Afganistanı işgalini desteklemesinden veya Stalinin, Hitlerle saldırmazlık paktı imzalayıp kendisini desteklemesinden bir farkı yoktur. Fark, farkı görebilen için anlamlıdır.
22.3.2011 Dr. Uğur YILMAZ
http://kubadostluk.org/cms/
DOKTOR CHE'NIN YOLUNDAYIZ - José Martí Küba dostluk derneğinin bildirisi
Basına ve kamuoyuna,
13 Mart Pazar günü, Ankara’da sağlık emekçilerinin gerçekleştirdiği “Çok Ses, Tek Yürek” mitinginde açılan “Doktor Che’nin yolundayız” yazılı dövize Sağlık Bakanı Recep Akdağ “Birtakım örgütler Dr. Che Guevara'nın izinde olabilir, ama biz onun izinde değiliz” yorumu getirmiştir. Türkiye’deki sağlık sisteminin durumu göz önüne alındığında, Dr. Che Guevara’nın temsil ettiği tıp anlayışının izinde olunmadığı elbette aşikardır:
Dr. Che’nin kuruluşuna öncülük ettiği Küba’da tüm nüfusun ücretsiz ve eşit sağlık hizmeti alma hakkı anayasal güvence altındadır. Devlet bütçesinin %12’sinin sağlık harcamalarına ayrılmasının yanı sıra halkın temel gıdaları ve çocukların süt ihtiyacı devlet tarafından ücretsiz dağıtılır. Oysa ülkemizde uygulanan Sağlıkta Dönüşüm Projesiyle özel hastanelerin SGK’dan aldıkları pay %31’e yükselmiş, sağlık sistemi insan değil, kâr odaklı bir hale getirilmiştir. Önce eğitim araştırma hastanelerinde sonra da üniversite hastanelerinde uygulanmaya çalışılan performansa dayalı ücretlendirme ile hastaneler birer ticarethaneye dönüştürülmüş, bilimsel araştırmaların önü kapatılmış ve çalışma huzuru tamamen bozulmuştur. Son yıllarda ülkemizde sağlık harcamaları dört kat arttığı halde Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre Türkiye, bebek ölüm hızında ancak dünya 97ncisi, 5 yaş altı ölüm hızındaysa dünya 96ncısıdır. Oysa Dr. Che’nin ülkesi Küba, bebek ölüm hızı oranlarının düşüklüğü ve kişi başına düşen hekim sayısının yüksekliği ile tüm dünyaya örnek teşkil eden bir gelişkinliğe sahiptir. Dr. Che’nin ülkesi Küba ilaç ve aşılarını kendisi üretmekte iken ülkemizdeki aşı enstitüleri kapatılmış, böylece Türkiye, aşı ve ilaçta tamamen dışa bağımlı hale gelmiştir.
Bakan’ın “Sağlık sistemiyle bir ilgisi olamaz” dediği Che Guevara; doktor olarak yaptığı Latin Amerika yolculuğu sırasında halkların yoksulluğuna ve parasızlık nedeniyle tedavi olmayan hastalara tanık olduktan sonra, tek tek hastaları iyileştirmenin yeterli olamayacağını anlamış, hastalık etkenlerinin ortadan kaldırıldığı, sağlıklı bedenleri olan bir toplum yaratabilmenin peşine düşmüştür. Sosyalist Küba ve başarılı sağlık sisteminde, işte bu akıl etkilidir.
Eşitlik isteyen herkesi karalayan yazılarıyla ünlü Sabah gazetesi yazarı Emre Aköz’ün, mitingin ardından yayınladığı “Kahramanın Dr. Che bir katildi yavrum” başlıklı yazısı ise Che’nin insancıl bakış açısının, çirkince çarpıtılmasından başka bir anlam taşımamaktadır.
Devrim sonrasında ilk amaçlarının kimsenin aç kalmaması, daha sonra günde üç öğün yiyebilmesi ve ardından herkesin sağlıklı uygun koşullarda yaşayabilmesi olduğunu açıklayan Che, Bolivya’ya gitmeden önce çocuklarına yazdığı mektupta “Dünyanın herhangi bir yerinde işlenen her türlü haksızlığı yüreğinizde hissedin” diye yazmıştır. Bugün iyi hekim olmanın önkoşulu iyi bir insan olmaktır ve Che sadece, Hipokrat yemini eden, mesleki onuruna ve halkın sağlık hakkına sahip çıkan her doktorun örnek alabileceği bir kişi değil, çocuklarımızın da onun gibi olmasını istediğimiz bir kişidir. Çünkü Dr. Che adil, eşitlikçi ve dayanışmacı bir dünyanın var olduğuna ilişkin zorunlu bir düşüncenin sembolüdür.
Saygılarımızla,
José Martí Küba Dostluk Derneği
Çok ameliyat daha çok para
BİLİM - SAĞLIK
30 Ocak 2011
Çok ameliyat daha çok para
Selma Bıyıklı - Üniversite hastanelerinde ''hoca farkı'' olarak bilinen, öğretim üyelerine muayene ücreti ödenmesi dönemi yarından itibaren sona eriyor.
Tam Gün Yasası'nın yarın yürürlüğe girecek hükmüyle, üniversite hastanelerinde de Sağlık Bakanlığı hastanelerinde uzun bir süredir uygulanan performans sistemine geçilecek.
Performans sistemiyle tıp fakültelerindeki öğretim üyeleri de yaptıkları muayene, ameliyat ve diğer işlemlerin yanı sıra yürüttükleri eğitim-araştırma faaliyetleri için ek ücret alacak. Performans uygulaması, sadece tıp fakülteleri için değil, diğer fakülteler için de geçerli olacak. Ayrıca, tıp fakültelerindeki diğer sağlık çalışanları da bu ek ödemelerden yararlanacak. YÖK, üniversitelerdeki performans sisteminin ana hatlarını bir yönetmelik ile düzenleyecek.
-BAZI ÜNİVERSİTE HASTANELERİNDE BİR SÜREDİR UYGULANIYOR-
Öte yandan, performansa dayalı ek ödeme sistemi yasal zorunluluk olmamasına rağmen bir süredir bazı tıp fakültelerinde uygulanıyor.
Bu fakültelerde uygulamanın başlamasıyla herhangi bir sıkıntı yaşanmasının beklenmediği, ancak uygulamaya yeni geçecek yükseköğretim kurumları için 6 aylık bir geçiş süreci tanınacağı bildirildi.
Uygulamaya hemen geçemeyen bu kurumlarda ek ödemelerin avans olarak verileceği, sisteme geçilmesinin ardından da mahsuplaşmaya gidileceği belirtildi.
Performans ödemelerinde esas alınacak katsayılar için YÖK'ün düzenlemesinde belirli aralıklar olacağı, üniversite yönetimlerin buna göre bir sistem belirleyeceği kaydedildi.
-AKDAĞ, YENİ BİR DÜZENLEME İÇİN SİNYAL VERMİŞTİ-
Bu arada, Sağlık Bakanı Recep Akdağ, kısa bir süre önce katıldığı bir toplantıda, üniversitelerdeki hoca farkının kalkmasının tıp fakültelerinin gelirlerini etkileyeceğini belirterek, üniversitelere aktarılan parasal kaynağın artırılması için bir takım tedbirler alınacağını açıklamıştı.
A.A.
http://www.gercekgundem.com/print.php?type=news&p=347687
YORUM
sadece çok ameliyat çok para değil
30 Ocak 2011 18:10
Sağlıkta Dönüşüm projesi tam olarak algılanamadı. Dönüşümle sağlık sistemi tamamen özelleştirilerek uluslararası tıp kartelinin ihtiyacına göre yeniden düzenlendi. Bu sistemde bütün hastaneler hastane gelirlerini arttırdığı oranda hekimlere kâr payı dağıtmaktadırlar. Bu sistemin bir tek amacı var sağlık harcamalarının durmadan artması ve vatandaşın sağlık için daha fazla harcama yapmasıdır. Devlet ve üniversite hastaneleri de ticari bir işletmedir. Üniversite hastanelerinin bilimsel araştırma diye yaptıkları yayınlar aslında bir faaliyet raporudur. Kartelin şu ilacını şu kadar hastada kullandım, şu ameliyatta filanca malzemeyi şu kadar kullandım, sonuçları şudur, budur gibi. Yani üniversite dediğimiz yerler sağlık ticaretinin komisyonunun biraz daha fazla olduğu yerlerdir. Önceleri hocaların özel hastaneleri gibi çalışıyordu. Hocalara para vermeden bir şey yaptırmak mümkün değildi. Her iki sistemde de hekimler gelirlerini ancak gereksiz ve lüzumsuz muayene ve tedavilerle arttırabilmektedirler. Performans sistemi hekimler arasında gereksiz işlemleri yapma ve daha fazla para kazanma konusunda bir yarışa itmektedir. Ayrıca yapılan tedavi ve girişimlerde komplikasyon ne kadar fazla olursa gelirleri de o oranda artmaktadır. Bu süreçte her ne kadar hekimler ve hastaneler kazanıyor gibi görünse de esas satılan ürün ilaç, tıbbi malzeme, cihaz ve sarf malzemesidir. Ticaret bu ürünlerin satılması için yapılmaktadır. Bilmeyen bu sistemi yeni bir uygulama sanıyor. Bunlara günaydın demek lazım. Sağlık sistemindeki sözde mücadelelerde kimse (her türlü siyasi parti, sendika, tabip, eczacı ve diş hekimi odaları vb dahil) bu sisteme karşı çıkmamaktadır. Ticari olmayan bir sağlık sistemini savunan ve sağlıkta özelleştirmeye karşı çıkan bir siyasi parti, sendika ve oda yoktur. Açıkçası hocaların ve hekimlerin aldıkları para kirli ve kanlı bir paradır. Alayı sağlıkta dönüşümden yanadır. Sisteme karşı çıkması beklenen halk da tomografi, anjiografi, PET gibi tetkiklerin tam kan sayımı gibi yaygın olarak yapılmasına aldanarak çok ileri bir sağlık sisteminin uygulandığını sanmakta ve sistemin müşterisi olmakta yarışmaktadır.
30 Ocak 2011
Çok ameliyat daha çok para
Selma Bıyıklı - Üniversite hastanelerinde ''hoca farkı'' olarak bilinen, öğretim üyelerine muayene ücreti ödenmesi dönemi yarından itibaren sona eriyor.
Tam Gün Yasası'nın yarın yürürlüğe girecek hükmüyle, üniversite hastanelerinde de Sağlık Bakanlığı hastanelerinde uzun bir süredir uygulanan performans sistemine geçilecek.
Performans sistemiyle tıp fakültelerindeki öğretim üyeleri de yaptıkları muayene, ameliyat ve diğer işlemlerin yanı sıra yürüttükleri eğitim-araştırma faaliyetleri için ek ücret alacak. Performans uygulaması, sadece tıp fakülteleri için değil, diğer fakülteler için de geçerli olacak. Ayrıca, tıp fakültelerindeki diğer sağlık çalışanları da bu ek ödemelerden yararlanacak. YÖK, üniversitelerdeki performans sisteminin ana hatlarını bir yönetmelik ile düzenleyecek.
-BAZI ÜNİVERSİTE HASTANELERİNDE BİR SÜREDİR UYGULANIYOR-
Öte yandan, performansa dayalı ek ödeme sistemi yasal zorunluluk olmamasına rağmen bir süredir bazı tıp fakültelerinde uygulanıyor.
Bu fakültelerde uygulamanın başlamasıyla herhangi bir sıkıntı yaşanmasının beklenmediği, ancak uygulamaya yeni geçecek yükseköğretim kurumları için 6 aylık bir geçiş süreci tanınacağı bildirildi.
Uygulamaya hemen geçemeyen bu kurumlarda ek ödemelerin avans olarak verileceği, sisteme geçilmesinin ardından da mahsuplaşmaya gidileceği belirtildi.
Performans ödemelerinde esas alınacak katsayılar için YÖK'ün düzenlemesinde belirli aralıklar olacağı, üniversite yönetimlerin buna göre bir sistem belirleyeceği kaydedildi.
-AKDAĞ, YENİ BİR DÜZENLEME İÇİN SİNYAL VERMİŞTİ-
Bu arada, Sağlık Bakanı Recep Akdağ, kısa bir süre önce katıldığı bir toplantıda, üniversitelerdeki hoca farkının kalkmasının tıp fakültelerinin gelirlerini etkileyeceğini belirterek, üniversitelere aktarılan parasal kaynağın artırılması için bir takım tedbirler alınacağını açıklamıştı.
A.A.
http://www.gercekgundem.com/print.php?type=news&p=347687
YORUM
sadece çok ameliyat çok para değil
30 Ocak 2011 18:10
Sağlıkta Dönüşüm projesi tam olarak algılanamadı. Dönüşümle sağlık sistemi tamamen özelleştirilerek uluslararası tıp kartelinin ihtiyacına göre yeniden düzenlendi. Bu sistemde bütün hastaneler hastane gelirlerini arttırdığı oranda hekimlere kâr payı dağıtmaktadırlar. Bu sistemin bir tek amacı var sağlık harcamalarının durmadan artması ve vatandaşın sağlık için daha fazla harcama yapmasıdır. Devlet ve üniversite hastaneleri de ticari bir işletmedir. Üniversite hastanelerinin bilimsel araştırma diye yaptıkları yayınlar aslında bir faaliyet raporudur. Kartelin şu ilacını şu kadar hastada kullandım, şu ameliyatta filanca malzemeyi şu kadar kullandım, sonuçları şudur, budur gibi. Yani üniversite dediğimiz yerler sağlık ticaretinin komisyonunun biraz daha fazla olduğu yerlerdir. Önceleri hocaların özel hastaneleri gibi çalışıyordu. Hocalara para vermeden bir şey yaptırmak mümkün değildi. Her iki sistemde de hekimler gelirlerini ancak gereksiz ve lüzumsuz muayene ve tedavilerle arttırabilmektedirler. Performans sistemi hekimler arasında gereksiz işlemleri yapma ve daha fazla para kazanma konusunda bir yarışa itmektedir. Ayrıca yapılan tedavi ve girişimlerde komplikasyon ne kadar fazla olursa gelirleri de o oranda artmaktadır. Bu süreçte her ne kadar hekimler ve hastaneler kazanıyor gibi görünse de esas satılan ürün ilaç, tıbbi malzeme, cihaz ve sarf malzemesidir. Ticaret bu ürünlerin satılması için yapılmaktadır. Bilmeyen bu sistemi yeni bir uygulama sanıyor. Bunlara günaydın demek lazım. Sağlık sistemindeki sözde mücadelelerde kimse (her türlü siyasi parti, sendika, tabip, eczacı ve diş hekimi odaları vb dahil) bu sisteme karşı çıkmamaktadır. Ticari olmayan bir sağlık sistemini savunan ve sağlıkta özelleştirmeye karşı çıkan bir siyasi parti, sendika ve oda yoktur. Açıkçası hocaların ve hekimlerin aldıkları para kirli ve kanlı bir paradır. Alayı sağlıkta dönüşümden yanadır. Sisteme karşı çıkması beklenen halk da tomografi, anjiografi, PET gibi tetkiklerin tam kan sayımı gibi yaygın olarak yapılmasına aldanarak çok ileri bir sağlık sisteminin uygulandığını sanmakta ve sistemin müşterisi olmakta yarışmaktadır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
GATS ANLAŞMASI KAPSAMINDA BULUNAN HİZMET SEKTÖRLERİNİN SINIFLANDIRILMIŞ LİSTESİ
GATS ANLAŞMASI KAPSAMINDA BULUNAN HİZMET SEKTÖRLERİNİN SINIFLANDIRILMIŞ LİSTESİ Çeviri: Selim Yılmaz Aşağıdaki sınıflandırma 1994...
-
GATS ANLAŞMASI KAPSAMINDA BULUNAN HİZMET SEKTÖRLERİNİN SINIFLANDIRILMIŞ LİSTESİ Çeviri: Selim Yılmaz Aşağıdaki sınıflandırma 1994...
-
SAĞLIK HİZMETLERİNDE VERİMLİLİK ANLAYIŞI VE BUNUN SAĞLIK SİSTEMİNDEKİ SONUÇLARI 1. GİRİŞ Verimlik, bir üretim ya da hizmet sisteminin üret...
-
mai ve küreselleşme karşıtı çalışma grubu Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) Hizmet Ticareti Genel Anlaşması (GATS) TÜRKİYE VE GATS T.C. Hazine Mü...