Rasim Öztekin'in hastanelerde gereksiz MR çektirilmesini eleştirdiği bir video. Gırgır gibi görünmekle birlikte tamamen gerçektir.


KOVİD-19 SALGINI ÖZEL HASTANELER İÇİN NASIL BİR FIRSATA DÖNÜŞTÜRÜLDÜ?

KOVİD-19 SALGINI ÖZEL HASTANELER İÇİN NASIL BİR FIRSATA DÖNÜŞTÜRÜLDÜ?

     Sağlık Bakanlığı  20/03/2020 tarihinde bir genelge yayınlayarak sanki koronovirüs hastaları daha önce SGK ile sözleşmeli özel ve resmi sağlık kuruluşlarına (SHS) sanki başvuramazmış gibi Devlet ve Vakıf Üniversitesi hastaneleri ile tüm özel sağlık kuruluşlarını “pandemi hastanesi” olarak ilan etmiştir. 
     4 Nisan 2020 tarihinde SGK da “pandemi” ile ilgili yeni bir tebliğ yayınlamıştır. https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2020/04/20200404-18.pdf
    Bu tebliğ ile Pandemi hastanelerinde koronavirüs tedavisinde kullanılan tüm işlemler SGK geri ödeme kapsamına alındığı belirtilmiştir.
       Üniversite ve Özel SHS’na giden herkes her seferinde ve her işlem için vezneye gidip para yatırmadan hiçbir işlem yaptıramaz ve herhangi bir hekimle dahi görüşemez. Pandemi de olsa bu durumu bilen vatandaşların çoğu özel SHS’na gitmekten çekinmeye başlamıştır. Vatandaş buralara gittiğinde başına nelerin geleceğini bilmektedir.
     Her iki genelge, sanki bu genelgeler yayınlanmadan önce özel ve üniversite hastanelerinin kovid-19 hastalarına bakmaları yasakmış ve hastalar bu hastanelere başvuramazmış gibi “bilinen durumu” tekrarlamışlardır.
Sağlıkta dönüşüm ile Sağlık Bakanlığı sağlık hizmeti veren bir kuruluş olmaktan çıkarılmıştır. Bu bakanlık kendi kafasına göre ve bağımsız olarak sağlık hizmeti veremez.  Dönüşümün diğer bir özelliği sağlık piyasasının ve hastanelerin özelleştirilmesi ve özel gibi görünmeyen Üniversite ve Devlet Hastanelerinin de kâr amacı ile çalışan, hekimlere ve üst bürokratlara kâr payı dağıtan vergi numarası olan bir ticari işletme haline getirilmesidir. Bu hastaneler özel hastaneler gibi SGK sistemi içinde çalışır, SGK Sağlık Uygulama Tebliğinde yer alan sağlık hizmetlerini, ilaç, tıbbi malzeme ve ürünleri serbestçe kullanırlar. Bakanlığın hekim çalışması üzerinde kısıtlayıcı ve kontrol edici bir iradesi yoktur. Bu hastaneler mülkiyeti devlette işletmesi Dünya Bankası’nın belirlediği sağlık piyasasına göre hizmet veren ve bu hizmeti düzenleyen SGK’dadır. SGK kendisi ile sözleşme imzalayan bütün SHS’nın maddi çıkarlarını koruyan ve bu kuruluşlara haksız kazanç sağlayan bir kuruluştur. Dünya Bankası tarafından kurgulanan SGK sistemi aslında Tıp Kartelinin çıkarları için düzenlenmiş bir sağlık piyasası oluşturmaktadır.  
     2018 Yılı SGK Özel sağlık Hizmet Sözleşmesi’nin ÖSHS’nin 7.1.  Müracaat ve Kimlik Tespiti İşlemleri ile ilgili 7.1.1. maddesinde “SHS, doğrudan veya sevk edilmek suretiyle başvuran hastayı SUT’ta yer alan müracaata ve kimlik tespiti işlemlerine ilişkin düzenlemeler ile, Kurum mevzuatı doğrultusunda kabul etmek zorundadır. Kabul edilmeyen hastaya kabul edilmeme gerekçesi SHS yetkilisinin imzasıyla yazılı olarak bildirilmek zorundadır.” Demektedir. BU GENELGELERDEN ÖNCE DE KOVİD-19 HASTALARI SGK SÖZLEŞMELİ BÜTÜN HASTANELERE ZATEN GİDEBİLMEKTEDİR. Özel SHS’nın hasta kabul edilmeme gerekçesi acil ve yoğun bakım hastaları dışında hastanın ilave ücret ödemeyi reddetmesidir. Ki bu ücret SGK geri ödemesinin iki katıdır. Bu SGK’nın sağlık hizmetinin bedelinin 1/3’ünü karşıladığını gösterir.
    2018 Yılı SGK Özel sağlık Hizmet Sözleşmesi’nin 7.2.2. maddesinde; SHS, hizmetin kalitesi ya da hizmetlerin erişilebilirliği açısından hiçbir hastaya karşı ayrımcılık yapamaz. 8.1.1. maddesinde; SHS, doğrudan veya sevk edilmek suretiyle başvuran hastayı Kurum mevzuatına uygun olarak kabul etmek zorundadır. Denilmektedir. Yani hasta başvuran hastaları reddetme hakkına sahip değildir.
Yoğun bakım ve mekanik ventilasyon gerektiren Kovid-19 hastaları  SGK’lı değilse veya SGK ile sözleşmeli bir SHS’na başvurursa ne olur?: Hiçbir şey olmaz. SGK sözleşmesi olsun olmasın bütün SHS’ları bu hastaları kabul etmek zorundadır. En azından kâğıt üzerinde…
      SUT’nin  4.3. maddesi  ve başbakanlığın  2008/13 ve 2010/16 genelgeleri uyarınca Başbakanlığın 2008/13 ve 2010/16 sayılı genelgeleri acil başvuru ve yoğun bakım hizmetleri ile ilgilidir.  2008/13 sayılı genelgenin 1 maddesine göre “Acil sağlık hizmeti vermekle yükümlü bulunan sağlık kuruluşları, acil vakaları hastanın sağlık güvencesi olup olmadığına veya ödeme gücü bulunup bulunmadığına bakmaksızın kabul edecek ve gerekli tıbbi müdahaleyi kayıtsız-şartsız ve gecikmeksizin yapacaktır.” Denilmektedir. 7. Maddede: “Acil olarak sağlık kuruluşuna müracaat eden hastaların acil tıbbi müdahale ve tedavileri yapılırken hiçbir surette tedavi masraflarının nasıl karşılanacağı sorgulanmayacaktır.”  9. maddesinde de: “Herhangi bir sağlık güvencesi olmayan vatandaşlarımızdan ödeme gücü bulunmayanların acil sağlık hizmeti bedelleri kendilerinden talep edilmeyecektir.”
     Bu genelgelerden anlaşılacağı üzere Türkiye’de mevcut olan bütün SHS özellikle yoğun bakım tedavisi ve mekanik solunum desteği gerektiren bütün hastaları kabul etmek ve tedavi etmek zorundadır.
     Durum böyle olduğu halde Sağlık Bakanlığı ve Çalışma Bakanlığı’nın açıklamaları ne anlama gelmektedir?
  • Bütün özel hastanelerin ve yoğun bakım servislerinin covid-19 hastalarına açılması ve pandemi hastanesi olarak görevlendirilmeleri özel hastanelerin haksız kazanç ve kâr amaçlarına uygun bir uygulamadır. Bu genelge soyulma korkusu olan vatandaşları özel hastanelere gitmeleri için cesaretlendirme amacı taşımaktadır. Hastaneler daha önce gidebildiği gibi bu genelgeler olmasa da istediği zaman zaten gidebilecektir.   Bunu tekrar açıklamanın da bir zararı yok.
        4 Nisan 2020 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan SUT değişikliklerine bakalım:



  • SUT’ne 510 021 kodlu bir pandemi bakım hizmeti kodu eklenmiştir. Bu hizmeti alacak olan kişilerde  “pandemi olup olmadığına bakılmaksızın” açıklaması yapılmıştır. Bu ne anlama gelir: Özel SHS önüne gelen hastayı korona pandemisi hastası diyerek yatırabilir.  Bu, genellikle hiçbir tedavi yapmadığı ve tedavi ihtiyacı olmayan kişiler için SGK hastaneye günde 646.00 TL ödeyecek demektir.(1124.35x0.532 (598.1542)+(% 8KDV)=646.00 TL)

    • Bu arada 704 942 kodu ile immün plazma tedarik ve uygulama kodu ile de 781,615 +62.52 TL KDV dahil=844,14 TL ödeme imkanı verilmiş olacaktır.   Pandemi bakım hizmetleri ile birlikte ödenebilecek tutar: 1490.35 TL
    • WHO'nun 44 bin hastaya dayandırdığı araştırma verilere göre virüsün bulaştığı kişilerin:

    %81'i hafif atlatıyor
    %14'ü ciddi geçiriyor
    %5'i ağır hastalanıyor.
    • % 5’inde yoğun bakım tedavisi gerektiriyor. Ancak kritik seviyede olan hastalarda oksijen desteği, CPAP, BPAP ve mekanik ventilasyon gerekebilir.    ww.bbc.com/turkce/haberler-dunya-51177538  ve
    • Bu bilgileri SGK’nın sağlık hizmeti satın alım ve ödeme sistemi açısından incelediğimizde şunlar ortaya çıkar: SGK hizmet aldığı hastanelerden beyana göre hizmet almaktadır. SHS sunduğu veya sunduğunu göstermek istediği hizmete veya tahsil etmek istediği paraya göre hizmet evrakı düzenler ve bunu aylık dönemler halinde kurumun MEDULA sistemine yükler. Sistem bu evrak tutarının % 5’ini SHS’nın yaptığı açıklama (düzenlediği teşhis ve tedavi senaryosuna göre) sözüm ona inceler. Ciddi bir hak ediş denetimi yapılıyormuş izlenimi vermek için  % 5 evrak üzerinde sözde bir hak ediş denetimi yapılır ve neticede beyan edilen tutar SHS’na ödenir.  
    • Bu durumda özel hastaneler ne yapacaktır? Sürekli yapılan TV yayınları ile herkes kendisini bir kovid 19- hastası olarak görmekte ve kendisine mekanik ventilasyon (solunum cihazı) uygulanması gerekeceğini düşünmektedir.  Herkes kendisinde hastalık bulunup bulunmadığını öğrenmek için test yapmak ve bunun için ne gerekiyorsa ödemek istemektedir.
    • Özel SHS hiçbir hastalık şüphesi ve kliniği olmayan, tedavi ve karantina gerektirmeyen herkesi mekanik ventilasyon ve immün plazma kullanılması gereken yoğun bakım tedavisi covid-19 hastası gibi gösterip bu kişilerin her biri için günlük 1490.35 TL hizmet evrakı düzenleyebileceklerdir. Bu işten vezneye gidip 100-200 TL para yatırmadan yüzünüze bakmayan üniversite hocaları da ciddi para kazanacaklardır.
    • Korono virüs enfeksiyonunun şu an itibarı ile AŞISI yok; virüs tedavisinde etkili veya yararlı bir İLAÇ tedavisi yok. Eğer solunum sorunu olursa maske ile veya mekanik ventilatörler (daha çok mekanik ventilatör olmayan CPAP ve BPAP cihazları) ile solunum desteği yapılabilir. Evde kal siyaseti ile hasta sayısı ve kazancı azalan SHS’na bu uygulama bir can simidi olarak uzatılmıştır. SGK daha önce de yoğun bakım tedavilerini ödüyordu. Yoğun bakım diye hizmet evrakı düzenlenen kişilerin çoğu yoğun bakım gerektiren hastalar da değildi. 510 021 kodlu bir pandemi bakım hizmeti kodu eklenmiştir. Bu hizmeti alacak olan kişilerde  “pandemi olup olmadığına bakılmaksızın” açıklaması yapılmıştır. Bu ne anlama gelir: Özel SHS önüne gelen hastayı korona pandemisi hastası diyerek yatırabilecek veya yatmış ve tedavi görmüş gibi gösterebilecektir. İlaç ve tedavi yöntemi olmadığı için gerçekten mekanik ventilatör gerektiren hastaların tedavi maliyeti de sanıldığının aksine çok düşüktür.
    • Bu ne anlama geliyor:  Kendisine istediği hastayı kovid-19 hastası olarak belirleme yetkisi verilen ÖSH gerçekten kovid-19 hastası olmayan birçok kişiyi kovid-19 hastası gibi gösterebilecektir. Bu nedenle bildirilen hasta sayısı gerçekten hasta olan kişilerden fazla olacaktır. SGK tarafından bu hastalara yapılan ödeme ciddi olarak arttırıldığı için SHS’ları başka nedenle yatan ve yoğun bakım gerektiren hastaları bile kovid-19 hastası gibi gösterebileceklerdir. Bu hizmet evrakları kimse tarafından görülemeyeceği ve incelenemeyeceği için sistemi bilmeyen kişilerin bunları incelemesi ve görmesi mümkün değildir.
    • Türkiye’de uygulanan sağlık sistemini, SGK sağlık hizmeti satın alım ve geri ödeme sistemini, özel sağlık sigortalarının ne gibi işlerle uğraştığını ve neleri ödediğini bilmediği açıktır. Keza bu yazıyı yazanlar özelleştirmenin ne olduğunu, Sağlıkta Dönüşüm ile nasıl bir sistem getirildiğini;  sağlık ve sigortacılık sisteminin kamucu anlayışla (yani tıbbi mal, ürün ve hizmetlerden kâr edilmesinin amaçlanmadığı bir sistem) nasıl verileceğin bilmediği anlaşılmaktadır.
    §          Sağlık Bakanlığı tarafından bazı SHS’nın pandemi hastanesi olarak atanması ve Çalışma Bakanlığı’nın (SGK’nın) koronavirüs tedavisinde kullanılan tüm işlemleri SGK geri ödeme kapsamına alındığı belirtmesi bazı basın ve TV’lerde kamuculuk ve kamucu uygulamalar olarak da adlandırılmaktadır.  SGK sağlık hizmeti satın alım ve geri ödeme sistemini, özel SHS’larının ve sağlık sigortalarının ne gibi işlerle uğraştığını ve neleri ödediğini bilmeyen kişilerin bu  yorumları yapması  SGK merkezli sağlık sisteminin kamucu bir hizmet gibi gösterilmesi ve en azından vatandaşın aldatılması anlamına gelmektedir.   
    • SONUÇ: DTÖ’ne verilen taahhütler ve Dünya Bankası tarafından uygulanan ve sürdürülen bu proje için alınan krediler ve banka ile yapılan anlaşmalar göz önüne alındığında kamucu bir sistem oluşturmanın ne kadar zor olduğu görülecektir. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra bile kapitülasyon borçlarını ödemek zorunda kalmıştır.   Türkiye’de mevcut sisteme yani Sağlıkta Dönüşüm’e karşı olan bir siyasi hareket ve parti olmadığı, aldıkları performans komisyonları (kâr payları) gereğince sistem tarafından satın alınan sağlık çalışanları ve hekimlerin de buna karşı çıkması beklenemez.
    • Sağlık ve sigortacılık sisteminde kamuculuğu savunanların özellikle Sağlıkta Dönüşüm’ün ne olduğunu anlaması ve uygulanan sistemi ortadan kaldıracak kamucu siyasetleri geliştirmesi ve araştırması gerekir.  

    MEHMET AKKAYA'nın DSP-MHP-ANAP Hükümeti neleri satıp savurdu? (02 Nisan 2020) - yazısı üzerine




    MEHMET AKKAYA’nın- “KİT’ler yok edilirken yandaşlar ne yaptı” yazı dizisi Aydınlık’ta yayınlanan en ciddi ve güzel yazılardan birisidir. Piyasadaki siyasi partileri şu veya bu nedenle savunan kişiler bu partilerin gerçek yüzünü bu yazılarda görebilir. Dizinin 6. ‘sı DSP-MHP-ANAP Hükümetinin yaptıkları ile ilgilidir. (https://www.aydinlik.com.tr/haber/kit-ler-yok-edilirken-yandaslar-ne-yapti-1-202525)
    Mesut Yılmaz ve Bülent Ecevit’in Genel Başkanları oldukları ANAP ve DSP Hükümeti, 30 Haziran 1997-11 Ocak 1999 arasında 15 ay 11 gün iktidarda kalmıştır.  Bu yazıda aşağıda yazdığım bilgiler unutulmuş veya yer almamıştır: 1 Mayıs 1999 tarihinde Işık Kansu’nun yazısında “ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz'ın başbakan, Bülent Ecevit'in başbakan yardımcısı olduğu başkanlığında kurulan ANASOL-D koalisyonun hükümeti Uluslararası Para Fonu ile Dünya Bankası'nın istemleri doğrultusunda “SSK'nın yeniden yapılandırılması adı altında bir taslak hazırlamıştır. Özal ruhunun yaşadığı bu taslakta hastanelerin kâr etmek için çalışan bir işletmeye dönüştürülmesinin hedeflendiğini yazmıştır. (Sağlık Hizmeti Ticarileşiyor, Cumhuriyet Gazetesi, 1 Mayıs 1999)
    Mesut Yılmaz-Ecevit hükümeti bu yazıda da belirtildiği gibi Dünya Ticaret Örgütü ile hemen her alanı içine alan geniş kapsamlı bir özelleştirme taahhüt anlaşmasını imzalamıştır.   




    Mutlu Demirkan’ın haberi:  Ulus Devlete Çalım, Cumhuriyet Gazetesi, 9 Ocak 2001

    Türkiye’de AKP tarafından uygulanan Sağlıkta Dönüşüm Projesinin (Devletin ve Sağlık Bakanlığının sağlık hizmeti alanından tasfiyesi, sağlıkta özelleştirme ve tıp kartelinin ticari çıkarlarına uygun SGK temelli bir sağlık piyasası oluşturulması) temelinin bu taahhütle atıldığı açıktır. Sağlık Hizmetleri artık devlet tarafından verilmemektedir. Devlet ve Üniversite hastaneleri de özel hastaneler gibi SGK sistemi içinde kâr amacı ile çalışan, çalışanlarına kâr payı dağıtan, vergi numarası olan ticari işletmelere dönüştürülmüştür. Sağlık Bakanlığı bu sistem dışında bir uygulama yapamaz. Bu sistemde hastane binalarının mülkiyeti devlette işletme Dünya Bankası tarafından kurgulandığı şekilde SGK ‘dadır. BÜTÜN SİYASİ PARTİLER dün olduğu gibi bugün de bu siyaseti desteklemektedir. 
    Diğer taraftan İP ve devamında Vatan partisi de bu dönüşüme karşı çıkmamış ve buna karşı bir siyaset oluşturmamıştır. Aksine Aydınlık ve Ulusal kanalda yer alan yazı ve röportajlarda bu Dünya Bankası sistemi savunulmuştur.  Bu durumda Vatan Partisi için de “Sustular, seyrettiler, görmezden geldiler. Bugün de hâlâ yaptıkları gibi.” Dememizin hiçbir sakıncası yoktur..  


    HEKİMLERE KARŞI ARTAN SALDIRILARI NASIL YORUMLAMALIYIZ

    HEKİMLERE KARŞI ARTAN SALDIRILARI NASIL YORUMLAMALIYIZ Hekimlere karşı olan saldırılar son zamanlarda basın ve TV’lerin temel başlığı olmaya başlamıştır. Bu olayı mevcut siyasi ortam çerçevesinde irdelediğimizde şu noktaları saptamaktayız: Hekimlere karşı olan saldırılar daha önceleri de vardı ve halen olmaya devam etmektedir. Son zamanlarda gerçek olay sayısını bilmesek de bu olayların arttığını söylemek mümkündür. Fakat günümüzde hekim ve hasta sayısı öncesine oranla aşırı oranda artmıştır. Hekimler ve sağlık çalışanları ile hastaların teması ve ilişkileri artmıştır. BU OLAYLARDA SAĞLIK SİSTEMİNİN ETKİSİ (BİR KERE DAHA) Sağlık sisteminin özelleştirilmesi ve uluslararası tıp kartelinin ürünlerinin serbestçe pazarlanıp satıldığı bir sağlık pazarına dönüştürmesi, sistem içindeki rolleri de değiştirmiştir. Bu sistemde sağlık kuruluşları kapitalist verimlilik mantığına göre işletme verimliliğini arttıracak şekilde bir yarışa girmiştir. İşletme verimliliği birim başvuru ve işlemden en fazla gelirin elde edilmesi demektir. Bu, muayene olan, yatan, tedavi gören, ameliyat olan, ilaç yazdıran -kısaca her ne sebeple olursa olsun bu kuruluşlara başvuran hasta sayısını arttırmak ve başvuran hasta başına en fazla geliri (kârı) sağlamak demektir. Bu tabii ki sağlıkla ilgili çok önemli işler yapılıyormuş gibi gösterilerek sağlanabilir. Sağlık kuruluşlarına işletme verimliliğini arttırmaları için her türlü olanak sağlanmıştır. Dönüşüm piyasayı tanzim ederken her türlü kavramı değiştirmiştir; mesleği de bozmuş ve iğfal etmiştir. Sağlık hizmeti: Tıp literatüründe bilinen bütün teşhis, tedavi yöntemlerinin, ilaç, tıbbi malzeme ve sarf malzemelerinin bir hastalık veya gerekçe uydurularak olabildiğince fazla sayıda ve sıklıkta uygulanması ve pazarlanmasıdır. Hekim bu sistemde hastasında istediği her türlü hastalığının varsayılan olarak mevcut olduğunu kabul ederek ve buna inanmış görünerek ilaç yazabilir, tetkik isteyebilir, ameliyat yapabilir, kişilere ilaç ve malzeme kullandırabilir. Bu, O’na tanınmış bir haktır. Hekim bu tür davranışından dolayı sorgulanamaz ve eleştirilemez. Madem ki O bir hekimdir; istediği gibi düşünebilir ve istediğini yapabilir. Önünü arkasını düşünmek, kimseye hesap vermek zorunda değildir. Bu konuda Cumhurbaşkanı gibi sorumsuzdur. Hekim birçok gereksiz tetkik, tedavi ve girişimi yaparken işi kılıfına uydurarak yapmak zorundadır. Canı eğer tansiyon ilaçları yazmak istiyorsa teşhisini tansiyon; depresyon ilaçları yazacaksa depresyon, epilepsi ilacı yazacaksa epilepsi yazacaktır; canı anjiografi yapıp stent takmak istiyorsa kişi koroner kalp hastasıdır. Bu hastaya anjigrafi, stent, balon, bypass ameliyatlarından birini bir kaçını istediği sırada istediği kadar yapabilir. Hasta horluyorsa kişiye uyku apnesi sendromu teşhisi koyarak, uyku testi yapıp CPAP cihazı kullandırabilir. Gebe bir kadını doğum tehlikeli ve normal doğum zararlı diyerek sezaryene zorlayabilir; yeni doğan bebeği de hayatı tehlikede, iyi solumuyor vb. diyerek yoğun bakıma yatırıp aylarca orada tutabilir. Hekim hangi faaliyeti kendisine artı değer getiriyorsa o yöne yönlenmekte ve tercihini bu şekilde kullanmaktadır. Bu sistemde herhangi bir tetkik ve tedavinin gereksiz yere yapılması değil, usûlüne göre yapılmaması ve sistemin izin verdiği malzeme, ilaç ve metodlara uymadan yapılmasıdır. Gereksiz olarak yapılan tedavi ve girişimlerin yol açtığı sorunlardan ise sistem değil, malı pazarlayan (tetkik, tedavi ve girişimi yapan) hekim sorumlu tutulmaktadır. Kötü işleyen bu sistemin bütün kötülüğünü ve olumsuzluğunu örtmek için bütün oklar tedavi ve girişimi yapan hekim üzerine yönlendirilmektedir. Hekimler ve hekim faaliyetleri hakkında olabildiğince kuşkulu ve önyargılı olmaları için “hasta hakları” birimleri kurulmuştur. Hekimler aleyhine her türlü şikâyet, adli ve idari soruşturmalar adeta teşvik edilmiştir. Bütün sağlık piyasası vahşi kapitalizm ve vahşi kâr anlayışı ekseninde çalışırken toplumun dikkati hasta hakları, hekimlerin yanlışları ve kötü uygulamaları, hasta hekim çelişkileri üzerine yoğunlaşmaktadır. Bunun diğer bir yansıması da hekimlere olan saldırı, yaralama ve öldürme olaylarının ülke gündemindeki diğer sorunların önüne geçirilerek topluma servis edilmesidir. Hasta-hekim ve sağlık çalışanı çelişkisinin ön plana getirilerek abartılmasının diğer bir amacı da insanların tıbbi işlem ve tedavileri en yüksek fiyata yapan merkez ve kişilere yönlendirilmesidir. Bu sefer insanlar yapılan tedavi ve girişimlerin “ en garantili” ve ölüm riski en az olacak şekilde yapacak fiyatı daha yüksek hastane ve hekimlerin peşine düşmeye başlayacaklardır. Toplum bir fasit daire içinde hapsolmuş olduğundan bu tekeliyetçi sağlık sisteminin dışına çıkma şansı yoktur. Yeni sistemde hekim pazarlama elemanı veya müşteri temsilcisi, hasta da müşteri konumuna sokulmuştur. Günümüz hastası basın, TV ve her türlü iletişim yöntemi ile bu sistemin sağlık ve hastalık anlayışı konusunda eğitilmektedir. Önceden hazırlanmış bu kitle daha sonra hastanelere başvurarak hangi konularda tetkik ve tedavi istediğini hekime belirtmektedir. Tablo alacağı telefonu önceden belirlemiş bir müşterinin bir cep telefonu bayisine gitmesinden çok da farklı değildir. Telefon bayiinde çalışan görevlinin verimliliği gelen müşteriye aldatarak, bilgilendirerek ve yönlendirerek ne kadar pahalı bir telefon satabildiği ile ölçülmektedir. O da bu performansı için para kazanmaktadır. Sağlık piyasasında da durum başvuru başına kişiden ve SGK’dan alınabilecek maksimum para ile ölçülmektedir. Genellikle kalp ve kalp sorunları ilgisi bulunmayan bir göğüs ağrısında hastayı ekokardiyografi yerine anjiografi; anjiografi yerine MR anjiografi; bir kanser hastasında ultasonografi tetkiki yerine tomografi, tomografi yerine PET scan’a yönlendiren hekim en verimli çalışan bir hekimdir. Hekimlere daha fazla müşteri bulmaları ve para kazanmaları için özel ve devlete ait hastanelerde performans ücreti adı altında ayrıca komisyon verilmektedir. Hastanelerin ve hekimlerin yaptıkları işlem, tedavi ve girişimler sanal olarak beyana göre faturalanmaktadır. Bu da hastanelerin ve hekimlerin gereksiz işlemleri istedikleri kadar rahat bir şekilde yapabilmeleri ve yaptıkları bu işlem ve tedavileri daha pahalı işlem kodlarından fatura ederek daha fazla para kazanmaları imkânını vermektedir. Ayrıca özel hastanelerde hayâli olarak abartılan işlem fiyatı ne kadar fazla olursa hastadan alınabilecek fark ücreti o kadar fazla olmaktadır. (Tedavi maliyetinin yaklaşık iki katı yasal, daha fazlası da dükkan senin mantığı ile). Hastaneler bununla yetinmeyerek hasta üzerinden daha en fazla para kazanmanın yollarını bulmuşlardır. Bu da bazı tedavi, ilaç ve malzemelerin parasını hastadan tahsil etmekten geçmektedir. Hasta için hiç gerekmeyen, hastane tarafından temin edilmesi gereken birçok ilaç, malzeme ve cihaz hastaya temin ettirilmekte veya bunların bedeli medikal firmalarla işbirliği içinde çalışan hekimler vasıtası ile hastane ortamında hastalardan tahsil ettirilmektedir. Sağlıkta dönüşüm hasta sayısını bu şekilde arttırmaktadır. Kâğıt üzerinden hasta görünenlerin ortak çoğunun gerçek hasta olmamasıdır. Bunlar ya var olan önemsiz bir sağlık sorunu abartılan ya da hiç bir bulgu ve belirti olmadığı halde varsayılan olarak var olduğu kabul edilen (kalp hastalığı, kanser, kemik erimesi, genetik bozukluklar vb.) hastalıklar için yönlendirilen kişilerdir. Bir tetkik- ilaç kullanma-tetkik-girişim-tetkik kontrol fasit dairesi içinde kişilerin hastanelere başvurma sayısı akıl almayacak oranlarda arttırılmıştır. Artık kişilerin aylık ve yıllık hastaneye başvuru sayılarına bakılmakta ve bu oranın artması sağlıkta gelişmişlik olarak takdim edilmektedir. Bu insanların sağlığına daha fazla önem vermesi ve sağlık giderlerinin gelişmiş ülkeler seviyesine ulaşması olarak alkışlanmaktadır. Kısaca akla gelebilecek her türlü yöntemle gereksiz işlemler, tedavi ve girişimler olabildiğince arttırılmakta ve bu da doğal olarak sağlık kuruluşlarına başvuran hasta sayısı ve oranını arttırmaktadır. Bu girişim ve tedaviler her ne kadar gereksiz ise de zararsız değildir. Hiç yapılmaması gereken bir tetkik, girişim, tedavi ve ameliyat hastanın ölmesi ve sakat kalması ile sonuçlanabilmektedir. Gereksiz işlemler arttığı oranda iatrojenik dediğimiz tıbbi uygulamalara bağlı hastalık oranları o oranda artmaktadır. Günümüzde hastanelere başvuran gerçek hasta sayısına baktığımızda bunların çoğunun iatrojenik nedenlerle hasta ev sakat kalan kişiler olduğunu görürüz. Hasta ya daha önce yapılan bir ameliyata bağlı gelişen komplikasyon ve sorunlar için hekime gitmektedir ya da kanser tedavisinde sık görüldüğü gibi verilen bir ilacın ve tedavinin yan etkisi sonucu bağışıklık sistemi, organları bozulduğu için hekime gidip gelmektedir. İatrojenik sağlık sorunları temel sağlık sorunu ve hastalık nedeni haline gelmiştir. Bu gereksiz kişlem ve tedavilerin kesilmesi ile iatrojenik hastalıklarında hemen azalacağını söylemek mümkündür. Üstelik hastanın bu gereksiz girişimi yaptırması için aldatıldığı, yönlendirildiği ve yanıltıldığı ortamda işler tersine gittiğinde işler tersine işlemeye ve “müşteriler” diğer alışverişlerinde olduğu gibi haklarını aramaya ve ölçüyü kaçırmaya başlayabilmektedirler. Akıllı ve aklı başında bir toplumda yaşamıyoruz. Toplum her açıdan zıvanadan çıkmıştır. Ticari ve kamusal her alan belirli menfaat veya çıkar gruplarının egemenlikleri söz konusudur. Ülkede bir yandan ayrılıkçı terör örgütleri ile savaşılırken diğer taraftan bu örgütler kışkırtılmakta ve teşvik edilmektedir. Siyasi partiler neyle uğraşacağını şaşırmıştır. Gündemi belirleyememekte ve belirli bir konuda siyaset güdememektedirler. Her kesim belirli güç odaklarınca belirlenen sahte gündemlerle oyalanmakta, millet cambaza bakarken toplum istendiği şekilde yönlendirilmekte ve hazırlanmaktadır. HEKİMLERİN ROLÜ VE SORUMLULUĞU Her şeyden önce ağlayarak veya kendimizi acındırarak hiç bir sorunu çözemeyiz. Unutmamak gerekir ki sağlıkta dönüşüm için toplum desteği de hekim düşmanlığı temelinde sağlanmıştır. Tüm dönüşüm süreci hekimlerin bıçak parası alması, hastanelerde rehin kalma, hastalara gerekli (bence çoğu gereksiz) tetkiklerin ve tedavilerin yapılmaması, hastaların yatırılmaması, ameliyat edilmemesi gibi karalama ve kötülemelerle yürütülmüştür. SSK hastanelerinin devri, sağlık sisteminin özelleştirilmesi ve devlet hastanelerinin bir ticarethane haline getirilmesi sürecinin motoru budur. Günümüzde sağlık sistemi tamamen bir mafya, soyguncu, hortumcu sülük düzenine dönüşmüştür. Fark ücreti, ilave ücret, malzeme ve ilaç ücreti, haraç veya tehditle alınan paraların yanında geçmişin bıçak paraları bahşiş gibi kalmaktadır. “Bıçak parası” tam bir hipnoz söylemidir. Bu söz kişileri anında dönüşüm öncesi döneme götürmekte ve herkes olanı biteni unutmaktadır. Sistemin savunucuları sıkıştıkları her dönemde bıçak parası söylemini kınından çıkarmaktadır. Sistemin bu noktaya gelmesinde şüphesiz siyasi partiler, sendikalar ve her türlü kuruluşun olduğu kadar hekimlerin de suçu vardır. Fakat bu suç kaçınılmazdır. Çok geniş bir kitlenin süreci görmesi ve tavır alması beklenemez. Nitekim kimse sürece muhalif olmamıştır. Hekimler alacakları performans komisyonlarının hatırı için her türlü olumsuzluğu görmezden gelmiş ve sadece kazanç ve paraya odaklanmıştır. Hekimler başından bu yana sağlıkta dönüşüme karşı bir tavır koymamış ve dönüşümü -özelleştirme ve para kazanmak için- sağlık ve hastalık kavram ve imkânlarının sistematik kullanılmasını savunagelmişlerdir. Bunun hatırına kendilerine karşı kullanılan “ bıçak parası” ve “ paraya doymazlar” (İmren Aykut) gibi suçlamalara da cevap verememiş ve susmayı tercih etmişlerdir. Para ve performans için yarış, hekimi önce kendi meslektaşına karşı düşman durumuna sokmuştur. Hekimler daima diğer meslektaşlarının başına gelen olumsuzlukları onları kötülemek için kullanmayı alışkanlık haline getirmişlerdir. Bir hasta tıbbi bir hata ve ihmal olmadan ölse bile diğer hekimler bunu “ gerekli bazı tetkiklerin yapılmamasına", “ bazı ilaç ve malzemelerin kullanılmamasına” bağlamakta veya “ ben olsaydım hasta ölmezdi veya beni çağırsaydınız hastayı kurtarırdım” gibi ifadelerle hasta yakınlarını tahrik etmektedirler. Ya da hastayı neden filanca doktora veya hastaneye götürmediniz gibi ifadelerle insanların kafasını karıştırmaktadırlar. Bu ön bilgiden sonra sıra şu soruya gelmektedir: HEKİMLERİN CAN GÜVENLİĞİ NASIL SAĞLANIR VEYA HEKİMLERİN CAN GÜVENLİĞİNİ SAĞLAYAN BİR SİSTEM NE KADAR MAKBUL BULUNUR? Aslında bu cevap mesleği can güvenliği sorunu yaşayan polis, asker, güvenlik elemanı, eğlence merkezi çalışanı veya diğer işçi ve kamu görevlileri için de söz konusudur. Birinci çözüm: Can güvenliği yoksa mesleği bırakıp başka bir mesleğe başlamaktır. Bu saatten sonra bunu yapamam, ben boşuna mı dirsek çürüttüm diye düşünenler için iki yol vardır. Birinci yol, can güvenliği için gerekli önlem ve tedbirleri bizzat kişinin kendisinin almasıdır. Hekimlere bireysel mücadele yöntemlerini ve savaş sanatlarını öğrenmeleri, meslekdaşları ile organize olmalarını, bir saldırı veya tecavüz olayında bir araya gelerek aktif mücadeleye geçmeleri; gerekirse koruma ve fedai tutmaları, biber gazı, sopa vb. gibi savunma aletlerini bulundurmaları tavsiye edilebilir. Bunun yanında çatışma ve ortamı veya ihtilaflı bir durum yaratmamak için gerekli önlemlerin alınmasını veya bu gibi ortamların derhal terk edilmesi tavsiye edilebilir. Hasta ve hasta yakınlarının saldırılarını azaltmanın diğer bir yolu da daha fazla para kazanmak için hastaları tehlikeli gereksiz işlem ve girişimlere yönlendirmemek ve bu gereksiz girişim ve tedavilerle ilgili olarak onlarda aşırı bir güven ve beklenti yaratmamaktan geçmektedir. Hastanın genel durumu bozuk ve ölüm riski yüksek veya yapılacak tedavinin başarı şansı düşük ise bunu hasta ve yakınlarına anlatarak tehlikeli, mutlak olarak ölümle sonuçlanacak tedavilerden uzak durmaktan geçer. Hekim mutlaka ölümle sonuçlanacak yaşlı ve ilerlemiş akciğer kanserli hastayı ameliyat etmemelidir. Bu bir marifet ve başarı değildir. İnsanlar hekimlerin katkısı olmadan da ölebilirler. Şüphesiz böyle tehlikeli ve bıçak sırtı durumlar hastane ve hekimlerin en fazla para kazanabileceği pozisyonlardır da… Bu noktada hekim ya parayı ya da güvenliği tercih edecektir. İkinci yok hekimlerin güvenliğin devletin sağlamasıdır. Önemli bir kısmı özelleşmiş sağlık piyasasında devlet kimin can sağlığını korusun. Herkesin başına polis dikemez ki. Hekime olan saldırganları asalım deseniz, hekim örgütü ceberrut, faşist devlet diye ayağa kalkar. Sağlık siyasetleri saldırı oranını arttırmaktadır. Saldırganların kendisi sorulsa kendisini kaybettiğini, bu saldırıları onaylamadıklarını söyleyeceklerdir. Ayrıca sağlık bakanı yapılan her saldırıyı kendisine yapılan saldırı olarak gördüğünü söyleyerek hekimlerin gazını almaya çalışmıştır. Sağlık Bakanını saldırıların sorumlusu olarak göstermek yanlıştır. Hatalı yerde yoğunlaşmaktır. Bakanı eleştirecekseniz başka bir yerden eleştirmeniz gerekir. Devlet ülke genelinde terörist ve bölücü saldırılara karşı daha geniş bir vatandaş kitlesinin can ve mal emniyetini sağlayamaz iken hekimlerin can güvenliğini nasıl sağlasın? Her poliklinik ve servise bir güvenlik elemanı ve polis dikilse bunlar saldırıları önleyebilir mi? Saldırgan, arabaya binerken, yolda veya evinde de hekime saldırabilmektedir. Hekimden daha fazla sayıda asker, polis ve politikacı suikastlara kurban gitmiştir ve devlet onları da koruyamamıştır. Kısaca devletin alacağı bir önlem yoktur. Sadece hekimlerin ağlamasına zırlamasına ortak olup, “üzüntünüze katılıyoruz, şiddetle kınıyoruz, bu olayları biz de desteklemiyoruz” diyebilirler ve diyorlar. Bu kınama ve taziye mesajları kimseyi aldatmasın. Halkımız eskiden beri hekimleri sevmemekte ve onlardan nefret etmektedir. Hekim karşıtı her olay bu siyasetleri uygulayan siyasi partilere prestij getirmekte ve oylarını arttırmaktadır. Türkiye Yıldırım Aktuna gibi kapı tekmeleyerek kıran, yoğun bakımda çalışan hekime de sen tıpdan anlamazsın diyen Sağlık Bakanlarını görmüştür. Hekimler başhekim, bakan, milletvekili, belediye başkanı, parti başkanı kişilerin de saldırılarına uğramaktadır. Kısaca hekim can güvenliğini ancak kendisi sağlayabilir. Güvenliğin birinci parçası kendi kişisel güvenlik önlemlerini kendisinin almasıdır. İkinci önlem de hekimlerin tıp kartelinin öncü müfrezesi rolünü bırakmaları ve halkın yanında yer almalarından geçer. Hekimler kendilerine verilen rolü oynamayı bırakmalı ve hastalara zarar veren ve sadece sülüklere haksız kazanç sağlayan bu sistemi ve uygulamaları savunmayı ve onaylamayı bırakmalıdır. Hekimler tıp kartelinin paralı askeri ve fedaisi olmayı bırakmalıdır. Sisteme karşı güvenmemeyi telkin etmeli ve sistemin halk tarafından görülemeyen kötülüklerini halka anlatmalıdır. Hekimler daha fazla para kazanmak ve daha fazla kâr payı elde etmek için gereksiz tetkik, muayene ve girişim yapmamalı ve bunu yapanları savunmamalıdır. Vatandaşın gerçek ve önemli sağlık sorununa odaklanıp onun daha fazla sağlık tesislerine gidip gelmesini arttıracak uygulamalardan kaçınmalı ve hastanın varsa gerçek sorununu çözmeye çalışmalıdır. İlaç yazmaktan çok bilgilendirmeye, tehlikeli ve büyük tetkik, tedavi ve girişim yerine en az zararlı, gerekli ve zorunlu olanları tercih etmelidir. Hastada bulunmayan ve gerçekte bir hastalık dahi olmayan varsayılan hastalıklar (herkeste muhakkak bulunduğu varsayılan her türlü hastalık- saymakla bitmez) üzerinde yoğunlaşarak hastaları bu konuda yönlendirmemelidir. Hastada gereksiz yere kuşku, endişe, beklenti ve güven yaratmamalıdır. Ölüm veya sakatlık riski yüksek kişilerde ameliyat etmekten kaçınmalı ve gerçek riski vatandaşa anlatmalıdır. Başka bir hekimin hastası öldüğünde ve sakat kaldığında, hiçbir şey bilmeden bir bilirkişi gibi davranarak “tedavide şunlar eksik, şu ilaç verilmemiş, hasta yürütülmüş, yemek verilmiş, serum takılmalıydı, şu malzeme-ilaç kullanılmamış; bana getirseydiniz hastayı kurtarırdım…” gibi konuşmalardan sakınmalıdırlar. Hasta ile teması kısa tutmalı ve gereksiz tetkikler istememelidir. Muayene ettikleri hastalar bu sefer de tetkik gösterme sırasına girecek, insanlar bekleyecek ve sinirleri bozulacaktır. Hastalara karşı küstah ve aşağılayıcı ifadelerle konuşmamalı, onları anlamaya çalışmalıdır. Eğer bir hasta kendisine saldırıyorsa çoğu zaman bunun altında kendi tahrikinin ve kışkırtmasının bulunduğunu unutmamalıdır. Hastaları gereksiz malzeme ve ilaç kullanmaya yönlendirmemeli ve zorlamamalıdır. Hekimler bu gereksiz yönlendirmelerde bile hastalara “dediğimi yapmazsan ölürsün; ben sorumluluk alamam, sonrasını sen düşün…” diyerek vatandaşı endişelendirmekte ve paranoyak hale sokmaktadır. HEKİMLERE OLAN SALDIRILAR KARŞISINDA BASININ VE ÖZELLİKLE AYDINLIK GAZETESİ VE ULUSAL KANALIN TUTUMU Hekime şiddet konusu yukarıda da açıkladığım şekilde birçok şekilde ele alınabilir. Önceden de mevcut olan, hasta sayısı ve teması arttığı için oranı olmasa da sayısı artan bu olaylar memleketin en önemli sorunu mudur? Aydınlık Gazetesi ve Ulusal Kanal hekim saldırılarından sonra bütün diğer siyasi olayları, Suriye’ye silahlı müdahaleyi, Silivriyi unutarak orantısız ve anlamsız bir şekilde birinci sayfadan ve manşetten vererek gündemin saptırılmasına ortak olmuştur: 19 Nisan 2012: Cehalet Kışkırtılınca; 20 Nisan 2012 Doktorun öfkesi büyük, manşetleri. Aydınlık Gazetesinin bir çözüm önerisi yoktur. Olaylarla ilgili bir analizi yoktur. Popülistlik ve idareî maslahatçılık yaparak yürüyen hekimleri AKP karşıtı gibi göstermeye çalışmaktadır. Hekimlerin ve (eczacı ve diş hekimleri de dahil) büyük bir çoğunluğunun AKP’ye karşı değildir ve onlara oy vermektedir. Sağlık Kuruluşlarında en fazla hükümet yanlısı sendikaların üyesi vardır. Hoş MHP, CHP ve diğer partiler de dönüşüm, özelleştirme ve hekim karşıtı söylemleri kullanmaktadırlar. Sağlık Bakanı bir yandan saldırıları kınarken, hekimin bir hastası varsa yakasına da yapışacağını eklemektedir. Hekimlere şiddet artmıştır: Doğru. Sağlık bakanı vatandaşın eline silah verip git hekimleri vur mu demiştir. Ortada terörizm ve terörist gibi somut olmayan bir düşman ve saldırgan vardır. Üstelik kimse de saldırgandan yana değildir. Saldırılar siyasi bir gruptan destek almamaktadır. Organize değildir. Bu saldırıların sağlıkta dönüşüm ile bir ilişkisi vardır ama O’nun doğrudan sonucu değildir. Sağlıkta dönüşümün esas amacı nasıl üniversite hocalarının özel muayenehanelerini kapatarak ikili çalışmasına son vermek, öğrencileri hocasız bırakmak, onların para kazanmasını engellemek değilse, dönüşüm de hekimlerin dövülmesi için yapılmamıştır. Bütün bunlar hekimlerin de canla başla destek oldukları ve savundukları sistemin yan ürünleri veya çıktılarıdır. Ne kadar çok hasta bakarsanız, ne kadar çok gereksiz tetkik, tedavi, girişim, kontrol ve ameliyat yaparsanız o kadar çok hastayla muhatap olursunuz. Muhatap olduğunuz insan sayısı arttığı oranda psikopat ve saldırgan insanların saldırısına uğrama şansınız da o kadar artacaktır. Ağlamak bir mücadele ve çözüm yöntemi değildir. Sorunları çözmez ve karın doyurmaz. Allah topluma, siyasetçilere, hekimlere ve hastalara akıl fikir versin! 21.4.2012

    Bilim Teknik 20.04.2012 (Cumhuriyet gazetesi eki) Sağlıkta dönüşüm, bir sağlık projesi değildir! Doç.Dr. Melih Baş, ismeba56@yahoo.com.tr Sağlıkta dönüşüm emperyalist bir projedir. Şöyle ki; Sağlık özelleştirilmektedir: Sağlıkla ilgili her türlü hizmet, ilaç, malzeme, teknoloji ticaretinin özel şirketler vasıtası ile yapılması hedeflenmektedir. Sağlık küreselleştirilmektedir: Sağlık piyasasının küreselleşmeci emperyalizmin koyduğu kurallara göre (patent yasaları, gümrük birliği, tıbbi protokol, ödeme listesi, tıbbi işlem sıraları, uluslararası tekellerce belirlenen hastalık ve tıbbi durumlar vb.) belirlenmesi; mevzuat ve düzenlemelerin buna göre hazırlanması ve sağlık alanında devletin yok edilmesi hedeflenmektedir. İktisadi amaç sağlık harcamalarını arttırmaktır. Sağlık harcamaları artacağına göre artacak parayı yurttaşın cebinden ayrıca toplamak için bir sistem gerekir. Bu sistemin motoru Sosyal Güvenlik Kurumu’dur. Zorunlu tek tip sağlık sigortacılığı ile kurum işsiz, dar gelirli, öğrenci vb. akla kim gelirse nasıl para toplayacağına bakmakta ve para toplamada son derecede acımasız ve hoşgörüsüz davranmaktadır. Tek bir sistem olduğundan vatandaşlar zorunlu olarak kurumla sözleşmeli hastanelere gitmek zorundadır. Burada da a) Mevzuata uygun olarak katkı payı, ilave ücret, otelcilik hizmeti, otopark ücreti, vb. isimler altında para toplanması, b) SGK ödemiyor, kullanılan malzeme eczane ve tıbbi şirketlerde yok veya SGK kalitelisini ödemiyor söylemleri ile kimi giderlerin hastaya aldırtılması. Hastadan belirlenen oranlardan (şimdi % 90’a çıktı) daha fazla fark ücreti almanın veya başka isimler altında para almanın bir yaptırımı yok! Para yurttaşa geri verilmiyor. Çok fazla üzerine gidilirse hastaneye ceza kesilebilir. Böylece sağlık harcamalarının nerede ise % 75-80’i vatandaşın kesesinden çıkar hale gelmiştir. Üstelik vatandaş ortada SGK sistemi olduğu için hastanelerle pazarlık da yapamıyor. a) Hastanelerin faturalaması: Beyana göre yapılan faturalamada hastaneler yaptığı işi, kullandığı ilaç ve malzemeyi, girişimi istediği gibi göstererek faturalayabildiği gibi, yapmadığı girişim, tedavi, ilaç ve malzemeleri de kullanılmış gibi göstererek faturalayabilmektedir. b) Yapılan işlemlerin gerçekçi olarak denetlenmesi olanaksızdır. Görünüşte denetleyenler hastanenin verdiği bilgilere göre (hastane bunu istediği gibi belirleyebilir) onaylayıp, incelemiş gibi ödemesi yapılmaktadır. Girişimlerde tıp tekellerinin dayattığı uluslararası standartları olmayan malzemelerin kullanılması yasak olduğundan ve bunların özel kodları bulunduğundan bunlar kullanılmadığında ihale bedellerinde kesinti olabilmektedir. Bu tür denetim eğer yapılırsa sadece tıp tekellerinin ürünlerinin kullanılması için yapılmaktadır. c) Göstermelik inceleme tüm faturaların (hastane ve eczane) çok azında yapılmaktadır. Belirlenen tutara göre dönem içindeki tüm harcamalar ödenmektedir. d) Bir çok girişim için Sağlık Uygulama Tebliği’nde ( SUT ) belirtilen fiyatlar çok yüksektir. Hastane hiçbir abartılı faturalama yapmasa da alacağı para az değildir. Herkesin sigortalı yapılması bu dizgenin toplumcu bir dizge olduğu, iyi olduğu gibi bir görüntü yaratmaktadır. Bu şekilde toplanan paralar tamamen kâr amacı ile çalıştırılan ve tek amacı gelirlerini olabildiğinde arttırmak isteyen özel hastane ve aynı mantıkla çalıştırılan devlet ve üniversite hastanelerine akıtılmaktadır. Hem özel hem de devlet ve üniversite hastanelerinde hekimlere hastane gelirini arttırdığı oranda kâr payı verilmektedir. Bu da hekimlerin daha fazla hasta (müşteri) bulma ve yaratma yeteneğini kamçılamaktadır. Sağlık dizgesi içinde kamusal anlayışla hizmet veren bir birim kalmamıştır. Özel hekimlik bile sisteme alternatif olmaması için tasfiye edilmektedir. İSTİSMARA AÇIK Sağlık Uygulama Tebliği’nde (SUT) hastanelerin faturaları şişirmesi, istismar için olanaklar mevcuttur. Uygulanan teşvik politikaları ile normal doğum bitmiştir. Çoğu doğum sezaryenle yapılmakta ve doğan bebekler yoğun bakıma yatırılmaktadır. Daha önce tüm doğum döneminde birkaç kere hekime giden gebeler bu yeni dönemde bir çok kere muayene ve tetkik olmakta, pahalı faturalar düzenlenebilmektedir. Diğer hastaların da tedavilerinin tamamı veya bir kısmı yoğun bakım üzerinden fatura edilmektedir. Nedeni yoğun bakım fiyatlarının yüksek olmasıdır. Sanıldığı ve varsayıldığı gibi, soyut, tamamen bilimsel araştırma ve sonuçlara göre çalışan bir tıp bilimi ve sağlık dizgesi yoktur. Tıp bilimi ve bilimsel esaslara göre çalışan bir hekimlik mesleği de hekimlik işi haline getirilmiştir. Kapitalizmde tıp bilimi de pazarlanacak cihaz, malzeme, ilaç, ürün geliştirmekte, buna uygun hastalık ve tıbbi durumlar belirlenebilmekte, bunların nasıl ve kimlere kullanılacağı tıp kitap ve dergileri, algoritmalar, rehberlere eklenmekte, patent ve fikri mülkiyet yasaları ile bu ürünlerin özellikle geri bıraktırılmış ülke pazarında rakipsiz olması sağlanmakta, performans ve promosyonlarla bunların daha fazla sayıda ve en pahalı olanlarının satışı sağlanmaktadır. Bu sistemde hekim, eczacı vb. mesleklerden serbest veya bağımlı çalışan işgörenlere pazarlama rolü verilmektedir. Bu sistemde koruyucu hekimlik bazı olasılıkları önleme yalanı ile devamlı kontrol, ilaç kullanma ve tetkik yaptırma hekimliğine, aile hekimliği de daha fazla ilaç satışına olanak veren satış büfelerine dönüşmüştür. Sağlıkta dönüşüm tasarlandığı gibi hasta sayısını arttırmıştır. Buna bağlı olarak ilaç, tıbbi malzeme ve donanım satışları artmıştır. Sağlık harcama kalemlerinin önemli bir kısmı bu tür giderlerdir. Sistem bu olduğu halde sağlıkta dönüşüm ; Hekim emeğinin değersizleştirilmesi, Üniversitelerde hoca muayenehanelerinin kapatılması, Muayenehanelerin kapatılarak özel hekimliğin yasaklanması, Hekimlerin performans ücretlerinin erimesi ve azalması, emekliliğe yansımaması, izin ve tatilde ödenmemesi, Üniversitelerde hocaların kaçırılması, tıp eğitiminin bozulması gibi farklı gerekçeler gösterilerek eleştirilmektedir. Kimileri sağlıkta özelleştirme, hortum ve kirlenmeyi görmek istememe eğilimine girebilmektedir. Kimi hekim ve eczacılar sistemin dışına itilmemek ve sistemden beslenebilmek kaygısıyla antiemperyalist ve özelleştirme karşıtı bir duruş gösteremeyebilmektedir. Dieter Duhm Kapitalizm ve Korku kitabında bu duyguyu çok iyi işler.

    TTB’NİN 13 MART MİTİNGİ ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME

    TTB’NİN 13 MART MİTİNGİ, KÜBA DOSTLUK DERNEĞİNİN AÇIKLAMASI, VE SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM ÜZERİNE
    Küba dostluk derneğinin Recep Akdağ’ın Che ile ilgili görüşleri için bir açıklamada bulunmuştur (http://kubadostluk.org/cms/ ) . Her iki açıklama TTB’nin, 13 Mart 2011’de Ankara Sıhhiye meydanında düzenlemiş olduğu gösteri ile ilgilidir. Bu gösteri, gösteride kullanılan sloganlar, Sağlık Bakanı’nın açıklamaları ve solcu-ulusalcı çevrelerin bu gösteriye destek vermesi kamuoyunu aldatmıştır. TTB ve hekim kitlesi her zaman olduğu gibi kendisini olduğundan farklı göstermeye çalışmıştır. Che ile ilgili olarak mitingde yer alan bir poster de mitingin niteliğinin farklı algılanmasına yol açmıştır. Hem kendimizi hem de başkalarını aldatmamak için, Che gibi antiemperyalist bir kişinin ismi böyle bir mitingde geçmemeliydi.
    TTB, tıp fakülteleri ve hekim kitlesi başından beri sağlıkta dönüşüm ve Sağlık Bakanlığı uygulamalarını savunmuştur.
    Hekim ve eczacı kitlesi sadece kişisel gelirleri ve özlük hakları konusunda uygulanan siyaseti ve bakanlığı eleştirmiş ve bu eleştiriler de malûm çevreler tarafından “sağlıkta dönüşüme karşı olmak” olarak gösterilmiştir.
    13 Mart gösterisinin ne Che’yle ne de kartel kontrolünde olmayan bir sağlık sistemi ile ilgisi vardır. Küba Dostluk Derneğinin bu bildirisini, gösteri, Sağlık Bakanının açıklaması ve TTB’nin siyasetleri açısından çözümleme gereği vardır:
    Bu bildiride, Che ve Che’nin temsil ettiği tıp anlayışından bahsedilmektedir. Bildiğim kadarı ile Che’nin yayınlanmış ve model olarak sunulan bir tıp anlayışı yoktur. Küba’da uygulanan sağlık sistemi doğası gereği, tıp kartelinin kontrolünde yapılan bir sağlık ticareti değildir. Kendi koşullarında ulusalcı olmak zorunda olan bir sistemdir. Bu sistemde temel özelliği sağlık hizmetleri diğer hizmetlerde olduğu gibi halka ücretsiz ve kâr amacı olmadan sunulmaktadır.
    Bütün dünyada “sağlıkta dönüşüm” adı altında pazarlanan emperyalist sağlık sistemi, Tıp kartelinin ürünlerinin en geniş şekilde pazarlanması için “bütün sağlık kuruluşlarını bir pazarlama ağına dönüştüren” bir model olarak takdim edilmektedir. Ne Che’nin ne de Küba’nın bu modele karşı emperyalizm karşıtı küresel bir sağlık sistemi modeli yoktur.
    Yazıda Küba’da uygulanan sağlık sisteminin tek üstünlüğünün ücretsiz olarak sunulması olarak gösterilmiştir. İran ve Suriye gibi ülkelerde de sağlık hizmetleri ücretsiz olarak sunulmaktadır.
    TTB de yıllardır bir yandan ücretsiz bir sağlık sistemini savunuyor görünmüştür. Fakat diğer taraftan “reçeteme karışma” sloganı ile sağlık pazarlamacılığında hekimlere verilen görevin kısıtlanmasına karşı çıkmıştır. Hekimlerin keyfi olarak en pahalı ve gereksiz tahlil, tetkik, ilaç ve tıbbi malzemeleri tercih etmelerini bir hak gibi görmüştür. Hekim hastalığın teşhisi ve tedavisi için gerekmediği halde veya daha ucuz yöntemler varken en pahalı ilaç ve malzemeyi neden tercih etmektedir? Bu tercihin ilaç ve tıbbi malzeme firmaları tarafından verilen promosyon, kâr payları, yurt dışı seyahatleri ile sağlandığını herkes bilmektedir. Sağlık hizmetlerinin ücretsiz verilmesi yanında, bunun ticaretinin de engellenmesi gerekir. Sağlık harcamaları ve anlayışına yön veren girdilerin (ilaç, cihaz, tıbbi malzeme ve diğer ürünler) üretim ve ithalatının devlet eliyle ve kontrolünde yapılması ve daha da önemlisi kartel tarafından icat edilen uydurma hastalıklar için pazarlanan ilaç ve tedavilerin de yasaklanması gerekir.
    TTB ücretsiz sağlığı savunuyor görünürken sağlık girdileri ve harcamalarının kontrolünü, sağlık hizmetlerinin kamusal anlayışla (kâr amacı güdülmeden) sadece kamu kuruluşları vasıtası ile verilmesini savunmamaktadır. Sağlık ticaretinin başka bir uygulaması olan özel muayenehanecilik ve üniversite hastanelerinde hocaların özel muayene sistemine karşı çıkmamaktadır. Üstelik 13 Mart eyleminin esas amacı da budur! Kulağa hoş gelmekle birlikte “TTB’nin savunduğu “ücretsiz sağlık” sloganı, halkın daha fazla vergi veya sosyal sigorta primi ödemesi anlamına gelmektedir.
    Kartel tıbbının karşıtı olan sağlık sistemi modelinin tek özelliği ücretsiz olması demek değildir. Ayrıca ne Küba’da yaşayan halk, ne de Küba’daki yönetim kartelin uyguladığı sağlık sistemini konusunda tam olarak bilgi sahibi değildir.
    Tıp karteli kapitalist-emperyalist sistemde (emperyalist batı ülkeleri ve sömürgelerinde) diğer sistemlerde olduğu gibi, sağlık sistemini tamamen özelleştirerek kartelin bir pazarlama ağına dönüştürmüştür. Sistemin temel özelliği hekimlere verilen performans ücreti değildir. Sistemin özellikleri : 1. Bütün sağlık kuruluşlarını ve ticaretini özelleştirmiş ve şirketleştirmiştir. 2. Sağlık kuruluşlarına, hasta sayılarını, gelirlerini ve her tülü sağlık harcamalarını artırmaları için gerekli alt yapı oluşturulmuştur. 3. Arttırılması hedeflenen sağlık harcamaları için bir zorunlu vergilendirme sistemi olan GSS (genel sağlık sigortası) tesis edilmiştir.
    Performans ücretinin bu sistemde ikili görevi vardır: 1. Bütün sağlık çalışanları (hekim, eczacı ve diş hekimi, reprezantör, medikal firma ve pazarlamacılar) sistemden beslendikleri için kâr paylarına satın alınmıştır. Bunlar sistemi desteklemiş ve bu şekilde dönüşüme karşı bu kesimden bir direnç gelmemiştir. 2. Performans sağlık kuruluşlarının hasta bulma ve yaratma yeteneklerini arttırmıştır. Hekim ve hastanelerin ilkesi; “Ne kadar çok hasta ve hastalık, o kadar para’dır.”
    Sağlık alanında kartelin şirketlerinin kurdukları pazarlama ağı; firmaların Türkiye temsilcilikleri, bayi ve şubeleri, ilaç firma reprazantörleri (temsilcileri), hekimler, eczacılar, sistem için çalışan siyasetçi ve bürokratlardan ibarettir. Bu pazarlama şebekesinde herkes “satış performansına” göre para kazanmaktadır.
    Hekimlerde üç türlü performans uygulanmaktadır: 1. Hastane gelirlerini arttıran her işlem için performans adı altında bir kâr payı ödenmesi; 2. Kullanılan ilaç, tıbbi malzeme, cihaz, teknoloji, sevk, rapor için temin edilen diğer performans geliri. Bu gün birçok ameliyat ve tedavi, kullanılan pahalı malzeme ve ilaçlar için yapılmaktadır. Üniversite hastanelerinde birçok hekim medikal firmalarla birlikte çalışmakta ve konsinye olarak hastanelerinde bulundurdukları tıbbi malzemeleri pazarlamaktadır. 3. Hasta sevklerinden elde edilen komisyon: Sadece birinci basamak ve ikinci basamakta değil, üniversite hastanelerinde de bir çok doktor çok basit hastalılar için bile hastalarını sürekli olarak sözleşmesiz özel hastanelere göndermekte ve yönlendirmektedir. Özel hastaneler yasal ve yasal olmayan yollardan hastalardan daha fazla ücret alabilmektedir. Hekimler çalıştıkları Devlet veya Üniversite hastanelerinde komisyon almalarına rağmen, daha fazla kazanmak için hastalarını özel hastanelere göndermekte veya yapacakları tedavi ve girişimleri hastaları yönlendirdiği özel hastanelerde yapmaktadırlar. “Komisyon” ile dönen bu sistem daima “kazan-kazan” ilkesine göre çalışmaktadır. Bu düzende para için her şey mübahtır. Herkes nerede para varsa oraya koşmakta; hangi girişim ve usulsüzlük ile daha çok para kazandırıyorsa hemen bunları uygulamaya başlamaktadır.
    Özel hastanelerin çoğu hekimlere hastane gelirlerini arttıracak oranda gereksiz olarak yaptıkları muayene, tetkik gibi işlemlerdeki performansa göre ücret ödemekte olup, bu hastanelerde çalışan hekimler bu durumdan şikâyet etmemektedir.
    Devlet hastanelerinde hekimler aldıkları performans komisyonundan son derecede memnundurlar. SSK hastaneleri kapatılmadan önce bu hastanelerde çalışan hekimler bir an önce performans ücretine kavuşabilmek için sağlıkta dönüşümü ahlâksızca savunmuşlardır. Bu hastanelerdeki memur ve işçi sendikaları yıllarca hekimlere verilen performans ücretinin kendilerine de verilmesini savunmuşlardır. Hekimlerin bu dönemde tek isteği; tatil, rapor ve emeklilikte de performans ücretinin verilmeye devam edilmesi olmuştur. Devlet hastanelerinde performans ücreti muayenehanesi olan hekimlere verilmezken; kazanılan bir dava ile muayenehanesi olan hekimler de performans ücreti almaya başlamıştır.
    Üniversite hastaneleri bugün olduğu gibi, daha önceleri de öğretim yelerinin özel hastanesi (çiftliği) idi. Buralarda hocaların istemediği hiçbir ameliyat yapılamaz; hiçbir hasta yatırılamazdı. Sağlıkta dönüşüm üniversite hastanelerini de tam anlamlı ile bir ticarethaneye dönüştürmüştür. Üniversite hocalarının keselerine giren paralar bu dönemde daha da artmıştır.
    Devlet ve üniversite hastaneleri de kâr amacı ile çalıştırılan işletmeler olup, hepsinin bir vergi numarası vardır. Hastane içindeki bölümler ve birimler kazançları oranında desteklenmektedir. Bu hastanelerde hastaneye para kazandıran kişi ve hekimler dışında diğer çalışanların ve hemşirelerin, teşeronlaştırılarak düşük ücret ve zor çalışma koşulları altında çalışmaya zorlandığı görülmektedir.
    Sağlıkta dönüşüm her türlü sağlık kuruluşunu bir işletmeye dönüştürmüştür. Fakat bu işletmelerde çalışan herkesin patron olması anlamına gelmez. Şirket sadece gelirini arttıranlara kâr payı veya “komisyon” dağıtır.
    Dönüşüm bu nedenle üniversite hocalarını da kâr amacı ile çalışan pazarlamacılara dönüştürmüştür. Getirilen tam gün uygulamasının amacı budur. Sağlık Bakanının söylediği gibi bu sistemde hocalara da diğer hekimlerde olduğu gibi hastane gelirlerini arttırdıkları oranda para dağıtılacaktır.
    Bu arada sağlıkta dönüşümün sağlık sisteminin bir pazarlama ağına dönüştürdüğünü belirtmiştim. Sistemin bundan sonraki tek amacı vardır: Olabildiği kadar hasta bulmak, girişim yapmak , ilaç, malzeme ve teknoloji (MR, PET, genetik test, vb) kullanmak. ve bu uygulamaları toplumun tamamına sürekli ve giderek artan oranda uygulamak ve pazarlamak. Dönüşümle hasta sayısı, girişim sayısı, yıllık muayene sayısı, sürekli kullanılan ilaç, malzeme ve sarf malzeme sayıları, durmadan artmaktadır. Sağlık Bakanına göre bu artış iyi bir performans göstergesidir. Bakan hasta sayısındaki artışı bir ticari şirketin “satış ve gelirlerini” arttırması gibi yorumlamaktadır. Aslında bu anlama gelmektedir.
    Kartele göre herkes hastadır. Herkeste ilaç ve malzeme kullanımı gerektirecek bir çok tıbbi durum default (varsayılan) olarak mevcuttur.
    Üniversite hastaneleri nitelikli ve üstün sağlık hizmetinin verildiği yerler değildir. Burada en pahalı ve gereksiz teknolojiler, tedavi ve girişimler yaygın olarak uygulanmaktadır. Üniversite hastanelerinde gereksiz tetkik, tahlil ve girişim oranları, komplikasyon ve ölüm oranları, ortalama hastanede kalma süreleri, hasta başına tedavi maliyetleri çok yüksektir. Buralarda kötü, insanlara zarar veren ve kalitesiz bir sağlık hizmeti verilmektedir. Üniversite hastaneleri ve buralarda verilen sağlık hizmetinin savunulacak bir tarafı yoktur. Diğer hastanelerde olduğu gibi, üniversite hastanelerinin de nasıl bir sağlık hizmeti verdiği objektif ve bilimsel yöntemlerle sorgulanmalıdır.
    İşte bu ahval ve şerait içinde, ne zaman ki üniversite hastanelerinde tüccar hekimlerin hastane içindeki özel muayenehanelerinin kapatılması gündeme gelmiştir, herkes “sağlıkta dönüşümü” hatırlamış ve birden bire “performans” sistemini eleştirmeye başlamıştır. Hocalar aslında performansa karşı değildir; onlar, hastane içinde ve dışında sağlık ticaretinden sağladıkları diğer hak ve olanakların ellerinden alınmasına karşı çıkmaktadırlar.
    Sosyalist ve halkçı sağlık sisteminin tek özelliği ücretsiz olarak verilmesi değildir. Veya bazı hekimlerin motorsikletlere binerek ülkeyi gezmesi ve fakir insanları bedava muayene etmesi de değildir. Tıp karteli de daha fazla ilaç, malzeme ve teknoloji pazarlaması anlamına gelen hasta bulma faaliyetlerini ücretsiz ve kampanyalarla sürdürmektedir. Özel hastaneler bütün yerleşim yerlerinde ve işyerlerinde ücretsiz hasta taraması yapmaktadır. Bu sözde ücretsiz taramalar için sigortası olanlar için SGK’dan parası alınmaktadır. Bu, hastalık bulma, hastalık uydurma veya kişileri hasta yapma ve hastalık yaratma faaliyetleri sonucunda pahalı tarama testleri, gereksiz girişimler, ilaç ve malzeme pazarlanmakta ve tükettirilmektedir.
    Buradaki ücretsiz muayenede amaç tirol ile balık avlamada kullanılan yöntemin aynısıdır. Sağlık taraması hasta yakalamada kullanılan bir ağ işlevini görmektedir. Amaç kartelin ağına yakalanmamış sağlıklı bir insan bırakmamaktır. (Nortin Hadler: The last well person)
    Günümüzde “tarama tıbbı” çok gelir getiren bir sektör haline gelmiştir: Kanser, kalp hastalığı, genetik mutasyon, Alzheimer, göz hastalığı taramaları, kolesterol ve lipid, kemik erimesi, menopoz gibi taramalar ile hem tarama yöntemlerini pazarlanmakta ve hem de sürekli ilaç, malzeme kullanılacak durumlar belirlenmektedir. Yapılan işlemlerin bedeli de SGK tarafından sorgulanmadan ödenmektedir.
    Ücretsiz muayeneler de hangi amaçla yapıldığına göre değerlendirilmelidir.
    Küba kurulan sosyalist sistemin tıp karteline ve diğer emperyalist şirketlere kapıları mecburen kapatmıştır. Uygulanan ambargonun da bunda bir katkısı vardır. Küba’da çalışan hekimlerin bir kısmı, SSK hastanelerinde çalışan hekimler gibi, pazarlama yeteneğine göre gelirlerinin artabileceği batı tarzı bir sağlık sistemini özlüyor da olabilir.
    CHE emperyalizmi bilmektedir; fakat kartelin sağlık sistemini bilmemektedir. O’nun zamanında zaten “sağlıkta dönüşüm” (health transition) olarak bilinen küresel bir sağlık siyaseti de yoktu.
    Sağlıkta dönüşüm ile bütün halkın sigortalı yapılması gündeme gelmiştir. Bu sosyalist ve halkçı sağlık sistemini bilmeyen birçok sosyalist ve ulusalcı tarafından alkışlanmıştır. Bu kesimleri kendilerinin de böyle bir sistemi arzuladıklarını söylemişlerdir. Halbuki genel sağlık sigortası büyümesi ve arttırılması hedeflenen sağlık piyasası için bir ikinci vergilendirmedir. Burada amaç herkesten zorunlu olarak para toplamaktır. Kaldı ki sigorta primlerini ödeyemeyenler hem sağlık hizmetinden yararlanamazlar hem de daha sağlık hizmetlerinden yararlanamadıkları dönemler için ödemedikleri sigorta borçlarını daha sonra da ödemek zorundadırlar. Sigorta primleri gelir ve asgari ücrete göre oldukça fazladır. Kısaca topluma bizzat kendi keselerinden ödedikleri primlerle, kontrol edemedikleri, pazarlık yapamadıkları bir sağlık hizmeti verilmektedir. Bu sistem “tek bir sistem” olduğu için hastalar katkı paylarını, otelcilik hizmeti, spor klubüne yardım, otopark ücreti gibi sudan nedenlerle ödemek zorunda kaldıkları fark ücretlerini de “mecburen” ödemek zorunda kalmaktadır. Sistem bütün halkı yolunacak kaza çevirmiştir. Para toplanırken son derecede ciddi ve katı olan SGK, harcama ve ödemeler konusunda o kadar gevşek ve kontrolsüzdür.
    13 Mart eylemi ile üniversite hocaları ve onlara destek veren hekimler, “Bizim üniversite içinde ticaretimize izin vermezseniz biz de sizi en hassas noktadan vurarak size zarar veririz; gelin bir şekilde uzlaşalım.” demektedirler. Evet! Üniversite içindeki özel hoca muayenehanelerine izin verilirse bütün bu karşı çıkışlar hemen sönecektir. TTB ve onu destekleyen hekim grupları da çıkıp “Cumhuriyet devriminin kazanımlarını” koruduk diyerek övüneceklerdir.
    Üniversite hastanelerinin bilimsel araştırmaları meselesi: Türkiye’de üniversite reformu her ne kadar tüccar ve tercüman hocaları ortadan kaldırmak amacı ile yapılmış ise de; bu kesim kısa sürede kontrolü hemen ele geçirmiştir. Üniversiteler tüccar ve tercüman hocaların bir çiftliği haline dönüştürülmüştür. Üniversitelerde hiçbir bilimsel araştırma yapılmamaktadır. Tıp fakültelerinde aksine dogmatik, bilimsel kuşku ve merakı olmayan sözde bilim adamları üretilmektedir. Gerçekleri görmekten ve işitmekten korkan bu sözde bilim adamları Yalçın KÜÇÜK’ün vurguladığı gibi öğrencisinden daha geridedirler. üyeleridir. Şöyle veya böyle biraz yabancı dil bilmek bilim adamı olmanın bir gereği gibi gösterilerek mecbur kılınmıştır. Tercüman öğretim üyesi ve asistanlar tartışmasız taptıkları ve aleyhte konuşulmasına izin vermedikleri tıp kartelinin sağlık sistemine uygun yayın ve kitapları tercüme etmeyi bilim üretmek zannetmektedirler. Bilimsel faaliyet olarak yaptıkları diğer yayınlar da kullandıkları ilaç, malzeme ve yöntemleri bildiren bir nevi faaliyet raporlarıdır. Diğer bir sözde bilimse çalışma şekli de, kartelin ürünlerini kullandıkları oranda, bu tür bildirileri sundukları ve dinledikleri ve masrafları kartel tarafından karşılanan, fakat özünde turistik bir faaliyet olan ülke içindeki tıp kongrelere ve kurslara katılmalarıdır.
    Üniversite hocalarının bilim ve bilimsel çalışmaya karşı ne kadar duyarsız olduklarının tipik bir örneği de önce sağlık reformu ve daha sonra da sağlıkta dönüşüm olarak gündeme gelen projeler konusunda hiçbir çalışma ve yayın yapmamalarıdır.
    Üniversitelerden bu projeye destek veren bazı hocalar projeye destek veren kuruluşlardan ve AB’den aldıkları fonlarla proje için eğitim çalışmalarına katılmış ve kamu oyu yaratmaya yarayan bazı yayınlar yapmışlardır.
    Tıp karteli sürekli olarak sağlık hizmetlerinin ölçücü olarak bebek ölüm oranını gündeme getirmektedir. Keza kızamık sayısında azalma da başka bir ölçüdür. İnsanlarda uygulanan sağlık hizmeti sadece doğum ve kızamık aşısından ibaret değildir. Bu nedenle sağlık hizmetlerinin mukayesesinde bebek ölüm oranları ve kızamık oranından bahsetmek tek başına yeterli değildir.
    Sağlık sistemlerini incelerken ve mukayese ederken temel ölçüler şunlar olmalıdır:
    -Doğumlarda sezaryen oranı (sezaryen oranları dünya rekoru kırmaktadır)
    -Yeni doğanlarda prematür doğum oranı ve yoğun bakım tedavisi gören yeni doğan oranı (neredeyse her yeni doğan bir yoğun bakım tedavisi görmektedir)
    -Hasta sayısında azalama ve artma (ameliyat sayıları ve tedavi edilen hastalık sayılarında artış= doğrudan gereksiz olarak yapılan ameliyat oranını gösterecektir)
    -Kartelin ürettiği ilaç, tıbbi malzeme, cihaz ve sarf malzemesi için bu şirketlere ödenen para
    -Kişilerin yıllık hastaneye başvuru sayısında artış oranı
    -Kişilerin günlük kullandıkları ilaç oranında artış
    -İlaç ve tıbbi malzeme kullanımındaki artış
    -Gereksiz ameliyatlar, tedaviler, ilaçlar ve kullanılan malzemelere bağlık iatrojenik ölümler, yaralanmalar ve sakatlanmalar
    -Sağlıkta şebekeleşme, çeteleşme ve mafyalaşma oranı (sağlıkta yolsuzluk olayları)
    -Kişilerden toplanan sigorta primlerindeki artış ve bunun gelirlere oranı; kişilerin kendi keselerinden yaptıkları sağlık harcamalarındaki artış oranı
    -Bir hastalığa bağlı olsun olmasın, ölümden önce yoğun bakım tedavisi gören kişi oranı ve süresi ( sırf hastane gelirlerini arttırmak için ölüler bile uzun süre yoğun bakımda tutulmaktadır)
    Vb. vb.
    Modern tıp veya tıp kartelinin uyguladığı sağlık sistemi bütün toplumu hasta ve sakat bırakmayı hedefleyen bir sistemdir!
    Türkiye’de uygulanan sağlık sisteminde sadece özel hastanelerde değil, bütün hastanelerde beyana ve faturaya göre ödeme yapılmaktadır. Bu sağlık sisteminde bir nevi “hayali ihracat” sistemidir. Hastaneler bu şekilde gereksiz olarak yaptıklarının yanında, yapmadıkları girişimleri, tetkikleri, kullanmadıkları ilaçları, malzemeleri, yatışları ve akla gelebilen her kalemi sanal veya hayali olarak abartabilmekte ve bu şekilde kendilerine almaları gerekenin çok üzerinde bir para hortumlanmaktadır. Her türlü sağlık harcamasının teşvik edildiği, her türlü abartma ve hayali faturalamaya imkân tanıyan bu sistem hekim ve diğer sağlık çalışanlarının ahlakını ve kimyasını bozmuştur. Sağlık piyasası bir nevi yolsuzluk, mafyalaşma ve çeteleşme piyasası haline dönüşmüştür.
    Ne TTB ve hekimler ne de üniversitelerin bu konularda bir araştırması yoktur. Bu çevreler bu gibi haberleri de görmezden gelmekte ve kendilerinin egemen olduğu yayın organlarında bu tür haber ve yorumlara yer vermemektedirler. 13 Mart Eylemini sürekli olarak destekleyen ve İstanbul Tabip Odası tarafından kendisine ödül verilen Ulusal Kanal isimli TV kanalında bu tür yolsuzluk ve çeteleşme haberleri yer almamaktadır. Ulusal Kanal, Sağlıkta Dönüşüm ile bir özelleştirme ve bir pazarlanma ağı oluşturulmasını ısrarla görmezden gelmektedir. Bu kanalın Sağlık programlarında kartel tıbbının reklamı yapılmakta, ürün ve malları pazarlanmaktadır.
    Sosyalist Küba’nın kendi içinde uyguladığı veya uygulamak zorunda kaldığı bir sağlık sistemi vardır. Küba’da bazı sağlık göstergeleri kötü olsaydı bile, bu sistem kartelin tıp sistemine göre, insanlara zarar verme ve hasta sayısını arttırmayı hedeflememesi nedeniyle daha üstün olacaktı… Fakat Küba’nın Tıp kartelinin tüm dünyada uygulamaya çalıştığı gibi bir sağlık siyaseti yoktur. ABD ve batı ülkelerinde uygulanan tıp kartelinin sağlık sistemini eleştirmemekte, bilmemektedir. Bu konuda ideolojik bir eleştiri ve saldırısı söz konusu değildir. ABD ve Avrupa ülkelerinde kartelin sağlık sistemin yerden yere vuran, eleştiren birçok yazar mevcuttur. Bu tür yazar ve hekimler Küba tarafından desteklenmekte ve kendilerinden ve görüşlerinden bahsedilmemektedir. Keşke Küba’nın evrensel bir sağlık sistemi seçeneği olsaydı.
    Bildirinizde Che’ye atfedilen, “tek tek hastaları iyileştirmenin yeterli olamayacağını”, “ hastalık etkenlerinin ortadan kaldırıldığı, sağlıklı bedenleri olan bir toplum yaratabilme” konusundaki görüşler şüphesiz doğrudur. Hatta daha da ileri giderek şu da söylenebilir: toplumu hasta etmeyi ve hatta bir soykırımı amaçlayan kartel tıbbı dışındaki bütün sağlık sistemleri ondan daha üstündür. Çünkü diğer sistemler hiç olmazsa “önce zarar verme” ilkesini uygulamaktadır. Kapitalist sağlık sistemi çevreyi de bozmakta ve hastalık üreten bir yapı oluşturmaktadır.
    Bütün bunlara rağmen Küba’da uygulanan sağlık sisteminin de eleştirilebilecek yönleri olabilir. Fakat bence en büyük eksiklik tıp karteline karşı bütün dünyada ideolojik bir saldırıda bulunmaması ve dünya için özgün ve evrensel sağlık sistemi için bir model oluşturmaya çalışmamasıdır.
    Tıp kartelinin bütün dünyada sürdürdüğü küreselleşme sömürgeleştirmesinin tıptaki uygulamasının adı “sağlıkta dönüşüm” programlarıdır. Programın özü sağlık sistemini tıp karteline (big pharma) bağlı bir pazarlama ağına dönüştürmektir. Küba’da bu yönde yapılmış bir yayın veya çalışma varmıdır? Bu projeye karşı Küba’nın siyaseti nedir. Bunları bilmek ve görmek isteriz.
    Türkiye’de sağlık sisteminin eleştirilebilecek tek yönü performans uygulaması değildir. Performans sisteminin gaz verdiği ve teşvik ettiği kanlı, kirli ve iğrenç bir sağlık sistemi vardır. 13 Mart Eylemi görünüşte “performans” sistemin eleştirmek için yapılıyor gibi pazarlansa da hekim kitlesinin ezici bir çoğunluğunun bu sisteme karşı olmadığını hepimiz biliyoruz. Karşı çıkılan hususun performans sistemi değil, üniversite hastaneleri içindeki hoca muayenehanelerinin kapatılması ve onlar için kurulmuş olan farklı bir sağlık ticaretinin yasaklanmasıdır. Hoca muayenehanelerinin ne bilime ne de topluma faydası vardır.
    Hangi niyetle olursa olsun performans sistemine karşı olan çevreler sistemin insanlık dışı ve topluma zarar veren yönlerini de eleştirmek ve bütünü ile bu sisteme karşı olmaları gerekir.
    Sağlıkla ilgili konuları tartışırken basmakalıp üsluplar bir yana bırakılmalıdır. gerçeklerin üzeri örtülmemeli ve idarei maslahatçılıktan kaçınılmalıdır.
    Sağlıkta Dönüşüm’e karşı gibi görünerek mevcut sistem desteklenmemelidir.
    Böyle bir destek suça ortak olmaktır. Bunun ABD’nin Irakı, Afganistanı işgalini desteklemesinden veya Stalinin, Hitlerle saldırmazlık paktı imzalayıp kendisini desteklemesinden bir farkı yoktur. Fark, farkı görebilen için anlamlıdır.

    22.3.2011 Dr. Uğur YILMAZ




    http://kubadostluk.org/cms/
    DOKTOR CHE'NIN YOLUNDAYIZ - José Martí Küba dostluk derneğinin bildirisi
    Basına ve kamuoyuna,
    13 Mart Pazar günü, Ankara’da sağlık emekçilerinin gerçekleştirdiği “Çok Ses, Tek Yürek” mitinginde açılan “Doktor Che’nin yolundayız” yazılı dövize Sağlık Bakanı Recep Akdağ “Birtakım örgütler Dr. Che Guevara'nın izinde olabilir, ama biz onun izinde değiliz” yorumu getirmiştir. Türkiye’deki sağlık sisteminin durumu göz önüne alındığında, Dr. Che Guevara’nın temsil ettiği tıp anlayışının izinde olunmadığı elbette aşikardır:
    Dr. Che’nin kuruluşuna öncülük ettiği Küba’da tüm nüfusun ücretsiz ve eşit sağlık hizmeti alma hakkı anayasal güvence altındadır. Devlet bütçesinin %12’sinin sağlık harcamalarına ayrılmasının yanı sıra halkın temel gıdaları ve çocukların süt ihtiyacı devlet tarafından ücretsiz dağıtılır. Oysa ülkemizde uygulanan Sağlıkta Dönüşüm Projesiyle özel hastanelerin SGK’dan aldıkları pay %31’e yükselmiş, sağlık sistemi insan değil, kâr odaklı bir hale getirilmiştir. Önce eğitim araştırma hastanelerinde sonra da üniversite hastanelerinde uygulanmaya çalışılan performansa dayalı ücretlendirme ile hastaneler birer ticarethaneye dönüştürülmüş, bilimsel araştırmaların önü kapatılmış ve çalışma huzuru tamamen bozulmuştur. Son yıllarda ülkemizde sağlık harcamaları dört kat arttığı halde Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre Türkiye, bebek ölüm hızında ancak dünya 97ncisi, 5 yaş altı ölüm hızındaysa dünya 96ncısıdır. Oysa Dr. Che’nin ülkesi Küba, bebek ölüm hızı oranlarının düşüklüğü ve kişi başına düşen hekim sayısının yüksekliği ile tüm dünyaya örnek teşkil eden bir gelişkinliğe sahiptir. Dr. Che’nin ülkesi Küba ilaç ve aşılarını kendisi üretmekte iken ülkemizdeki aşı enstitüleri kapatılmış, böylece Türkiye, aşı ve ilaçta tamamen dışa bağımlı hale gelmiştir.
    Bakan’ın “Sağlık sistemiyle bir ilgisi olamaz” dediği Che Guevara; doktor olarak yaptığı Latin Amerika yolculuğu sırasında halkların yoksulluğuna ve parasızlık nedeniyle tedavi olmayan hastalara tanık olduktan sonra, tek tek hastaları iyileştirmenin yeterli olamayacağını anlamış, hastalık etkenlerinin ortadan kaldırıldığı, sağlıklı bedenleri olan bir toplum yaratabilmenin peşine düşmüştür. Sosyalist Küba ve başarılı sağlık sisteminde, işte bu akıl etkilidir.
    Eşitlik isteyen herkesi karalayan yazılarıyla ünlü Sabah gazetesi yazarı Emre Aköz’ün, mitingin ardından yayınladığı “Kahramanın Dr. Che bir katildi yavrum” başlıklı yazısı ise Che’nin insancıl bakış açısının, çirkince çarpıtılmasından başka bir anlam taşımamaktadır.
    Devrim sonrasında ilk amaçlarının kimsenin aç kalmaması, daha sonra günde üç öğün yiyebilmesi ve ardından herkesin sağlıklı uygun koşullarda yaşayabilmesi olduğunu açıklayan Che, Bolivya’ya gitmeden önce çocuklarına yazdığı mektupta “Dünyanın herhangi bir yerinde işlenen her türlü haksızlığı yüreğinizde hissedin” diye yazmıştır. Bugün iyi hekim olmanın önkoşulu iyi bir insan olmaktır ve Che sadece, Hipokrat yemini eden, mesleki onuruna ve halkın sağlık hakkına sahip çıkan her doktorun örnek alabileceği bir kişi değil, çocuklarımızın da onun gibi olmasını istediğimiz bir kişidir. Çünkü Dr. Che adil, eşitlikçi ve dayanışmacı bir dünyanın var olduğuna ilişkin zorunlu bir düşüncenin sembolüdür.
    Saygılarımızla,
    José Martí Küba Dostluk Derneği

    Çok ameliyat daha çok para

    BİLİM - SAĞLIK
    30 Ocak 2011
    Çok ameliyat daha çok para
    Selma Bıyıklı - Üniversite hastanelerinde ''hoca farkı'' olarak bilinen, öğretim üyelerine muayene ücreti ödenmesi dönemi yarından itibaren sona eriyor.

    Tam Gün Yasası'nın yarın yürürlüğe girecek hükmüyle, üniversite hastanelerinde de Sağlık Bakanlığı hastanelerinde uzun bir süredir uygulanan performans sistemine geçilecek.

    Performans sistemiyle tıp fakültelerindeki öğretim üyeleri de yaptıkları muayene, ameliyat ve diğer işlemlerin yanı sıra yürüttükleri eğitim-araştırma faaliyetleri için ek ücret alacak. Performans uygulaması, sadece tıp fakülteleri için değil, diğer fakülteler için de geçerli olacak. Ayrıca, tıp fakültelerindeki diğer sağlık çalışanları da bu ek ödemelerden yararlanacak. YÖK, üniversitelerdeki performans sisteminin ana hatlarını bir yönetmelik ile düzenleyecek.

    -BAZI ÜNİVERSİTE HASTANELERİNDE BİR SÜREDİR UYGULANIYOR-

    Öte yandan, performansa dayalı ek ödeme sistemi yasal zorunluluk olmamasına rağmen bir süredir bazı tıp fakültelerinde uygulanıyor.

    Bu fakültelerde uygulamanın başlamasıyla herhangi bir sıkıntı yaşanmasının beklenmediği, ancak uygulamaya yeni geçecek yükseköğretim kurumları için 6 aylık bir geçiş süreci tanınacağı bildirildi.

    Uygulamaya hemen geçemeyen bu kurumlarda ek ödemelerin avans olarak verileceği, sisteme geçilmesinin ardından da mahsuplaşmaya gidileceği belirtildi.

    Performans ödemelerinde esas alınacak katsayılar için YÖK'ün düzenlemesinde belirli aralıklar olacağı, üniversite yönetimlerin buna göre bir sistem belirleyeceği kaydedildi.

    -AKDAĞ, YENİ BİR DÜZENLEME İÇİN SİNYAL VERMİŞTİ-

    Bu arada, Sağlık Bakanı Recep Akdağ, kısa bir süre önce katıldığı bir toplantıda, üniversitelerdeki hoca farkının kalkmasının tıp fakültelerinin gelirlerini etkileyeceğini belirterek, üniversitelere aktarılan parasal kaynağın artırılması için bir takım tedbirler alınacağını açıklamıştı.

    A.A.
    http://www.gercekgundem.com/print.php?type=news&p=347687

    YORUM

    sadece çok ameliyat çok para değil
    30 Ocak 2011 18:10
    Sağlıkta Dönüşüm projesi tam olarak algılanamadı. Dönüşümle sağlık sistemi tamamen özelleştirilerek uluslararası tıp kartelinin ihtiyacına göre yeniden düzenlendi. Bu sistemde bütün hastaneler hastane gelirlerini arttırdığı oranda hekimlere kâr payı dağıtmaktadırlar. Bu sistemin bir tek amacı var sağlık harcamalarının durmadan artması ve vatandaşın sağlık için daha fazla harcama yapmasıdır. Devlet ve üniversite hastaneleri de ticari bir işletmedir. Üniversite hastanelerinin bilimsel araştırma diye yaptıkları yayınlar aslında bir faaliyet raporudur. Kartelin şu ilacını şu kadar hastada kullandım, şu ameliyatta filanca malzemeyi şu kadar kullandım, sonuçları şudur, budur gibi. Yani üniversite dediğimiz yerler sağlık ticaretinin komisyonunun biraz daha fazla olduğu yerlerdir. Önceleri hocaların özel hastaneleri gibi çalışıyordu. Hocalara para vermeden bir şey yaptırmak mümkün değildi. Her iki sistemde de hekimler gelirlerini ancak gereksiz ve lüzumsuz muayene ve tedavilerle arttırabilmektedirler. Performans sistemi hekimler arasında gereksiz işlemleri yapma ve daha fazla para kazanma konusunda bir yarışa itmektedir. Ayrıca yapılan tedavi ve girişimlerde komplikasyon ne kadar fazla olursa gelirleri de o oranda artmaktadır. Bu süreçte her ne kadar hekimler ve hastaneler kazanıyor gibi görünse de esas satılan ürün ilaç, tıbbi malzeme, cihaz ve sarf malzemesidir. Ticaret bu ürünlerin satılması için yapılmaktadır. Bilmeyen bu sistemi yeni bir uygulama sanıyor. Bunlara günaydın demek lazım. Sağlık sistemindeki sözde mücadelelerde kimse (her türlü siyasi parti, sendika, tabip, eczacı ve diş hekimi odaları vb dahil) bu sisteme karşı çıkmamaktadır. Ticari olmayan bir sağlık sistemini savunan ve sağlıkta özelleştirmeye karşı çıkan bir siyasi parti, sendika ve oda yoktur. Açıkçası hocaların ve hekimlerin aldıkları para kirli ve kanlı bir paradır. Alayı sağlıkta dönüşümden yanadır. Sisteme karşı çıkması beklenen halk da tomografi, anjiografi, PET gibi tetkiklerin tam kan sayımı gibi yaygın olarak yapılmasına aldanarak çok ileri bir sağlık sisteminin uygulandığını sanmakta ve sistemin müşterisi olmakta yarışmaktadır.

    GATS ANLAŞMASI KAPSAMINDA BULUNAN HİZMET SEKTÖRLERİNİN SINIFLANDIRILMIŞ LİSTESİ

    GATS ANLAŞMASI KAPSAMINDA BULUNAN HİZMET SEKTÖRLERİNİN SINIFLANDIRILMIŞ LİSTESİ Çeviri: Selim Yılmaz Aşağıdaki sınıflandırma 1994...